30 Nisan 2015 Perşembe

Yeni nesle hayret ediyorum

Bugün biraz küçük kuzenlerimden biriyle telefonda konuştum. Küçük hanımın canı sıkılmış annesi de dışarıya çıkmasına izin vermediği için beni aramış. O küçük kızın benimle nasıl iyi geçindiğini anlamış değilim. Normalde herkese karşı inanılmaz şımarık olmasına rağmen bana gelince süt dökmüş kedi. Annesinin bile arada arayıp ona kızmamı istediği oluyor hatta. Neyse, küçük hanımla yaklaşık bir 20 dakikaya yakın konuştuk. Baya dertleri varmış aslında da benim eve dönmemi beklemiş anlatmak için. Kendisi 5 yaşında, anaokulu dışında bir de jimnastik kursuna gidiyor ve bana anlatacakları var... Bunu ilk söylediğinde biraz tedirgin olmadım desem yalan olur çünkü o yaşta çocuk ne anlatmak için yüz yüze olmayı bekler? Öncelikle neler yaptığını, neden canının sıkıldığını sordum küçüğe o da anlatmaya başladı yavaş yavaş.

Sevgilisinden ayrılmış... İçimden "lan benim sevgilim yok bacaksız sevgili yapmış bir de ayrılmış" dedim. Dışımdan da çocuğun kim olduğunu sordum. Jimnastik kursundaki Mert, anaokulundaki de sanırım Arda'ydı tam hatırlamıyorum. -Evet arkadaşlar 5 yaşındaki kuzenim iki farklı yerden iki ayrı çocuğu bir idare ediyormuş- Mert kurstan ayrılacak ve bu yıl okula başlayacakmış, bir de artık futbol oynamak istiyormuş bu yüzden ailesiyle konuşmuş. Benim ufaklık da onu bir daha göremeyeceği için üzülmüş ve sonuç ayrılık. Arda'dan sanırım ayrılmadı çünkü onunla ilgili şeyleri anlatırken (oyunlar, şakalar, etkinlikler) kıkır kıkır gülmeye devam ediyordu. Mert'i anlatırken yaptığı iç çekmeler yoktu.

Artık harfleri tanıdığını, okuyabildiğini ve toplama ve çıkartmayı yapabildiğini söyledi. Hatta bir de evin bir yerinden bulduğu 3-5 kelimelik bir cümleyi bile okudu benim için. Oysa ailesine bu konuda dikkatli olmaları okula başladığında derse odaklanamayacağını anlatmıştım. Kızın zaten hiperaktivite sıkıntısı var daha şimdiden okuma yazmayı öğrenirse 1.sınıfta ne yapacak? Neyse dedim ona da aferinlerle diğer konuya geçtirdim.

Kendisinden 2 yaş küçük olan kardeşinin yaptığı yaramazlıkları, kendi çikolata payını yediğini anlattı. Babası inanmamış kardeşinin yediğine bu yüzden yeni bir tane vermemiş çok sinirliydi ve babasına küsmüş onu söyledi ama sanki anlatırken hatırlamış ve yine kızmış gibiydi bu konuyu açmak iyi olmadı gibi hissettirdi. Akşamında babasına yine tripler atmıştır yine.

Benimle sinemaya gitmek istediğini çünkü artık büyük filmleri izleyebileceğini söyledi (büyük filmleri=altyazılı filmler) bunu yapabileceğimi söyledim gelince sinemaya gideriz dedim ama demez olaydım çünkü onu götürmem demek abisi, ablası ve kardeşini de götürmem demek oluyor. 4 çocuk ve ben harika! Aslında kardeşi gelmeyebilir hala küçük o ama yine de 3 çocuk da fazla...
Bir de istekleri, yemekler, anlaşmazlıkları derken sanırım eve dönmeyip sözümün unutulmasını beklemem en doğrusu -sanki bu mümkünmüş gibi-

Böyle böyle konularla 20 dakikaya yakın konuştuk işte. 5 yaşında falan ama büyüklerle oturup sohbet edebiliyor olması çok hoşuma gidiyor. 15-18 yaş aralığına girmesini bekliyorum kendisiyle ilgili çok eğlenceli planlarım var. Hoş, anne babası bu planları duysa pek mutlu olmaz ama olsun. Hangi anne baba kızını deli kuzeniyle bırakmak ister ki zaten.

E hani saygı?

Yaklaşık 2 saat önce lise zamanında gittiğim bir etüt merkezinde tanıştığım ama o etüt merkezinden ayrılınca bir daha yüzünü görmediğim çocuğun biri beni facebooktan ekledi, ben de eski bir tanıdık diye kabul ettim. Onu hatırlayıp hatırlamadığımı sorduğu bir mesajla da biraz sohbet etmeye başladık. Sohbet iyi hoş giderken konu konuyu açtı ve din, siyaset ve yaşayış tarzımıza kadar konuşmaya başladık. Konuşurken rahattım çünkü bu çocuk zamanında "ne dini ne Allah'ı bırakın bu işleri" şeklinde konuşup herhangi bir inanca sahip kişileri kendi çapında ezen biriydi. Ben hiçbir zaman inançlar hakkında konuşmadığım için de bizim aramızda pek anlaşmazlık olmazdı. Neyse, konu konuyu açınca yazış şeklindeki inşallah, maşallah, hayırlısı, amin gibi kelimeler gözüme çarpmaya başladı, ben de "bu değişimi neye borçluyuz?" diye sordum ve tam o anda çocuk içindeki misyoneri ortaya çıkarıp nasıl dine döndüğünü, içkiyi, sigara ve eğlence hayatını nasıl bıraktığını anlattı durdu. İyi dedim ne güzel kendini bulmuşsun en azından önceden havalı olduğu için ateist olan liseliler gibiydin dedim -tabi bunun daha hafif haliyle- bu sefer de "sen de öyle değil miydin" dedi. Hayır, ben bir yaratıcı olduğu düşüncesindeydim değişmedim hala aynı şekilde devam ediyorum dedim ama sonu gelmesi imkansız bir konuşmaya döndü bizim sohbetimiz. Ben deistliği ve sebeplerimi anlatıyorum o sadece yanacaksın, hiç mi korkmuyorsun falan dedi sonra "ama yine de saygı duyuyorum" diyerek sustu. Ben bu insana daha ne diyeyim? Konuyu değiştirdim okuldan falan bahsettim sohbet yine güzel seyrinde giderken "sormak istediğin, merak ettiğin bir şey olursa sor bana anlayarak okudum ben her şeyi" dedi. Ben malım çünkü okuduğumu anlamıyorum demek istedim ama ilgisinden dolayı teşekkür edip yatacağımı yarın sabahtan dersimin olduğunu söyledim. Kısaca kaçtım konuşmadan. Hem saygı duyuyor hem de değiştirmeye çalışıyor bunun ne tür bir açıklaması var merak ediyorum ama herhangi bir konuda herhangi bir şeyin misyoneriyle karşılaştığımda arkama bakmadan kaçasım geliyor. Hepsi mi aynı olur ya...

