29 Mayıs 2015 Cuma

Mezuniyet kınası(?)

Üst sınıflardan duyduğum ama bizim yapmayacağımızı düşündüğüm bir etkinlik vardı mezuniyet kınası diye ama bizim kızlar durur mu atladilar hemen yaptılar. Ve ben su an yine sevmediğim bir ortamda gümbür gümbür bir müzik eşliğinde kafamı masaya vurmak istiyorum. Ya bizim sınıfın kızlarının bu kadar oynak olduğunu bilmiyordum ben. Resmen bütün okul hayatı boyunca pasif bir şekilde oturan, sessiz kızlar müziği duyunca bir oynamaya başladılar nasıl şok geçirdiğimi anlatamam. 2 saat oldu biz geleli oturmadılar bile. O nasıl ayak o nasıl enerji anlamış değilim. Kalkıp oynamadığım halde ben yoruldum onlar ne yapıyor belli değil.
~~
Yazmaya önceden başladığım yazının devamını yine 2 saat sonra getiriyorum. Gülşen'in bangır bangır adındaki şarkısı yüzünden sanırım kusma isteğim var. Normal zamanda daha katlanılır ama  su an beynimin içinde konser var adeta böyle şarkı olmaz.
Yine bir topuklu ayakkabı yüzünden kız olduğuma lanet ettim. Hayır mis gibi babetle gelmiştim nerden çıktı bu topuklu da giydim? Neden kendime bu işkenceyi yapıyorum bilmiyorum hiç. Manyak bir şey oldum çıktım iyice bu atom karıncalar yüzünden. 
~~
Pek erken olmasa da kınanın son yarım saatinden kaçıp eve gelebildim. Hani kızlarla olacağıma erkekleri ikna eder bir yerlere giderdim daha iyi. En azından onlar bu kadar gürültülü olmazdı benim de başım çatlamazdı. Ama neyse atlattık geçti bitti. Şimdi bir kep törenim kaldı onu da atlatayım sonra finalleri ve olacaksa bütleri olsun bitsin yeter artık yoruldum. 

28 Mayıs 2015 Perşembe

Bu nedir arkadaş ya

Son zamanlarda edindiğim en eğlenceli hobi olarak çevreyi dinlemek zaman zaman çok ilginç insanlar görmeme neden oluyor. Öncelikle onlardan biri sabah otobüste hayattan bezmiş arkadaşına bir şeyler anlatan kız. Gerçekten arkadaşı "benim burada ne işim var" der gibi çevreye bakarken konuşan kız "erkeklerin bana bakması güzel tabi de bir anda bir grup erkek bakınca tedirgin oluyorum" demesiyle onları dinlemeye başladım. Kız anladığım kadarıyla sevgili parası yiyen herkesin ona baktığı kanaatini getirmiş öyle Türkiye ortalamasının üstü bir güzelliğe sahip olmayan bir kız. Nispet yaparcasına "ay Mert bana bunu aldı", "beni şuraya götürdü", "geçen çok iğrenç bir yüzük almıştı gittim attım kutuyu yüzüne çok çirkindi, başka bir tane daha alacak" şeklinde  konuşmalarının dışında bir de çocukta onur bırakmamasıyla övündüğünü duyunca sinirlendim doğal olarak. Tabi yine de kızın kafasına bir tane geçirecek yetkim olmadığı için kafa çevirdim dinlemeyi bıraktım o ayrı mesele.

Bu aralar çok sık duyduğum şeylerden biri "üniversite buraları çok bozdu" lafı. Hayır genele bakınca bir şey yapıyor olsak gam yemem ama buranın yerlileri (liseli) çok daha fena. Bir yerde otursan bile gelip rahatsız edebiliyorlar ki bunu sadece erkekler değil kızlar da yapıyor. Hatta kızlar bu konuda daha beter desem yeri çünkü külotlu çoraplarının arkadaki ağ kısmını gösterecek kadar kısa olan etekleriyle 4 erkek 1 kız olan bir ortamda kız içlerinden sadece birinin sevgilisiyken kucaktan kucağa geçmesi ya da sırf üniversiteli diye benim şimdiye kadar yapmadığım şeyleri küçük yaşlarında yapmaları bence bizim suçumuz değil. Ya ben burada ince çorap giyip diz üstü etek giyen kapalı liseli bile gördüm o soğuk kış günlerinde daha neden biz suçlanıyoruz? Teyzenin teki tanımadığım bir çocuğu köşeye sıkıştırıp "görüyorum ben sizi şu köşeyi cenabet yaptınız artık" demesi ve sonra beni de görüp yanlarına çekip aldıktan sonra "siz ikinizi de görüyorum!" demesi bizde şok etkisi yaptı çünkü çocuğu hayatımda ilk defa görüyorum ki öyle olmasa bile ergen miyim ben sevgilimle oynaşmak için kuytu köşe kullanayım?
Kısaca üniversiteli her boku yer düşüncesi yüzünden iftiraya kurban gidiyoruz.

26 Mayıs 2015 Salı

Bu sefer cidden pilim bitti

Fiziksel yorgunluğum ruhsal yorgunluğumu fena halde dövmüş bulunmakta. Son birkaç günüm o kadar yoğun geçti ki sanırım artık ne ayaklarımda ne belimde ne de kollarımda derman kalmadı. Hazırladığımız maketler, projeler, çizimler ve ısrarla elde çizilmesi istenilen planlar yüzünden gözlerimi ve beynimi masada bıraktım artık. Ya ben bu bölüme başlamadan önce gözlük kullanmıyordum şimdi resmen kullanmazsam kör gibiyim. Dün gecenin bir yarısı maket işini halledip eve dönünce bu mesleği asla yapmak istemediğime karar verdim ama bu sabah o maket teslim edildiğinde sınıftaki herkesin yorgun hali gözüme gelince "cha, zorluk çeken bir sen mi varsın? Uyuyamayan, gözleri mor gezen sadece sen misin? Nereden çıktı bu prenseslikler? Kendine gel kızım bu bölüme isteyerek geldin sen!" şeklinde bir ayar verdim kendime ve hocamızın da övgülerini ve hafif eleştirilerini aldıktan sonra yine bölümüme tutundum. Bu işin stresine girmek gözümü korkutmuyor değil ama o ayrı mesele.