28 Nisan 2015 Salı

Bana bir uğraş gerek

Hep yakınıyorum çok yoğun olduğumdan ya da kendime zaman ayıramadığımdan ama şunu fark ettim, benim elimde bir iş yoksa tek görevi fotosentez ve solunum olan bir bitkiden hiçbir farkım yok. Elimdeki işleri ve projemi hafifletince bir de vizelerim bitince bomboş bir insan oldum çıktım resmen. Kime, neye, ne şekilde saracağımı şaşırmış durumdayım. Bugün okuldan sonra kendime 35 ml. minik bir şarap aldım evde kendi kendime içerim hem özledim falan dedim. Tekelciye bazen güven olmadığını görmüş oldum neyse konu o değil. Aldım elime kitabımı ve şarabımı oturdum koltuğa ama boş boş bakıyorum sağa sola. Elinde kitap var insan okur dimi? Yok boş duvara bakıp durdum. Aha dedim depresyon yakında benim bir uğraş bulmam lazım ama düşününce o da çıkmadı bir türlü. Hava oldukça güzel diye yürüyüşe çıkayım dedim, en son rezil olduğum parkta kulaklıklarım kulağımda hızlı hızlı yürümeye başladım. Arada küçük çocuklar gezindi sağda solda derken yorulunca kendimi yine bankların birine attım insanları incelemeye başladım. Oldukça genç olduğunu düşündüğüm kapalı bir abla iki küçük çocukla birlikte oyun oynuyordu. Önce bakıcı falan diye düşündüm ama kadın o iki çocuğun annesiymiş şaştım kaldım doğrusu -hala neyine şaşırıyorsam-. 

İnsanları incelemeyi aslında çok seviyorum ama genelde bunu yanımda biri varken yapınca daha eğlenceli oluyor. Örneğin bir keresinde çocukluk arkadaşımla yine bir parkta otururken gelip geçen insanların hayatları hakkında yorumlar yapar kendi fikirlerimizle gülüp eğlenmiştik. Tabi bunu tek başına yapmak pek eğlenceli sayılmaz çünkü kendi kendime konuşuyormuş izlenimi veriyor. Hadi sessiz oldun diyelim o zaman da bir şeyler eksik hissediyorsun yine tam eğlenmemiş oluyorsun. Bugün az çok onu yapabildim tabi o ayrı.

Hamile bir kedi geldi yanıma yemek dilendi biraz, ben de uslu olmasına güvenip kucağıma aldım eve kadar götürdüm. Hatta kapının önüne koyup "beni burada beklersen yemek getiririm" bile dedim içeriye girmeden önce. Gerçekten bıraktığım yerde oturmaya devam ediyordu koydum kedi mamasını önüne bir güzel yemeye başladı. Bir de doğum yakın sanırım içindeki bebekler kıpır kıpırdı. Çok rahatsız olmasın, kaçmasın diye karnına çok tutmamayı düşünmüştüm ama baktım laf etmiyor elimin altındaki kıpırtıları daha iyi hissetmek için dolu dolu tuttum karnını. Hoş yanımda uslu durması karnı doyana kadarmış onu atlamamak lazım çünkü yiyeceğini yedikten sonra daha yüzüme bile bakmadan çekti gitti. Tabi ben içimdeki oynama aşkını bitiremediğim için eve gelince kendi kedimin üzerine atladım. Hayvan benden nasıl kaçacağını şaşırdı resmen ama elimdeki farklı kedi kokusuna da pek karşı koyamadı. Merak işte ne yapsın o da. 

Yarın eğer birilerini dışarı çıkmak için ikna edemezsem bir kitap bitirir tekrar buralara boş boş gelirim herhalde. Gerçekten bana uğraşacak bir şeyler gerek yoksa sıkıntıdan saçma sapan şeyler yapacağım ki neler yapabilirim şuan bilmiyorum bile.

26 Nisan 2015 Pazar

Konuşmayı ne çok seviyoruz

Gençlerden kaynaklı mı bilmiyorum ama sürekli bir "biriyle sohbet etmeliyim" düşüncesi var insanlarda. Dün akşam yemek yapmaya oldukça üşenip kendime hep sipariş verdiğim yerden bir şeyler söyledim. Para verme-alma durumu bittikten sonra kedimin kendini beğenmiş tavırlarıyla arkamdan yürümesi ve çocuğun "hayvanları çok mu seviyorsunuz?" sorusuyla ciddi ölçüde afalladım. Hayır yani tam kapıyı kapatırken bu soru neden? "evet seviyorum" cevabından sonra "ben köpekleri daha çok severim ama kediler de evde daha kolay tabi" demesiyle kafamı sallayıp tekrar kapıyı kapatma sırasına geçiyordum ki "hep aynı şeyleri sipariş ediyorsunuz... Aslında şu ürünlerimiz de oldukça lezzetlidir... Bir gün denemek isterseniz..." dedi ve "hayır teşekkür ederim ilginiz için" diyerek kapıyı hızla kapattım. Hayır yani sipariş getirdiği eve bir insan neden başka ürünlerin tanıtımını yapar ki? Hem bir bildiğim var ki hep aynı şeyleri söylüyorum dimi ama.  Sanırım ilk defa bir servis elemanına "iyi akşamlar" demeden suratına kapıyı kapattım. Nerede ilginç tip var hep beni buluyor arkadaş ya.

Bu sabah apartman görevlimiz aidatları almak için kapımı çaldı. Aslında sanırım herkesin kapısını önceden çaldı ama beni bulamayınca evde olduğum anı kolladı. Amca başladı konuşmaya "kızım sen gecikmezdin böyle verirdin paranı ne oldu sıkışık mısın bu ay? Konuşalım istersen yöneticiyle"falan diyor ben bakıyorum suratına boş boş. Hayır yani gecikse gecikse 2 gün gecikmiştir çünkü perşembe evdeydim bu demek oluyor ki adam cuma günü geldi. E onda da evde olmadığım için alamadı parasını neden bir anda parasız konumuna düştüm anlamış değilim. Hoş o amca benden pek memnun değil ilk geldiğim günden beri "tövbe tövbe"ler adamın dilinden düşmedi de ne yapayım yani o amcaya göre mi değiştireyim hayatımı? Zaten şurada 2 ayım kalmış evimi özleyeceğim diye içim yanıyor bir de bunlar hiç hoş değil. Neyse ki üst katımdaki iki çocuklu çift beni seviyor da herhangi bir durumda anında yanımda oluyorlar. Genç komşuların faydaları işte. -Hoş adam ilk bir karısıyla iyi olmamı sevmemişti ama sonra o da alıştı. "zarar gelmez bundan" dedi sanırım kendine-

25 Nisan 2015 Cumartesi

Ali'm -Işıl Parlakyıldız-

Geçtiğimiz günlerde Duygu'yu yazdıktan sonra Ali'mden bahsetmemek olmazdı diye düşünerek biraz da ondan bahsetmek istiyorum. Duygu'yu yazarken Işıl Parlakyıldız hakkındaki düşüncelerimden bahsetmiştim zaten bu yüzden hemen başlıyorum.
Tanıtım bülteni;

"Biliyordum, onu gördüğümde yine bütün kalkanlarım bedenimi saracak ve âşık ruhumu saklayacaktım. Artık hiç değilse kendime dürüst olma vaktiydi. Aslı ruhuma işlemişti işlemesine de ben bunu istiyor muydum? Hoş aklıma, ruhuma girerken bana sorduğu yoktu ama korkuyordum. Hiçbir şeyden korkmadığım kadar korkuyordum."