Dün gece ben tam yatmadan önce çok ilginç bir şey oldu. Daha önce defalarca hakkında yazdığım Ali saat 3.40 civarında yazınca konuşmaya başladık. Çocuğa sabah 7de kalkacağımı uyumam gerektiğini söylemem bile durmasına yetmedi "istersen uyu sen ama ben son ana kadar seninle konuşmak istiyorum" dedi. Bir süre sonra "sen gidince ben ne yapacağım hiç bilmiyorum" diyince şakayla karışık "ya sen bana mı yürüyorsun bunlar nasıl laflar" diyip güldüm. Yazdı sildi yazdı sildi derken bir süre sonra "aslında neden olmasın?" dedi. "olmaz" dedim "neden" dedi. Hani saçma ısrarları sevmiyorum zaten o ayrı mesele bir de "sen hep 'denemeden bilemezsin' demiyor musun? Neden denemiyoruz?" diyerek benim lafımı bana sattı. Aklımda öyle bir şeyin hiç olmadığını ve konuşma devam ederse aramıza ciddi bir soğukluk gireceğini söylediğim halde devam etti ben de "nerden çıktı bir anda böyle davranmak? Sen eski kız arkadaşının arkasından yas tutmuyor muydun?" dedim.  O da "o başka bir şeydi, seninleyken kendimi çok farklı hissediyorum. Hani derler ya midemde kelebekler filler tepiniyor diye, bende de aynı şey oluyor işte sen çok farklısın" dedi. Baktım konuşmanın artık bir sonu yok cevap vermeyi kestim, o da yazmayı kesti ama işin en ergen ve acınası kısmı bugün gözlerimin içine içli içli bakması oldu. Reddettiğim bir gerçekken neden  böyle yapıyorlar anlamıyorum. 
Tamam ben de bu konuda çok suçsuz değilim daha önce Ali'nin gel-gitlerine hiç bu kadar net cevaplar vermemiş, hep bir hafif flört havasını korumuştum ama yukarıda da dediğim gibi yorgunluğum artık son raddedeyken ısrar etmesi katlanabileceğim türden bir şey değildi. Şu saatten sonra da zaten 2 hafta boyunca daha yorucu günler gelecekken ve ben taşınma işlemlerine başlayacakken hiç onu umursayamam.

24 Mayıs 2015 Pazar

Bal Köpüğü -@bookstealer -Zeynep Işıklar

Aslında Mevsim'i yazmaya başlarken Bal Köpüğü'nü beğeniyle okuduğumu dile getirmiştim. Ama son zamanlarda blog aramalarımda "Bal Köpüğü'nün özeti" sıkça karşıma çıkmaya başladığı için ben de bir bahsetmek istedim.
Mevsim'in yan karakterlerinden olan Görkem'in kardeşi olan Merve ve onun en yakın arkadaşı Azra'nın birlikte Türkiye'ye dönmeleriyle başlıyor hikayemiz. 
Azra ve Merve'nin yıllar sonra geri dönmeleriyle bir süre birlikte yaşamaya karar veren çift, Merve'nin abisi Görkem'in de kaldığı eve taşır ve üçü birlikte yaşamaya başlarlar. Zamanla Azra ve Görkem'in görmezden gelemedikleri bir çekimle birbirlerine yaklaşmaları, Görkem'in az ve öz konuşan hal ve tavırlarıyla birleşince ortaya ikisi için oldukça ilginç bir ilişki ortaya çıkarıyor.

Azra'dan "Bu kadar yakışıklı olmak zorunda mıydı, bir süre evinde yaşamak zorunda olduğum bu adam? Ne olurdu sanki her hangi biri kadar sıradan olsa ve benim aklımı başımdan alan o bakışlara sahip olmasa?Aynı zamanda hem bu kadar sıcak hem de bu kadar soğuk olmayı nasıl başarıyordu? Sadece gözlerine daldığımda ısınırken, dokunduğum da nasıl buz kesiyordum?"

~~
Geçtiğimiz gün 16.bölümünü yayınlayan hikaye bölümler yavaş gelse de ilgisini korumaya devam ediyor. Görkem'i karakter olarak tam çözememiş olsam da -ki Görkem de aslında kendini pek çözebilmiş değil bence- Azra açık bir şekilde neler hissettiğini belli eden bir karakter. Hikaye onun dilinden okuduğumuz için onu anlamamız tabi çok daha kolay ama Görkem'in dilinden okuduğumuz birkaç küçük kısımda Görkem hala kendini çözebilmiş değildi. Azra, şimdiye kadar hiçbir erkeğin boyundurluğu altına girmemişken kendini Görkem'e tam olarak kaptırmış durumda. Görkem'in sürekli olarak soğuk davranışları Azra'nın yanlış sonuçlara varmasına neden olsa da bu sorunu bir süre sonra (tahminimce bir kavga ya da olayla) çözüp kısa süreli mutlu anlarına devam edecekler. Bu noktada merakla beklediğim Görkem'in içinde yaşadığı şeyleri görüp göremeyeceğimiz. Azra sürekli bir yarı pişmanlık durumundayken Görkem'in ortalıkta rahat rahat dolaşması şahsen beni mutlu etmiyor çünkü. Azra ne çekiyorsa o da çekmeli...


Azra ve Görkem dışında yan karakterler olarak göreceğimiz çiftimiz de Merve ve 6.bölümde tanıştığımız Okan. Şuan 16.bölümde olduğumuz için çiçeği burnunda çiftimiz hakkında bir şey söyleyemesem de Merve ve Okan Görkem'le oldukça uğraşacaklarmış gibi bir hissim var çünkü Görkem ilginç derecede sahiplenici bir yapıya sahip. Tabi Azra'yı da sahipleniyor ama bu işi kendi yollarıyla emirler yağdırarak yaptığı için çiftimiz yalnız kaldıklarında ufak tartışmalar yaşayıp duruyor. E kolay değil tabi Azra için şu yaşına kadar bütün erkekleri parmağında oynat sonra gelsin biri seni parmağında oynatsın.

Hikaye bence hala tam oturmuş değil ama hoş ilerlediği söylenebilir. Şuan için okumaya devam etmemek için hiçbir sebep göremedim ki dediğim gibi Görkem'i çözmek ve sürekli bahsettiği "özel hayatının" ne olduğunu tam anlamıyla öğrenmek istiyorum. Genele bakınca sakıncalı bir şey olmamasına rağmen sanki hala ortaya çıkarmadığı şeyler varmış gibi...

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Geldiği gibi gitti dost

Mine gitti arkadaşlar. Hatta giderken içime çılgın bir öküzü  bırakıp gitti sanki birkaç ay sonra geri dönmeyecekmişim gibi ama olsun onu o otobüse bindirmek benim için oldukça zor oldu diyebilirim. Aslında pazar akşam gitmesini planladıysak da babasının çeşitli bahanelerle onu çağırması, kızması vb. şeyler yüzünden erkenden dönmesi gerekti. Yapacaklarımızı yapmış evde pinekler hale gelmiş olsak da karşılıklı oturup sohbet etmek ya da gece beni yataktan atmaya çalışmalarını özleyeceğimi söylemeliyim. Hatta bugün bile gitmeden önce "keşke dün biraz daha dişimizi sıkıp geç yatsaydık" dedik ama onca günün yorgunluğuyla yattığımız yerde kaldık nasıl oturalım dimi. Hoş ben onu uyutup telefonda takılmaya devam ettim ama yapmasam da olurmuş çünkü şimdi bütün günler zaten benim. 
Mine dün sabahki derse benimle birlikte geldi. Okula biraz olaylı bir girişi oldu yasak olduğu için ama kim tutar bizi dedik girdik (aslında çok basit oldu çünkü otobüs beklerken hocalarımdan biriyle karşılaştım o da arabasına aldı bizi). Benim çok sevgili tutucu hocamın dersine birlikte girip çıktık sonra da okul içinde biraz takılalım dedik ki o anda benim eskiden kestiğim çocukla karşılaştık. Mine daha önceden onun gizlice çektiğim fotoğrafını görüp kendisinin pek beğenmediğini ama benim tarzım olduğunu ondan bir şey söylemeyeceğini söylemişti ama kendi gözleriyle çocuğu görünce "cha sen manyak mısın? Bu ne kızım bu tipin nesine baktın sen? Her mühendislik fakültesinde bulabileceğin loser bir şey bu! Kesin makine ya da elektriktir bir de kızsız yerden çıkmıştır iki üç kur yapsan heyecandan ölür gider" diyip hem onu hem beni ezdi durdu. Daha sonra da okulda bana başka birilerini aramaya başladı. En sonunda da her zamanki gibi bana yakıştırabileceği birini bulamayıp vazgeçti. Aslında sürekli birbirimiz için birilerini arar ama kimseyi yakıştıramayız. Ben en son Mine'yi Batu'yla yapmaya çalışmıştım -ki olsalar muhteşem bir çift olurlardı- ama o zamanlar Batu'nun bana henüz anlatmadığı hoşlandığı biri varmış ben bunları yalnız bıraktığımda da Batu Mine'ye o kızı anlatıp öğütler almış... Ben ne için bırakıyorum onları onlar ne yapıyor diye baya kızmıştım sonrasında. Daha sonra da Batu'nun henüz bana anlatmadığı bir şeyi Mine'ye anlatmasına kızıp trip atmıştım. O zamandan beri de Mine'ye birini ayarlamaya çalışmıyorum ki o kendisi buluyor zaten birilerini. Sorun benim bulamamamı düşünmesinde ki o konuda bir şey demiyorum. Onun dediğine göre bu seçiciliğimle evde kalacakmışım ki o da şuan için kafama takacağım bir dert değil.
Şimdi tekrar gözüme Mine'nin karşısında geçen çocukların boylarına, saçlarına, yürüyüş hatta ten renklerine göre ayıklama yapıp beğenmemesi geldi yine hüzünlendim. Son günümüz olduğunu bilsek daha çok zaman geçirirdik bir de sürpriz ayrılık şok etkisi yarattı biraz bende.