Ali Aral, nam-ı diğer Ali'm.. Karanlık ve acımasız bir hayatı seçmek zorunda kalan, korkularını ve pişmanlıklarını kör bir cesaretin arkasına saklayan bir adam… Ali'm, yetimliğinin acısını; Duygu'ya can, Bekir'e kan, Sado'ya yıkılmayan duvar olarak unutmuştu. Hercai arzuların efendisiyken, bir gün hayatına gökten zembille inen Aslı'yla tanıştığında hayatındaki en büyük eksikliğin ne olduğunu anladı: Aşk... Fakat hayatındaki eksik şeyi yerine koymak sandığı kadar kolay olmayacaktı.

Ali'm, Aslı için yanmayı ve yakmayı öğrenebilecek miydi? Öksüz ruhuna, kana bulanmış geçmişine aşkı anlatabilecek miydi? Ondan kaçan kadını, onu kendinden bile çok seveceğine inandırabilecek miydi?

Hercai arzuların ebedi aşka dönüştüğü Bir Türk Masalı daha...

~~

Duygu'da olduğu gibi Ali'mde de aşkı, dostluğu ve kardeşliği ön planda okuyoruz ki onların arasındaki bağ herkesi kıskandıracak türden o kısmı unutmamak lazım. 

Ali'm ne kadar Duygu'da okuduğumda hayran olduğum bir karakter olsa da kendi kitabında çocuğun içini görmek beni ondan birazcık uzaklaştırdı. Neden mi? Aslı'nın dediği kadar kutup ayısı, ayı, öküz ve bilimum eş anlamlı kelimeyi hakeden biri de ondan! 

Bir insan köpek gibi sevip yine de kendini sevdiğinden uzak tutar mı? Tutar! Hatta tutuyor! Aslı zeki ve azimli biri olmasa Ali'nin fikir ve kararlarıyla okur saç baş yolmaya devam eder yemin ediyorum. Tamam hala çok seviyorum, Ali de kendi içinde parçalandı hatta günlerce uyuyamadı bile ama kendi etti kendi buldu diye fazla bir şey diyemiyorum. Olan garibim öksüz Aslı'ya oldu. 

Ali'nin nasıl bir karakter olduğunu zaten anlamışsınızdır, dik başlı, dediğim dedik, lafından dönmez, inatçı... Ama Aslı'nın da ondan farklı kalır pek bir yanı yok. Aralarındaki en bariz fark Aslı'nın Ali gibi kaçmaması, aksine biraz bir cesretlendirmeyle Ali'ye koşması. Bunun dışında tencere kapak misali al birini vur ötekine harika bir çiftler.

Ali'mde de Duygu'nun otoritesini, Sedat'ın maymun oluşlarını ve Levent'in dalga konusu olmasını görüyoruz. Hatta Duygu'da daha çok görmeyi istediğim Levent'i Ali'yle sık sık laf dalaşına girerken gördüğüm için çok mutlu oldum diyebilirim çünkü şıp sevdi okumuş mafya Levent de biraz zorlansa kendi kitabının karakteri olabilecek biri. Olmamış tabi o ayrı mesele.

Kitapla ilgili beni rahatsız eden şey 3-4 sayfada bir karşıma çıkan sayfa hataları. Cümlede virgül olması gereken yerde nokta konuş olması, cümlenin devamının bir alt satırla başlaması (sanki yeni bir paragrafmış gibi), açılan tırnak işaretinin kapatılmaması gibi hatalar okurken beni rahatsız etti. Hatanın sorumlusu kim bilmiyorum ama umuyorum yeni basılacak kitaplarda böyle şeyler olmaz.

Bunun dışında Duygu'yu okuyan biri kesinlikle Ali'mi de okumalı diyorum ben. Hatta Duygu'yu okuyan kişi son bölümü okumayıp Ali'mi de okuduktan sonra Duygu'ya dönüp o son bölümü okumalı desem daha doğru olur.

24 Nisan 2015 Cuma

Emre'den mis gibi kahvaltı

Tamam o kadar mis gibi bir kahvaltı değildi ama en azından güzeldi ve doydum. Daha önce Emre'nin cinsiyetimizden kaynaklı kızların güzel yemek yaptığı düşüncesini dile getirmesinden sonra bana kahvaltı hazırlaması biraz ironik olsa da arada yapıyor böyle güzel şeyler. Dün öğlen saatlerinde arayıp evden geldiğini ve canının sıkıldığını söylediğinde aslında çağırmaktan çok çağrılmayı beklediğini biliyordum ama aptal ayağına yatıp ben gittim ona çünkü öteki türlü bende postu serip yatacaktı. Neyse, ev arkadaşları gelmediği için tek kalmış beyimiz ne yapacağını bilemeyince de beni aramış işte. Önce akşam çıkalım dedi sonra yorgun olduğum yalanını sıkarak kendimi kahvaltıya davet ettirdim. Aslında daha önce Emre'yle yalnız bir ortamda kalamadığımı, kafa yapılarımızın çok uyuşmadığını söylemiş olsam da arada böyle şeyler oluyor -çünkü ortak tanıdık herkes bir yerlere dağıldı-

Neyse günün bütününü anlatacak olursam öncelikle şunu söylemem lazım, Emre bana 10da gelirsin dedi 10.30da oradaydım ve beyimiz kapı ziline uyandı! Hayır bir de "niye erken geldin ya benim alarmım daha çalmadı" dedi. Şapşal şey normalde dersler için kullandığı alarmın saatini değiştirmiş ama onun cuma günü dersi olmadığı için o alarm çalmak için pazartesiyi bekliyordu doğal olarak. Ben eve girdim Emre elini yüzünü yıkadı eşofman, tişört geçti karşıma oturdu. Açım diyorum kalk hazırla diyor, kalk diyorum ben daha yeni uyandım diyor. En sonunda sinirlendim kalktım gittiğim mutfağa sen masaya bir şeyler çıkar ben markete gidip geliyorum dedi çıktı evden. Önce her işi yine bana kitleyecek sandım ama sözünün eri arkadaşım ekmek, domates, salatalık, biber gibi kahvaltılık şeyleri aldı geldi hemen menemen hazırlamaya girişti. Yardım edeyim falan dedim dokundurmadı sonra 3 kocaman patatesi koydu bunları da sen yap dedi işine döndü. Cidden menemeni, kızartması, zeytini, peyniri derken mis gibi kahvaltı ettik birlikte. Sonra kahvemizi içtik derken hiç tartışma olmadan oturduk saatlerce. Çok da güzeldi keşke hep böyle olsak dedim durdum içimden ama yok yani bir süredir birbirimizi görmüyoruz diye böyleydi belli.