22 Mayıs 2015 Cuma

Kaçamak

Ben istediğim kişiyle, istediğim yerde ve zamanda istediğimi yapamayacak mıyım? Yok o ne der, biri görürse hoş olmaz, bu şekilde giyinirsen şöyle şöyle olur, bu saatte dışarı çıkarsan başına bir iş gelir vb. cümleleri ben sürekli duymak zorunda mıyım? Havalar deli gibi sıcakken o kotun içine sıkışmak zorunda mıyım? Ya da başkaları ne düşünür diyerek çok sevdiğim arkadaşlarıma yakın davranamaz mıyım? Böyle yasaklar varsa bunları ilk ortaya atan kim? Gecenin 3ü 4ü bile olsa kim karışabilir benim yaptıklarıma? Başkalarına zarar versem bir nebze ama kimseye bir zararım dokunmazken neden sürekli bir yargılama? Bana bunları söyleten nedir peki? Kaldığım küçük şehirdeki sinir bozucu, at gözlüklü halk!
Geçtiğimiz çarşamba hava sabahtan çok sıcaktı diye akşam saatlerinde dışarı çıkalım, bir yerde oturur sohbet eder sonra eve döneriz diye düşünmüştük Mine'yle. Daha sonra hava güzel olduğu için eve dönesimiz gelmedi ve bizim grubu çağırıp eğlenelim bari dedik kalabalık iyi oluyor sonuçta diye. En başta gelenlerin Mine'ye karşı flörtöz tavırları, kağıt oyunları, sohbetler derken saat 1 oldu ve otobüs de kalmadığı için eve yürüme kararı aldık Mine'yle. Zaten bu noktaya kadar her şey normaldi. Merkezin o saatte çok açık yeri olmadığı için sabaha kadar açık pastanemsi kafemsi bir yere girip karnımızı doyurduk sonra eve doğru yürümeye başladık. Yolda laf atanlar mı dersiniz, sözde kendi aralarında sessizce konuşup "iş aramaya çıkmışlar gitsek mi" diyen mi dersiniz olabilecek bütün iğrenç ithamlarda bulundular ikimiz için. Neyse dedik yol bu şekilde gitmez taksiye binelim o zaman diye oradan da taksi durağına yürürken yanlarından ayrıldığımız tayfanın bir kısmını işten çıkan arkadaşlarını beklerken bulduk. Zaten orada boş boş oturuyorlar diye biz de yanlarına gidip oturduk o arada da bir çocuk parkına geçip sesli sessiz sohbete başladık. Çocuk gibi salıncakta sallanmamız, bulduğumuz bir topla voleybol oynamamız derken birinin polis çağırmasıyla bütün eğlencemiz tuzla buz oldu. Birileri "gençler parkta rahatsız edici, ahlaksız şeyler yapıyor" demiş bu yüzden polis yanımızda bitti tabi. Hepimizin kimlik göstermesi, nasihatler ve azar bitince polisler Mine ve bana döndü "sizin aileniz nasıl izin veriyor bu saatte dışarıda olmanıza" dedi. Üniversite öğrencisi olduğumu ve kimseye hesap vermediğimi söyleyince gittiler ama sanki arkalarını döndüklerinde sesleri bize gelmiyormuş gibi "hep bu üniversite öğrencileri buraya geldi diye oldu zaten. Çocuklarımızın ahlakları bozuldu. Bir de tacize uğradıklarında şikayetçi oluyorlar ya şaşıyorum. Zaten hepsinin kiminle neler yaptığı belirsiz..." şeklinde kendi aralarında konuşmaya başladılar. Biz zaten Mine'yle sinirden kıpkırmızı olduk o başka çocuklar da ayrı bir sinirlendi "ne yaptık lan biz o ne biçim laf" demeye başladılar. Hepimizin havası kaçınca da ayrılalım dedik. Aynı yoldan gideceğimiz iki kişi daha bize katıldı ve eve yürüdük, yürürken de aynı polis arabasına 2 kere daha rastladık artık ne yapacağımızı düşünmüşlerse devriye sahalarını bizim çevremizle sınırlandırmışlardı.
Üzerimizde de "iş" arar bir şey yoktu hem bunlar olurken. Mine opak çorap üstüne etek ve tişört giymişti ben de dizimden en fazla 4 cm yukarıda biten bi şort ve tişört. Ne açıkta bir yerimiz vardı ne de saçma bir hareketimiz. Alkol bile almamıştık yine de o saatte dışarıda olmamız ya da yanımızda erkek olması bizi orospu olmaktan kurtaramadı.

Mine'nin banyoya girmesi resmen fırsat oldu bana yoksa yazmadan geçip gidecekti 3 gün daha. En azından tek arızalı gün çarşambaydı onun dışında problem yaşadığımız hiç bir şey olmadı ki 2-3 şeyi çıkarınca da çarşamba günü oldukça eğlendik.

14 Mayıs 2015 Perşembe

Mim: Depresyon

Gizemlikimlik beni şurada mimledi biraz önce arkadaşlar ben de malum bekletmeyi sevmediğimden hemen cevaplayayım dedim. Tekrar teşekkürler yavrum mim için.

Mim iki sorulu ufacık bir mim onu da söylemeden geçmeyeyim.

1) Depresyona ne sıklıkla girersin?
Aslında ben depresyona girmem. Çok nadir bazı olayları kafama takar sonra yoluma devam ederim. En son ergenlik başlarında tam anlamıyla depresyona girdim sanırım ama sonrasında öyle kendimden nefret ettiğim ya da her şeyin yanlış gittiği, kimsenin benden hoşlanmadığını düşündüğüm bir dönemim olmadı. Projem yetişmemişse, ödevler biriktiyse ve finallere çok az kaldıysa o dönem panik yüzünden biraz saçmalayıp afalladığım olur ama diğer türlü suratımdan gülümsemeyi silmek biraz zor.

2) Bu gibi zamanlarda ne dinlersin?
Bir önceki soruda anlattığım gibi (depresyon değil de biz ona panik ve yorgunluk diyelim) anlarda daha çok Mediaeval Baebes, The Piano Guys ya da Yann Tiersen dinlerim. Sakin sakin yumuşatırlar beni iyice. Bu üçlüyü çizim yaparken de sık sık dinliyorum nedense bana ilham veriyorlar. 

Bundan önceki iki mimde yaptığım gibi paslama işini es geçip isteyenin almasını şuraya not ediyorum. Adımız yazmıyor diyerek almamazlık yapmayın, siz isteyin 2 saniyede eklerim ben isminizi.

Birileri geliyor

Benim için zor bir hafta geliyor gibi görünüyor şimdilik. Dün akşam çocukluk arkadaşım bir fotoğraf paylaştı ve yorumlarla sonra da mesajla konuşmamızı uzatmaya başladık. İyi kötü sohbet ederken uzunca bir süre görüşmediğimizi fark edip şu dönemde ben hiçbir yere gidemeyeceğim için onu yanıma çağırdım o da hemen kabul etti. Hatta işi uzattı "hafta sonu bize az gelir ben müdürle konuşayım iznimi alır senin yanında kullanırım" dedi ve önümüzdeki hafta boyunca benimle birlikte kalacak. Bunu ikimiz de bir ön hazırlık olarak düşünelim bile dedik hatta çünkü yakın evler, ilkokul, ortaokul ve liseden beri beraber olduğum bu kızla hep bir aynı evde yaşama hayalimiz vardı. Aslında çok farklı iki kişi olduğumuz halde bu zamana kadar yan yana olmamız mucize gibi bir şey ama katlanıyoruz birbirimize. 

Önümüzdeki hafta beni zorlayacak en büyük şey muhtemelen sosyal medyadan uzaklaşacak olmam. Genelde mobilden bloğa giriyor olsam da bahsettiğim arkadaşım (Mine diyelim ona) kesinlikle teknolojiden hoşlanmıyor. Telefonu, bilgisayarı hatta sinemayı bile itici bulur ve onunla karşılıklı geldiğinde ya oturur kitap okursun ya hafif bir müzik dinlersin ya da sohbet edersin. Tabi ev içindeysen çünkü dışarıya çıktığı gibi atom karınca gibi oradan oraya gider durur. Bir keresinde kahvaltı diye sabahtan evden çıkıp sonrasında çayı ve tatlıyı farklı 2 yerde yiyip içmiştik. Karşısındakinin suyunu çıkarmadan rahat etmiyor ama eve dönünce tamamen sessiz sakin bir yer istiyor. İlginç bir insan ama seviyorum işte ne yapalım.

Mine'nin bana ilk gelişi arkadaş çevremdeki kızlar arasında büyük bir olay yaratmıştı çünkü morali kötü olan arkadaşım toplayıp eşyalarını gelmiş ve sonrasında bütün arkadaşımı benden alırcasına kendine bağlamıştı. Önce utangaç olup sonrasında kabak çiçeği gibi açılıyor canım arkadaşım çünkü. O zamanlar erkek arkadaşıyla yaşadığı sıkıntı yüzünden -ve benim bu konu hakkında insanlara yardım edemiyor olmamdan kaynaklı- bütün kızlar ona öğütler vermiş moralini düzeltmesinde, ilişkisini yoluna koymasında yardım etmişti. Şu an o ilişkinin yerinde yeller esmesine rağmen Mine dün "yine kızlarla toplanırız dimi" diye sormadan edemedi. Tabi o kadar ilgi benim üzerimde olsa ben de severdim. Neyse, bu konuda çocukluk arkadaşımı kıskanacak değilim. Hem kızlar kötü olduğumda aynı ilgiyi bana da gösteriyor.

Şimdi en büyük sıkıntı Çakıl (kedim) çünkü Mine dünya üzerinde insan dışında 4 bacaklı, kanatlı, büyük, küçük, tüylü vb. bütün canlılardan korkuyor. Bir hafta boyunca yanımda kalacakken korkması pek iyi bir şey değil ve arada derse gitmem gerektiğinde ikisi evde yalnız nasıl kalacak bilmiyorum. Ve bunu yaşayıp görmekten başka çarem yok. Çocuğum gibi sevdiğim kedimi sokağa atacak değilim sonuçta.

Yalnız benim Batu2 kılıklı Mine için evin her köşesini pırıl pırıl yapmam gerekiyor yoksa dilinden kurtulamam. Rahat rahat öğrenci evi bile olamıyor evim hep birileri yüzünden dip köşe temizleniyor...