Bir de Emre'nin benim çocuk hakkındaki sorgu ve düşünceleri var tabi. Kahve içerken bir anda çocuk ciddileşti böyle bir ağır abi havalarında ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı sordu. Ben de hoşlanma değil ilgi çekici bulduğumu ve okulda gördüğüm müsait bir anda tanışacağımı söyledim. Emre anında yargılamaya başladı "güvenilir bir tipe benzemiyor" diye diyorum "evlenmeyi düşünmüyorum merak etme" diye ama "üzer o seni" diyor. Diyorum "üzemez, üzmesi için bende bir yeri olması gerekiyor" ama yok tutturdu "sen anlamazsın erkekleri yüzünden belli onun kullanır atar o seni bir kenara" diyor. He me bir şeyler daha söyledi kendince öğüt verdi "o tiplere güven olmaz" falan şeklinde ama diyemedim yüzüne "senin tipin de belli ama sana da güven olmuyor". Hoş kendinin farkında hep diyor 30una geldiğinde aile babası olana kadar böyle devam edeceğim diye de bakalım o "aile babası" sıfatını alabilecek mi.

İşte Emre'yle bir günüm bu şekilde geçti. Hoş sohbetti, güldük eğlendik arada onunla da yalnız kalabildiğimi görmek beni mutlu ediyor. İyi çocuk aslında da biraz fazla ataerkil düşüncede biri. E ben anaerkil bir evden çıkıp kendi başına yaşayan biri olunca ortaya hoş görüntüler çıkmıyor tabi.

23 Nisan 2015 Perşembe

Tatil verdim kendime

Başlık aslında yalan. Yani biraz yalan çünkü evet 4 gün tatilim ama bu tatili kendime ben vermedim. 23 nisan dolayısıyla tatil olan okulum, yarın sabahki ders iptali ve sonrasında gelen hafta sonuyla 4 günlük mis gibi bir tatilim olmuş oldu. Aslında şuan üzerimi giyinip dışarı çıkmak, gezmek falan isterdim ama yaz asla gelmeyecekmiş gibi havalar soğudu. Tamam okul hayatımın tamamında neredeyse 23 nisan yağmurlu olurdu ama bugün ayrı bir soğuk var. Dün de böyleydi ve muhtemelen yarın da öyle olacak. Hal böyle olunca evde kaldım a dostlar.

Havalar soğuk olduğunda kendimi kısıtlanmış gibi hissediyorum. Neden böyle bilmiyorum ama sanki istediğim hiçbir şeyi yapamayacakmışım gibi geliyor soğuk havalarda. Bir de üzerimdeki fazlalıklar var tabi. Mont giymekten nefret ettiğimi söylemiş miydim daha önce? Tamamen ağırlık sebebi ve estetik düşmanı geliyor montlar bana. Bir yere giderken çıkarması, bir yerden çıkarken giymesi, taşıması derken Antalya ya da Mersin'e falan mı gitmem lazım benim okumak için anlamış değilim. Soğuk olmasın bana yeter diyeceğim artık da sonra tutacak absürt bir şehre gideceğim diye diyemiyorum.

2 sene önce alttan ders alırken tanıştığım kızlardan biriyle karşılaştım dün. Tek kolçaklı sandalyenin rahatsızlığıyla elimdeki notlara bakarken bir anda arkadan gelip yanağıma bir öpücük kondurdu. Bunu yaparken saçım çekildiği için tutup hepsini tek omzumda topladım bu sefer de geldi boynumu öpüp "göremiyorum seni uzun zamandır, özlemişim" dedi. O sahneyi gören bir başkası olsa ya da olduysa kesin hakkımızda "lezbiyen" dedikodusu çıkarırdı. Boynumu öpüp "özlemişim" demek nedir ya? Tamam iyi kız, tatlı kız da öpüş şekli beynimde tehlike alarmları çaldırdı bir anda. Hatta dershane zamanında yaşadığım tacizleri hatırlattı desem yeri. Hoş o kızın lezbiyen olduğu çok bariz belliydi ve çevremdekiler beni onun hakkında uyarmıştı ama ben anlamamakta ısrar edip kaşınmıştım. Dershane biterken benden hoşlandığını ve benim de belki hoşuma gidebileceğini söylemesi ayrı bir noktaydı tabi. İtiraf edeyim yaklaşık bir 5-10 saniye "acaba nasıl olur?" diye düşündüm ama sonra hiçbir şekilde ilgimi çekmediğine karar verip uzaklaştım oradan. O öpücükse bunları tekrar hatırlattı bana. Zaten son zamanlarda reglden midir nedir erkek arkadaş ihtiyacı duyuyorum böyle şeyler hiç iyi olmuyor. Benim çocuk da yok ortalarda zaten nereye gittiyse artık...

Mim: Kitap mı? Ben mi?

Geçtiğimiz günlerde D.S.K. beni şuradaki yazısında mimledi. Mimi okuduğumda büyük bir gazla hemen yapmak istedim ama yazarken fark ettim de zormuş be! Ama yine de bu eğlenceli mimi için D.S.K. komşuma çok çok teşekkür ediyorum.

Bir kitap olsam adı: Yarını belli değil -gibi bir şey olurdu

Nasıl bir kitap olurdum: Tamamen günlük tarzda olayların anlatıldığı bir genç kız romanı olurdum kesin. Hani hafif bir dille yazılmış, içinde az çok entrika olan ama günlük rutinleri tebessüm ettiren hafif bir kitap. İçerisinde farklı duyguların da yer aldığı tam bir romantik komedi olurdum.

Kitap kapağında: Blog bannerımdaki gibi günlük bir illüstrasyon olurdu kitap kapağı. Yatan, kitap okuyan, bir şeyler izleyen ya da gezen bir kızın illüstrasyonu ya da belki de daha çok renk içinde bulunduran bir çalışma.

Kime ithaf olurdunuz: Yayında ve yapımda emeği geçen... Anneme ve arkadaşlarıma ithaf olurdum onlar malzeme veriyor ne de olsa.

Arka kapak

Yazarın benim şuan kuramadığım ama onun benim dilimle yazdığı güzel bir alıntı olurdu arka kapakta. Zaten bana kalsa bin adet basılan kitap her kitapçıda bir tane olacak şekilde kalır asla satılmazdı.

Ön Söz

Kitap bensem ve beni anlatıyorsa onda ön söz olmaz ya. Yazar bile bulamaz ön sözde anlatacak bir şeyler. Direkt bodozlama olaya giren kitaplar olur ya tam onlardan olurum. Okuru önden bir hazırlayalım ya da nasıl bir şeyle okur karşılaşacak anlama fırsatı olmadan tak! Birinci bölüm ve Chadaqiel'in hayatı başlar. O da sanırım lise mezuniyetim ve evden ayrıldığım anla başlar. Öncesinde biraz sıkıcıydım çünkü insanlara önem vermeyen, anlık yaşayan ergenliğin verdikleriyle ilerleyen falan. Ne zaman ayrıldım annemin koynundan o zaman kendime gelip bir şeyler yaşamaya başladım. O zaman eğlenceli şeyler yapmaya başladım hatta. Tabi kitap içinde flashbacklerle önceden yaşananlara girilir ama o kısımlardan başlamaya gerek yok tabi.