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Yine bir aşerme günüydü

Daha önceki yazılarımın birinde aşermelerimin çok aşırı seviyede olduğundan bahsetmiştim. Bugün de sabah gözlerimi patatesli gözleme diye açtım ama tereyağ olmadan yapılmış, hafif bir gözleme. Sabah kahvaltı etmeyip öğlen yemekhane ya da kantine saldıran biriyimdir normalde ama canım gözleme istiyor ya elim başka hiçbir şey almaya gitmedi. En sonunda halime acıyan arkadaşlarım çıkışta birlikte yeriz diyerek beni avutmaya başladılar derken dersler "gidicez dimi gerçekten?" ve "of bi bitemedi şu ders açım ben!" şeklinde yakınmalarımla geçti, bitti. Çıkışta herkesten bir kazık yiyerek sadece Batu'yla kaldığımı bir kenara not etmek istiyorum ama. Sanırım insanları bütün günkü şımarık tavrımla kendimden soğuttum ama o gözlemeyi yemezsem ölebilirdim! Neyse, çevreye sordura sordura bulduğumuz gözlemeciye kendimizi attık Batu'yla ki bugün hava anlamsız derecede sıcaktı (gölgeler iyiydi ama). Yeri ararken ikimiz de buharlaşıp uçacaktık hatta arada garibim "patatesli pide olsa olmaz mı? Ya da börek? Bak börekçi var burada hem onu bir ye belki tatmin eder" diyerek ikna etmeye çalıştı beni ben de triplere girip onu yollamaya çalıştım tabi. Bir an kendimi onu zorla yanımda tutuyormuş gibi hissedip vicdan da yaptım iyi bir duygu karmaşası oldu ki bunların da bütün suçlusu pms. Gözlemecilerdeki tipik otatintik havayı bilirsiniz sedirler, iskemleler, tülbenti başında teyzeler ve daha birçok şey. Bizim gittiğimiz yer de öyle bir yerdi işte. Siparişi ben küçük bir çocuk gibi verdim yerimde zor oturuyorum falan siparişler geldi ben yumuldum iki gözlememe. Zaten asıl olay da orada patlak verdi. Gözlemeleri yapan teyze Batu'ya "hanım kız hamile mi?" diye sordu. Tamam göbeğim var kabul ediyorum ama saklayabildiğim bir şey öyle önümden yürüyen bir şey değil ki. Ne hamilesi ya? Ben kızıp teyzeye cevap vermezken Batu güldü hem de baya güldü. Tabi arada "obez oldun diyorum ben sana sen hala yiyorsun" şeklinde şeyler söylüyor. Benim moral oldu mu altüst. Biraz daha zorlasa oturup ağlarım gibi hissederken teyzenin ağzından "çok da gençsiniz, kaçıp mı evlendiniz" gibi bir soru çıktı. Batu'nun gülmesi kesildi tabi o an kadın kaptırdı gidiyor diye. Dedi işte "yok teyze arkadaşım o benim, canı çekti konusu açılınca yiyelim dedik" falan diye sıralıyor bir şeyler. Teyze inanmadı ama "ailenizin gönlünü alın evladım, küs kalmayın olmuş bir hata büyütmeye gerek yok" diye öğütte bulundu. Çıkarken Batu hala "kadına bak iki dakikada 3 sezonluk Türk dizisi senaryosu yazdı kafasından, bizi de başrol yaptı" dedi. Tabi o nereden bilsin Türk teyzesindeki potansiyeli şok oldu tabi. Ben kafasına takmamasını falan söylerken başladı yine aldığım kilolardan bahsetmeye, dalga geçmeye. Bir de pişkin pişkin "şu göbekle aşerdim aşerdim dersen tabi hamile derler sana" diyor. Geçirdim omzuna önden hızlı hızlı yürüdüm. Attı kolunu omzuma sırıta sırıta yürüyüp hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etti ama benim tribim hala devam ediyor. O farkında değil ya da kale almıyor ama olsun şu ara kendimden her şeyi beklerim ben. Trip atmam diyen ben onu bile yapıyorum daha ne olsun dimi ama.
Bu arada bütün gün hiçbir şey yemeyip iki gözlemeyi mideye indirince vücudumun isyan ettiği bir gerçek. Bu kadar ağrıdığına göre istediğim kadar hafif değilmiş ama olduğu kadar artık ben tatmin oldum ne de olsa.

Otobüsle giderken bir kız gördük Batu'yla küçük bir şey, liseye gidiyor olabilir ama minicik ve saf bir şey böyle. Yanında abla abla dediği (kendinden en fazla 2 yaş büyük) bir kızın sorgusu altında utana sıkıla sevgilisini anlatıyordu. Ben de dinledim tabi kaçırır mıyım.. Kızlardan büyük olan "e yok mu fotoğrafı" diye sorunca küçük olan kıpkırmızı kesildi. "Ya aslında var ama utanırım" falan dedi hatta ki orada ben kafamı Batu'nun omzuna gömüp gülmemi saklamaya çalışıyordum. Nasıl bir fotoğraf ki utanıyorsun kızım diyesim geldi o an ama sessizliğimi korudum tabi. Sonra küçük olan bir şeyler gösterdi, büyük olan tatmin olduğunu gösteren sesler çıkardı falan küçük kız devam etti "güvenlik görevliliği yapıyor, spora falan gidiyor sürekli bu yüzden çok görüşemiyoruz" diye minik bir yakınmada bulundu. Büyük olan da çalıştığını duyunca "kaç yaşında ki çalışıyor?" dedi küçük olan yine kafasını eğerek "şey... abla... 88'li" dedi. Haydaaa dedim içimden bu kız 98'li desek hadi taş çatlasın 96'lı ne yapsın 27 yaşında adam bu çocuğu? Neyse dedim yine çocuk genç seviyor demek ama gözüme de batmadı değil hani. Bir de kız konusunu açmaya utanır bir tipken yanında kendinden oldukça büyük birini bulundurması... Bana biraz uygunsuz geliyor bu tür şeyler. Aslında yaşla derdim yoktur ama gelişmişlik olarak uymuyor belli yaş aralıkları. Örneğin 20 yaşındaki bir kız 25-28 yaşında biriyle olursa bu oldukça normal gelir ama 17 yaşında bir kız 23-25 yaşında biriyle birlikte olunca durum gözüme pek mantıklı görünmüyor.

Kısaca günümün özeti, aç kalmak, aşermek, yürümek, trip atmak ve insanları dinlemekle geçti. İyiydi güzeldi ama bitmeyecekmiş, geri dönmeyecekmişim gibi hissettim bugün.

12 Mayıs 2015 Salı

Alışveriş ne lanet iş öyle

Evet arkadaşlar ben türümün nadir bulunanlarından biriyim ve kesinlikle alışveriş yapmaktan hoşlanmıyorum. Bir ara ebay ve aliexpress sayesinde Türkiye'de olmayan ya da çok pahalıya bulunan ürünleri ucuz ucuz alıyor evden çıkmadan o işi hallediyordum ama doların düşmemesi ve artmaya hızla devam etmesi (burada bahsettiğim zaman diliminde dolar 1.90ken 1.70e inmesini falan bekliyordum şimdiyse 2ye inse dünyayı satın alacağım) benim alışveriş şevkimi tamamen kırdı. Gezmek, giysi denemek ya da indirimini beklemek benim gözümde ölümden farksız ama artık öyle bir şansım yok çünkü mezuniyet kapıda! Şurada kalmış 1,5-2 hafta ben hala elbise bakıyorum. Bugün ayaklarımda derman kalmayana kadar gezmiş olsam da istediğim gibi bir şey bulamadım. Aslında ne istiyorum ben de bilmiyorum, kafam allak bullak. Bir de mezuniyete kiminle gideceğim konusu var tabi... O da belli değil henüz. Aslında bizim kızlardan tek gidecek olan var 2-3 tane ben de aralarına katılsam çok sırıtmaz herhalde diye düşünüyorum. En kötü orada boştaki birini gözüme kestirir bütün gece kendime kavalye yaparım. Abini kuzenini falan neden çağırmıyorsun diye sorarsanız onun cevabı çok basit., kısıtlanmamak için. Giydiğime tek gece için karışılmaz belki ama yediğim, içtiğim, kiminle dans ettiğim kısaca neredeyse her şey için daha sonradan hesap verecek abiler... Yok onlar olmasa da olur.
Giysi diyorduk... Uzun mu? Kısa mı? Kloş mu? Balık mı? Straplez mi? Askılı mı? Hayır yani bunları düşünmekten bitmek üzere olan projemi tam bitiremedim de. Ne olurdu katılmasaydım baloya? Hep bu gaza getirenlerin suçu hep! Elbise bitse ayakkabı, çanta, saç bilmem kaç model çıkarırlar önüme. Neden bana bu kadar az kızsal özellik vermişler merak etmeye başladım. En azından şu işkenceden zevk alabilirdim o zaman.

10 Mayıs 2015 Pazar

Çılgın doğum günü

Geçtiğimiz çarşamba yakın arkadaşlarımdan birinin doğum günüydü biz de ona sürpriz parti hazırlamaya karar verdik. 5 kızın bulunduğu partimizde evi kullanılacak kişi ben olsam da doğum günü çocuğunu oyalama görevini bana verdiler ki biz yokken onlar evi ayarlayabilsinler. Başlarda ilk bir nasıl oyalayacağımı bilemesem de daha sonra mezuniyet için giysi bakarak oyalamanın kötü bir fikir olmayacağı aklıma geldi ve 4 saat aralıksız gezdik durduk! Eve dönerken ayaklarım artık bana bağlı uzuvlar değilmiş gibiydi hatta. Ama eve girdiğimizde o bilgisayarda açılmış doğum günü müziği, balonlar, yiyecekler ve her şey o kadar güzeldi ki içimde önünü alamadığım bir kıskançlık birikti. Bana daha önce hiç böyle bir şey yapmadılar çünkü... Neyse, bir gün bana da biri böyle sürprizler hazırlar ümidiyle beklemeye devam edeceğim. Evde yiyip içtikten sonra kabımıza sığamayıp başkalarını da arayıp kendimizi sokağa attık hep birlikte. Dışarıya çıkarken benim aklımda nereye gideceğimiz yoktu ama kendimi bir anda fasılın ortasında bulunca şaşırmadım değil hani. Kızlar erkekler ortaya çıkıp oynamadılar mı ya da içme yarışı yapıp kendilerini şekilden şekle mi sokmadılar neyi anlatsam bilemiyorum ama üzerinden günler geçmesine rağmen aklıma geldikçe gülmeden edemiyorum. 11 gibi fasıldan çıkıp daha az sesi ulan pub tarzı bir yere gidip oturduk ki asıl rezilliğimizin oradan çıktığını söylesem yalan olmaz. Zaten herkesin çakır keyif olduğu ortamda fırlama arkadaşlarımızdan birinin "hadi sayko oynayalım" lafı gecenin bombası oldu. Doğum günü kızımızı kurban olarak seçip onu bir süre için dışarıya şutladıktan sonra bilmeyen diğer kişilere oyunu anlatıp başladık gırgır yapmaya. Zavallı doğum günü kızı bir ara "ya yanındaydım o gün ne demek yoktum", "cha yalan söyleme onun öyle olmadığını ikimiz de biliyoruz", "ne biçim oyun bu böyle herkes yalan söylüyor!" diyip çıldırınca ve bizim kahkahalarımız normal sınırın üzerine çıkınca bir ara kovulacağımızı düşünmüştüm. Sonuçta oyun yaklaşık 1 saat boyunca doğum günü kızımız karşımızda sinir krizleri geçirerek son buldu. Ama en son olayın ne olduğunu anlayıncaki rahatlaması sanırım en büyük hediyeydi ona. Öyle ki en başta oyunun ne kadar saçma olduğunu ortaya atsa da bittiğinde oyunu bilmeyen biriyle oynamak için can atıyordu. Kendisi sürünerek öğrendi tabi başkalarını da süründürmeden rahat edemeyecek. İşin kötü kısmı ortada sır falan kalmadı. Herkes birbiriyle ilgili belki sadece tek bir kişinin bildiği birkaç sırrını oyunla ortaya çıkarmış oldu ki o da olsun dedik ne yapalım. Şahsen ben sanmıyorum o kafadayken herkesin geceyle ilgili bütün detayları hatırlayacağını. Eve nasıl döndüğümüz bile büyük bir sırken hem de. Gerçekten ama kızlarla taksiye bindiğimi, çantamda anahtar aradığımı, eve girince ayakkabılarımla cebelleştiğimi ve 3 büyük bardak su içtiğimi hatırlıyorum ama aradaki diğer şeylerin hiçbiri yok. Öyle ki kedime akşam yemeğini verip üstümü değiştirmişim ama onlar ne zaman oldu hiçbir fikrim yok. Yine de kıskançlığımı bir kenara atarsak inanılmaz güzel bir gün ve geceydi. Bir sonraki doğum günü kimin hatırlamıyorum ama akşam dışarıya çıkmayı herkese teklif edeceğim bir gerçek.