Mimleme kısmına gelecek olursak varsa kendine güvenen buyursun alsın mimi. Şahsen ben çok basit sanmıştım başta da yok yani değilmiş, kandırıldım... Tabi bu mimi Lady'den ya da Lily'den görmek hoş olabilirdi onu bir altyazı geçmek isterim.

22 Nisan 2015 Çarşamba

Duygu -Işıl Parlakyıldız-

Bir süredir Duygu hakkında yazmak istiyordum ama bir türlü bir yerlerimi kaldırıp yazamamıştım. Işıl Parlakyıldız, Köle'den tanıdığım wattpadde çok sevdiğim yazarlardan biri. Hem kurgusal dünyaları olarak hem de dili olarak oldukça şirin buluyorum kendisini ki Duygu'yu da bu sebeple severek okudum.

Tanıtım bülteni;


Anne sıcaklığı, baba emniyeti olmayan bir dünyada ayakta kalmaya çalışan kırılganlık abidesiydi Duygu. Üç yoldaşı vardı onu taşıyan. "Develerim" derdi onlara. O develer ki İstanbul'un en arızalı tipleriydi. Her ne kadar bela makinesi olsalar da Duygu için tek bir gerçek vardı;


"Bekir candı, Ali kandı, Sedat aşktı." 



Ve hayat onlar için bir duadan ibaretti. İyiyim…iyiyiz… biz hep iyi oluruz. Güçlü olmayı en zorlu yollarda öğrenmiş dev bir çınardı Sedat. Hayatta yorulmuş, aşktan ?çoktan vazgeçmişti. Yüreğini ördüğü çelik duvarlar arasına saklamış acımasız bir adamdı o. Acılarla ?atılmış düğümlerin arasında filiz verebilir miydi aşk? Meleği şeytana döndürüp, şeytanın ruhunu ele geçirebilir miydi aşk?


~~


Kitapta çok sevdiğim iki cümle var. Biri "Bekir candı, Ali kandı, Sedat aşktı." biri de "iyiyim... iyiyiz... biz hep iyi oluruz". İlk cümle kitabı aslında çok güzel özetleyen bir cümle. Diğeri de kişinin kendini motive etmesi açısından kurabileceği çok güzel bir cümle ki kitapta Duygu bu söz için "dua gibi" diyor sürekli. Gerçekten bir dua gibi tekrarladıkça rahatlatıyor insanı.

Duygu, çıtı pıtı ailesini kaybedip develerim dediği üç erkeğe sonsuz bir sadakatle bağlı bir kızdır. 17 yaşında yaşadığı trajik olay sonrasında hayatını kurtaran Sedat, Ali ve Bekir sayesinde tekrar hayata tutunmuş ve yaşamını sürdürmeye de devam etmektedir.

İlk olarak söylemeliyim ki bu tür kitaplar normalde yüzüne dönüp bakmayacağım erkekleri bana sevdiriyor. Ama sadece kitap içerisinde sevdiriyor neyse ki gerçeğe vurmadım. Neyse, Sedat, Bekir ve Ali tam anlamıyla ağır abilerimiz olup aynı zamanda Duygu'yu her anlamda koruma altına alan kişiler.  Tabi bunu tam bir sıkı yönetimle yaptıklarını söylemem lazım çünkü örneğin Duygu telefonu açmasın Sedat utanmasa var olan bütün adamlarını Duygu'nun yanına yollayacak yaşayıp yaşamadığına bakmaları için. Ali ve Bekir deseniz onlar da aynı tas aynı hamam. Ama hepsi gönüllerde farklı yer edecek kişiler. Ali özellikle favorim! Çapkın falan ama o yakışıklılık, o şapşallıkla kim çapkın olmaz ki? Çıksa karşıma onun gibi biri ben durmazdım şahsen. Bekir deseniz aşk adamı. Sevdiği kız için yıllarca acı çekmiş ve sonra muradına ermiş arkadaşımız. En oturaklı abimiz kendisi. 

Kitap Duygu'nun ağzından onun yaşadıkları şeklinde ilerlediği için fazla bir şey yazamıyor olmak biraz sinirlerimi bozdu şuan. Öyle ki yazsam, konuşsam spoilera çıkacak onca şey var. Ama şunu söyleyebilirim ki her kitapta olan saf aşık kız ve onun aşkını geç fark etmesi sonucu ortaya çıkan durumlar. Duygu'nun aptallığı yüzünden bir ara sinir krizleri geçiriyordum kitap başında ve ortalarında ama sonra neyse ki düzeldi. Tamam ben de birlikte büyüdüğüm adamın beni sevdiğine ihtimal vermem ama kafasını boynumdan çekmiyorsa, arada sadece bana gülüp içli bakıyorsa biraz şüphelenmem desem yalan olur. Oysa Duygu hemen kestirip attı "olmaz öyle şey" dedi. Daha sonra da öz güvensizliğine rağmen gördü olur muymuş, olmaz mıymış.

Kitap oldukça sürükleyici yağ gibi kayıp gidiyor sayfalar elinizden ve 600 küsür sayfa bir bakmışsınız bitmiş bile. Zaten Işıl Parlakyıldız'ın bu konuda oldukça iyi olduğunu söylemem lazım çünkü Köle'yi ben başladığım gece bitirmiştim. Ne elimden bırakabilmiştim ne de uyuyabilmiştim, başlamıştım ve bitmişti. Duygu da aynı o şekilde arada çocukların ve Duygu'nun kullandığı argo cümleler ve samimi halk diliyle oldukça beğenileceğini düşündüğüm bir kitap. Bazı şeyleri belki daha açık yazsa çok daha mutlu edebilirdi belki ama can alıcı noktaların eksik olmaması iyi kötü yetebiliyor insana. Tam böyle boş zaman değerlendirme kitabı bence kendisi.

16 Nisan 2015 Perşembe

Erkekleri anlamadığımı söylemiş miydim?

Sınavlarım bittikten sonra benim çocukla konuşacağımı söylemiştim değil mi geçen yazıda? Heh işte o biraz sekteye uğradı. Aslında uğramamış da olabilir, bilmiyorum. Son günlerde çocuk bana o kadar kötü bakıyor ki öz güvenim sıfır! Sunum için giyinip süslendiğim gün suratıma boka bakar gibi baktı. Hatta öyle ki kaşları bile çatıktı. Tanımıyorsun etmiyorsun bu tavır ne çocuk? Hayır bir şey yapsam cidden gam yemeyeceğim ama sinirli gibi değil daha çok "yine mi sen? bir git başımdan" havası verip duruyor. Kızlar da bu durumu fark edince "çocuk rahatsız oldu anlaşılan sen bırak bu işi" dediler ben de peki dedim madem bakmamdan bile rahatsız ben de hayatına girmeden giderim. Ama bugün kantinde yemek yerken tam oturduğum masamın iki önündeki masaya oturup arka kısmımda duvar olmasına rağmen bana dönük oturdu. Aramızda kimse de yoktu, kafamı her kaldırdığımda karşımdaydı. Resmen ben bakmayı kestim bu sefer o başladı bakmaya. Kütüphaneye gidiyorum arkamdan geliyor, bahçede oturuyorum bana dönük sigarasını içiyor -ki bu işi oldukça seksi yaptığını söylemem lazım adam sigarayla sevişiyor- ama daha dün ben bakmama kararı alıp uygulamaya başlarken pislik muamelesi görüyordum gözlerinden. Kaçan kovalanır muhabbeti mi bu anlamış değilim ama ben düz bir kızım ve açık olunması lazım bir şeyleri anlamam için. İlgim hoşuna gidince farklı bırakınca farklı olacaksa hep eğer tanışmamak daha iyi gibi çünkü bu sefer o muhtemel ilişkide ben o çocuğun egosunu tatmin etmem. Bir öyle bir böyle insanlarla uğraştığım yetiyor zaten bu kişilerin sayısını ben daha neden arttırayım?
Yazıyı yazarken kendimi gaza getirdim resmen ve ben gitmemeye karar verdim. Şu saatten sonra gelecekse o gelecek. Gelmeyecekse kendi bilir 2 ay sonra bir daha görmeyecek zaten beni.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Bitse iyiydi ama bitmedi

Üniversite son sınıfta olan öğrencileri normalde zorlamazlar değil mi? Hani dersleri daha az olur ve bu sayede sınavları da az olur. Bizim üniversite için böyle bir şey söz konusu değil. Bitirme ödevim için sabahlara kadar ağlayarak çalıştığım doğrudur. Hatta geçen hafta yaptığım bir hata yüzünden photoshopta 6 saat gözlerim aka aka düzeltme yaptım, bilgisayarım bile isyan etmeye başladı bu duruma. Geçtiğimiz cuma ben projemdeki hatayla uğraşırken pazartesi günü gireceğim sınav için elimde adam gibi bir şey olmadığını fark ettim ve bölümden birkaç kişiyi çalışmak için bana çağırdım. Teknik olarak 4 kız 2 erkek çağırmıştım ama nereden çıktıklarını anlamadığım 2 erkek daha geldi ve kızlardan da sadece biri geldi. Kaldık mı 4 erkek 2 kız bir evde... Normalde sıkıntım yoktur eve gelen insanlar düzgün olsun yeter derim ama tanımak da gerekiyormuş. Çocuklardan biri birinci sınıftan beri taş çatlasa 5 kere muhabbet ettiğim biri olmasına rağmen kapıda bir sarılışı, öpüşü var ki kendimden tiksinmeme neden oldu. Taytım tişörtüm ev halimle dururken kalçalarıma gözleri açık açık bakması, sürekli bir temas bahanesiyle saçlarımı karıştırması, koltukta sürekli dibime girmesi ve en son olarak da "saat 1 olmuş otobüs kalmamıştır en iyisi burada kalalım sabah gideriz" çıkışı yüzünden sinir krizi geçiriyordum. Zaten stresliyim son birkaç gündür her şey altüst olmuş durumda ve kendimi toparlayamıyorum bir de saçma sapan insanlarla uğraşıyor olmak çok sinir bozucu. Tamam, gelen misafiri kovmam ama bu sefer açık açık "saçmalamayın isterseniz bir şekilde gidersiniz artık" diyerek yolladım çocukları. Emre ve Batu anında abi moduna girip "tanımadığın insanları neden evine çağırıyorsun sen" şeklinde kızmaları da bonus olarak diğer gün süsledi hayatımı. Onların ya da daha doğrusu Emre'deki rahatlığın çeyreği bende olsa muhtemelen şu stresle uğraşmadan işimi bitirmiş olacağım ama yok işte. Yukarıdaki benden alıp şu ikisine vermiş.

Son zamanlarda yeni "kankim" olan kişiyi geçmeyelim bu arada. Ali sevgilisinden ayrıldı, aşk acısı çekiyor, tekrar düzenli olarak bana günaydın ve iyi geceler mesajı atmaya başladı. Ben erkek arkadaşıma bu kadar düzenli mesaj yazmıyordum yani helal olsun diyorum çocuğa. Bir de vizelerden sonra 5-6 kişi tatil yapmaya karar verdik ve gideceğimiz yer yerinden tam olarak emin olamasam da Ali'nin ailesine ait bir yer. Sanırım stres bana saçma şeyler yaptırıyor. Neyse en azından üzerime atlayabileceği bir ortam olmayacak bu yüzden korkulacak bir şey yok gibi. Belki iptal bile ederim aslında hiç belli olmaz bana. Şu aralar kesinlikle kendime güvenmiyorum.

Kestiğimi söylediğim çocukla tanışma kararı aldım. Tabi bunu vizelerden sonra kendimi tekrar insana benzetince yapacağım çünkü şuan kuaföre gidecek zamanım yok. Neyse, ben bu kararı aldım almasına ama ne zaman fiziksel olarak biriyle yakın temas kursam çocukla göz göze gelmeye başladım. Ya birinin kolundayım ya kafam omzunda ya da sarılıyorum ama illa bir temas var ve tadaahh çocuk karşımda bana pis pis bakıyor. Muhtemelen çocuğa sürekli bakıp ilgilisini üzerime çektikten sonra başkalarıyla bu şekilde temasta olmam beni onun gözünde biraz orospuya çevirdi ama tamamen masumane hareketlerin tam ortasında görünüp gidiyor. Sanırım kendimi biraz düzeltmem lazım ki gidip tanıştığımda bu kızdan bir halt olmaz demesin. Bu arada pis bakıyor dedim ama gerçekten öyle! İlk bakışlarını gördüğümde bütün cesaretimi kıracak şekilde baktı çünkü. Sanırım bu tür şeyler ona ters ama yapacak bir şey yok ben hep böyleydim böyle de devam ederim. 

12 Nisan 2015 Pazar

Böyle yapacaksanız evlenmeyin

Vize haftam başladı herkesin olduğu gibi ve proje sunumu ve teorik bir sürü dersle uğraşmam gerekiyor bir süre için. Kendime yemek yemek için bile düzgün bir zaman bulamadığım şu zaman dilimimde tam dedim cumartesi hem bedenen hem zihinsel olarak çok yoruldum pazar günü yatayım birazcık dinleneyim sonra kalkar çalışmaya devam ederim. Ama sabah gözlerimi gelin alma adı altında saçma sapan bir etkinlik yüzünden açmak zorunda kaldım! Önce davul zurnayla başladılar tamam dedim ben kahvaltı edene kadar kimi alıyorlarsa alsınlar sonra siktir olup giderler ama gitmediler. Saat kaç oldu ne gelinmiş anlamış değilim o evden çıkamadı ve şu gürültü bir türlü bitmedi! Yıllardır oturuyorum şu evde şimdiye kadar sadece milli bayramlarda çocuk sesleri duyar sineye çekerdim başka da bir şey olmazdı ama en önemli senemin en önemli zamanında böyle bir rezillikle karşılaşıyorum. Başkalarının rahatsız olabileceğini düşünmeden bir insan nasıl böyle bir saygısızlık yapar aklım almıyor! Evet, daha önce böyle bir şeyle sadece tesadüf eseri karşılaşmıştım o da oldukça kısa sürmüş ve nereye şikayet edebilirim diye bakınmadan geçip gitmişti. Ne bende ne de ailemle böylesine gürültülü bir kültür olmadığı için seviniyorum. Uykusuzluğun, hastalık arefesinin vb. şeylerin toplandığı şu anda camı açıp küfür etmemek için kendimi zor tutuyorum. E hani nerede benim haklarım? Üst komşuya çıkıp bunun ne olduğunu bilip bilmediğini, devam ederlerse şikayet etmek istediğimi söyledim ve aldığım tepki "en fazla 2 saat sürer komşuyuz şurada sık dişini" oldu. O da rahatsızdı bundan belli oluyordu halinden. Hem o "komşu" bizi takmazken biz neden onu takalım? 

Bir de rezilliklerin bini bir para resmen. Hayır yani caddenin ortasında gümbür gümbür müzik çalmak ayrı bir de bir grup insanın yol ortasında oynaması ayrı dert. Ev içindekileri rahatsız etmeleri bir kenara o yolu kapatmış olmaları, geçmek isteyen arabalara zorluk çıkarmaları ayrı bir dertti. Çocuk sesine bile katlanamayan biri olduğum açık ama şu yaptıkları saygısızlıktan başka bir şey değil. Eğer ki ben bu yazıyı yazarken ses kesilmiş ve gitmiş olmasalardı polisi arayacaktım. Beni düşünmeyen komşuyu ben neden düşüneyim?

7 Nisan 2015 Salı

İlkokula geri döndük resmen

Bu dönem bizim fakültenin kantininde, yemekhanesinde ve avlusunda daha önceden hiç görmediğim ama tarzıyla ilgimi oldukça çeken bir çocuk gördüm. Bu sene okula başladı diyeceğim 89-90'lı gibi bir görüntüsü var ama önceden kesinlikle yoktu bundan eminim!

Dediğim gibi çocuğun tarzı beni ona çekti oldukça ve ben de fırsat buldukça bakıyorum. Biraz da utangaç bir şey olsa gerek tarzının zıttı olarak ben ona yiyecek gibi baktığımda kafasını kaldırıp 2 saniye bana bakmıyor. Tabi ben de bu cesaretle daha çok bakıyorum derken bir başkasına yapsam bunu şimdiden yanıma gelip çıkma teklif etmişti. En azından bir akşam dışarıya çıkmayı teklif ederdi ama bu isimsiz kahramanımda bir tık yok. Neyse, ben artık ister istemez çocuğu incelediğim için yakın çevremden bazı insanlar ufak ufak fark etmeye başladı ben de bakma sebebime bahaneler üretip ilgim yokmuş gibi davranmaya başladım.Bir süre bu şekilde gittikten sonra arkadaşlarımdan biri bizimkiler değil de "saçma" insanların olduğu bir ortamda "oo bak geldi seninki" dedi. Zaten o noktada hatlar koptu diyebilirim. Herkesten bir "oooo" sesleri, "enişte mi? Ne zamandır? Adı ne?" gibi tepkiler gelmeye. Ben de öyle bir şey olmadığını söylemeye kıvranıyorum tabi. Çocukların sesleri artınca çocuğun dikkatini çektik ve tek kaşı havada bir şekilde bakıp yürümeye devam etti. Ama zaten benim onu izlediğimi biliyordu bir de bu olay olunca iyice rezil oldum! Tamam rezillik değil aslında ama ona o kadar baktıktan sonra sesli bir şekilde karşısında dikilmek pek hoş bir durum olmadı gibi. Çocuğa karşı ciddi bir ilgim yok ki olsa zaten giderdim yanına bir şekilde ama tarzını beğendim ve kafamda onun için farklı bir yer oldu. Hani biliyorum çocuğu tanısam kesinlikle kafamdaki gibi olmadığını görüp hayal kırıklığına uğrayacağım ondan uzaktan bakıp kendimce takılıyorum. Tabi bugünkü olaydan sonra bakasım da kaçtı resmen ilkokula geri dönmüşüm gibi hissettim ve bu hiç hoşuma gitmedi. 20-25 yaş arası  insanlar nasıl böylesine çocuk olabiliyor aklım almıyor. 

6 Nisan 2015 Pazartesi

Hafta sonu yorgunluğu

Hafta sonu abim normalde yapmayacağı şekilde yanında bir arkadaşıyla kalmaya geldi. Cuma akşam yorgunluktan tükenmiş bir şekilde karşımda abimi görünce önce bir sevindim ettim ama sonra baya burnumdan geldi arkadaşlar. İlk önce abimin normalde yapmadığı şekilde "abilik" taslamalarıyla uğraştım sonra arkadaşının yavşaklıklarıyla. Zaten neden geldiler neden gittiler bir türlü anlamadım. Önce yeni temizlediğim evimde sere serpe yayıldılar sohbet etmeye başladık sonra erkenden beni yatmaya yollayıp kendileri oturmaya devam ettiler. Yorgun olmasam dediğini yapıp gitmezdim tabi ama 11.30 muydu neydi adeta sızdım kaldım. Sanırım aralarda uyanıp bir şeyler yapmışım, uyku sersemi birileriyle konuşmuşum ama o kısımlar bende kopuk kopuk. Neyse işte, cumartesi sabahı 9da kahvaltı hazırlamak için uyandırıldım, sinirden gözüm seğirdi ama boşverdim çocuğun arkadaşı evde o aç kalmasın hazırladım bir şeyler. Yahu insan hiç mi demez yemeği kız hazırladı bulaşıkları biz yapalım? Abim normalde derdi ama bu sefer demedi! Daha sonra evi duman altı yapmaları, gürültülü kahkahaları, üzerimdekine ne hadlerineyse kızıp değiştirtmeleri (hafta sonu ben pijamayla otururum normalde ama pijamam tayt gibi vücudumu saran kısa şortlardan değil, bol uzun şort-tişört bir takım), yemekleri, döktükleri derken cumartesi akşam abimi odama çekip kızdım bu ne tavırlar haller diye. Arkadaşından güç bulup beni ezmeye çalışması yüzünden ikisini birlikte evden atabilecek kadar sinirlendim çünkü. Pazar sabahı kahvaltıyı falan onlar hazırladı etti daha az üstüme geldiler ama bu sefer de o arkadaş bozuntusunun saçma salak bakışlarına maruz kaldım. Benim sevgili abicim dışarıya çıktığımızda kolunu omzuma dolayıp "benim o" mesajı çevreye vermeye çalışırken yanındaki yavşağı göremedi bir türlü. Hayır bir de bilgisayarımı bir ara ele geçirdiler aklım çıktı blog için kullandığım browserı açacaklar diye. Açsalar çünkü son kapatılan sayfaların hepsi beni açık ederdi hoş olmazdı. Neyse işte tatilimi elimden alan iki erkek yüzünden bugün ölü gibi gezdim ortalıkta. Hala neden buradalardı bir fikrim yok ama sorup bir de "özledim geldim, iyi bir daha gelmem" şeklinde trip çekemem. En azından ben derse gittiğimde ortalığı kendilerince az çok toparlamışlar da onları yolladıktan sonra bir de onunla uğraşmadım. 

3 Nisan 2015 Cuma

Mevsim -Zeynep Işıklar-

Müptela yayınlarından aldığım ilk kitapla karşınızdayım arkadaşlar. Zeynep Işıklar'ın Bal Köpüğü adlı hikayesini beğeniyle okurken Mevsim'i es geçmem doğru olmaz diye düşündüm ki o hikayede de Mevsim'in yan karakteri olan Görkem'in aşk hayatından bahsediyor. -Aslında kitap kapağındaki renklere hayran kaldığım için kolay kandım- Kitabın tanıtım bülteni;

Dört mevsimi yaşatan iki aşk hikayesi...

Bahar kadar umutlu, yaz kadar tutkulu, güz gibi durağan, kış gibi fırtınalı. 

Bir yanda aşklarını itiraf edemeyen Esra ve Kaan'ın, diğer tarafta geçmişin izleriyle savaşmış Mevsim ve Tolga'nın doludizgin aşkları... 

Duygusallığı ve tutkusuyla… Bazen vazgeçmişliği, bazen umudu ile Aşk'ı şaha kaldıran sayfalar arasında kaybolmak için… Her Mevsim Aşk'ı hissetmek için... 

"Sadece onunla olmak, yanından bir an olsun ayrılmamak, suratı düştüğünde onu gülümsetebilmek, ağladığında ona sarılmak... Her zaman güçlü olmak zorunda kaldığı yorucu hayatında bir mola olmak... Bunların hepsi ve daha fazlası ne zaman oldu bilememek... 
Zamanla olan bir şey değildi aşk. 

Belki sevgi öyleydi ama aşk ilk görüşte ruhunu, beynini, kalbini sorgusuz vermekti… O'ydu. Geçmişim berbat olabilir, onu hak etmiyor olabilirim ama onu bırakamayacak kadar da bencilim."

~~

Konumuz aslında kısaca birçok romantik komedide rastladığımız azılı çapkın bir adamın aşık olması, durgunlaşması ve kendini o kadına adamasını anlatıyor.

Mevsim; anne babasını bir kazada kaybetmiş, abisiyle Ankara'da yaşayan ama daha sonra kendi ayakları üzerinde durup mesleğini yapmaya karar verdiği için İstanbul'a giden genç bir kadındır. En yakın arkadaşı Esra'nın kendi çalıştığı şirketin tasarımı olan binalardan birinde kendisine ev bulması sonucunda binanın mimarı aynı zamanda komşusu olan Tolga'yla terasta tanışır ve o noktadan sonra ikisinin de aklı birbirinde kalır.

Karakterlerin birbirini tanıyış süresi, Mevsim'in abisi Kaan'ın kardeşinin iyiliği için yaptıkları hatta Kaan ve Esra'nın aşkı ve ilişkilerin ilerleyiş şekilleri oldukça hoşuma gitti. Wattpadde hala vazgeçmeden hikaye okumaya devam etsem de bölüm içi konuların sürekli "tanışma", "sevişme", "kavga", "sevişme", "sevişme", "sevişme", "kötü olay", "barışma" ve "sevişme" olması kitap alırken beni biraz tedirgin ediyor. Tamam, insan sevişir ama hangi bakire 3 gün önce tanıştığı kişiyle yatar ki? İşte Mevsim'de bu şekilde olay gelişmiyor. Karakterlerin birbirlerine verdikleri değeri yazarımız çok güzel bir şekilde gösteriyor ve gerçekten birbirleri hakkındaki düşünceleri öğrendikten sonra bir şeyler yaşıyorlar ki bu çok hoşuma gitti.

Yazarın dili oldukça sade ve "acaba tam ne demek istedi" şeklinde kafada soru işareti bırakmayan türden. Yazım şekliyle ilgili tek şikayetim anlatım ağzının sürekli değişmesi. Birkaç sayfa Tolga'nın dilinden olayları dinlerken birkaç sayfa sonra Mevsim'den, Kaan'dan ya da Esra'dan olayları dinleyebiliyor olmamız benim pek hoşuma gitmedi ki bu tür şeyleri de sık sık dile getiriyorum zaten. Olayları çok yönlü görmek oldukça güzel olsa da karakterlerin değil yazarın anlatıcı olduğu bir dil çok daha estetik ve tatmin edici olabilirdi.

Bunlar dışında diğer yan karakterlerden olan Cemre ve Tamer çifti az görünseler de arada sıcak aile ortamı ve dostluğu hissettirmeden geçmediler. Kitap içerisinde onların aşkları hakkında üstü kapalı birçok şey görmemiz bir kenara onlar için de ayrı bir hikaye yazıldı mı ona bir bakmam gerekiyor çünkü yazılmış havası sezdirdi yazarımız. He eğer yazılmadıysa bu durum biraz üzücü olabilir tabi o ayrı bir konu.

Mevsim'i kesinlikle okumalısınız şeklinde bir tavsiyede bulunmayacağım çünkü dizi, film ve kitaplarda çok sık karşımıza çıkan bir konusu var ama romantik komedi seviyorum diyenler varsa onlar tabi ki de bakmalı Mevsim'e.


Edit: Biraz geç gördüm ama Cemre ve Tamer'in de kendilerine ait hikayeleri varmış, ilgilenen olursa şuradan ulaşabilir.

1 Nisan 2015 Çarşamba

Ağda partisi

Proje teslim tarihimiz olanca hızıyla yaklaşırken artık arkadaşlarla yardımlaşmalarımız da başladı. Her gece birimizin evinde sabahlarken bugün ders çıkışı kızlara hafta sonu bende olmalarını söyledim. Hem bu şekilde daha rahat olacağımızı aynı zamanda kendimizce kız partisi verebilirdik. Benim komşular su zamana kadar sorun çıkarmayan yalnız kız öğrencilerinden memnun çünkü. Neyse gece izleyeceğimiz filmden yapacağımız (aslında asla yapmayacağımız) şeylere kadar her şey hakkında konuşup eğlenirken alt dönemlerden fırlama bir tip masaya oturup "ağda partisi mi var? Adres ne bensiz kız gecesi olmaz" diye bağıra bağıra konuşmaya başladı. Çocuğu tanımıyor olmamız bir kenara sesini ayarlayamayan ergenin konuşması hem çevreye bizi rezil etti hem de sinirlendirdi. Bir de yüzsüz yüzsüz "e artık etek giymeye başlayın tabi" dediğinde çantamı kafasına atacaktım ama Mine benden önce davranıp kovdu onu yanımızdan. Tabi bizdeki sinir o gidince geçti mi? Tabiki hayır! Ne biçim çocuk yetişiyorlar bir anlaşam.