Bir mutlu anne

Bugün anneler günü bilmeyeniniz yoktur zaten, ben de anneme anneler gününde artık ne yapsam diye dövünüp dururken abim anneme sürpriz yapıp eve dönmemi söyledi ben de (ondan biraz para dilenip) biletimi alıp günün ilk saatlerinde evde olmuş oldum. Aslında gönül isterdi ki anneme hem hediye alayım hem de göreyim ama öğrenci olunca bazı şeyler hayallerdeki gibi olmayabiliyor. Neyse en azından sırt çantamla beni kapıda gördüğü anki yüzünü hiçbir şeye değiştirmem. Bu ay gelemeyeceğimi üstüne basa basa söylemiş olmama rağmen beni karşısında görmesi ona yetti sanırım. Onu mutlu görmek de bana yettiğine göre güzel bir gün olacak gibi bir hissim var. Bir de ikna edip bir yerlere gidebilirsek çok daha iyi olabilir ama evde oturma meraklısı annemle işimiz biraz zor gibi.

8 Mayıs 2015 Cuma

"Kocam isterse..." dedi ya

Hala bu kafada insanlarla nasıl aynı ortamdayım bilmiyorum ama bugün "kocam isterse *** " diyen kişilerin olduğu bir yerdeydim. Bu *** olan yere "çalışmam", "çocuk yaparım", "giyinme şeklimi değiştiririm" vb. birçok şey koyabilirsiniz. Bunun saçmalığını söyleyince de "sen şimdi böyle konuşuyorsun ama zamanı gelince susup sen de yapacaksın" diyorlar ya kafalarına masayı geçirmek istiyorum. Ya ben boş yere mi okuyorum? Zevk olsun diye mi kafa patlatıp duruyorum her gün? Sertifika ve diplomalarım evimin duvarında süs olsun ben de çocuk bakayım diye mi var hep? Nasıl böyle küçük ve yüzeysel düşünebiliyor bir insan aklım almıyor. İşin komik/ironik kısmı bunları söyleyen arkadaşlardan biri bana daha önce "kadın kendini ezdirirse adam ezer" demişti hem de ben "Türkiye henüz kadının hafriyat gibi ağır bir meslek yapmasına hazır değil. Sen o araç için belge de alsan işinde muhteşem bile olsan iş veren seni almaz" dediğim için. Evet, gerçekten sen kendini ezdirme...
Bir de "evlenince hemen çocuk yapma" muhabbeti var ki bunlar yüzünden sürekli kendime "benim burada ne işim var" dedim durdum. Evli oturup ne yapacağım tabi ki hemen çocuk yapacağım dedi gruptaki kızların çoğunluğu. Sen ki şu an daha 22-23 yaşlarında gencecik kızsın hadi çok sevdin evlenme kararı aldın o çocuk neden evlilik tam bi rayına oturmadan oluyor ki? Okuldan yeni mezun, evli ve çocuklu olmak  mıydı bütün amaç? "Yaşlanıyorum ama" dedi çoğu ama içimizdeki en büyük 90lı yani 25 yaşında. Evet gerçekten yaşlanıyorlar... Soru bana geldiğinde ağzımdan zar zor iki sayı çıktı 30 ve 32 o zaman da zaten "ohooo adam seni mi bekleyecek sanıyorsun, sen anlamadan bir bakmışsın ilk çocuk yolda" dendi. Çünkü kadın korunamıyor değil mi? Çocuk sadece adam isterse olan bir şeydir. Mezuniyet yaklaştığı için birbirine yakınlaşan sınıfım son zamanlarda beni sadece sinirlendiriyor. Hepsi umarım o istedikleri evlilik ve çocukları yaparlar da bana saçma sapan laf yetiştirmeye bir son verirler. Öyle ki açıkça hepsinin beynini patlatmak istiyorum bu tür durumlarda.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Çirkin Güzel Aşka Uyanış -Aslıhan Akagöz-

Aylar önce şu yazımda bu kitabı sabırsızlıkla okumak istediğimi, Çağrı'nın Melike'yi süründürmesini görmek istediğimi söylemiştim. En sonunda okumaya fırsatım oldu ve bu şekilde Aslıhan'dan toplamda 6 farklı hikaye okumuş oldum.
Tanıtım bülteni;

"Bir daha kimsenin seni benim üzdüğüm gibi üzmesine izin verme"diyerek Melike'nin hayatından çıkıp gitmiştir Çağrı. Gitmenin hiçbir derde çare olamayacağını bile bile kendine başka bir şehirde yeni bir hayat kurmuştur. O hayatta Melike'nin olmaması ise en büyük eksiğidir... Melike ise henüz ayrılığın acısını atlatamadan sevdiği adamın mektubuyla derinden sarsılmıştır. Yüreği Çağrı'nın peşinden gitmek için can atarken, o mantığını dinleyip aşkından vazgeçmeyi seçmiştir lakin günler ve geceler boyu duyduğu o yoğun özlemi dindirebilmeyi hiçbir şekilde başaramamıştır.Sonra bir gün genç çiftin ortak bir kararla ayırdıkları yolları, kaderin oyunuyla aynı noktada tekrar birleşir... Geçmişin acılarını unutup birlikte yeni bir başlangıç yapmaları mümkün olacak mıdır? Peki ya aşk bir yolunu bulup tekrar iki yürekte o en saf haliyle var olmayı başarabilecek midir?

"Seni ömrümün sonuna kadar beklerim. Bu zamana kadar nasıl beklediysem, bir o kadar daha beklerim. Yeter ki sen bana gelmekten hiç vazgeçme."

~~

Çirkin Güzel bu yılın okuduğum ilk kitabıydı ve ne kadar beğenip ikinci kitabı nasıl sabırsızlıkla beklediğimden bahsedip durmuştum önceki yazımda. Hatta önünü alamayıp yazarın diğer hikayelerini de önermiş kesinlikle es geçmeyin demiştim. Yani yazara ve kalemine güvendiğimi söyler dururum sürekli. 

Bu sefer birazcık spoiler içerecek...

Melike'nin şımarıklıklarını ilk kitapta çokça okuduktan sonra ikinci kitapta da Melike'nin sürünmesine şahit olacağımızı düşünmüştüm ki yazar beni oldukça yanılttı.
İki yıl boyunca birbirini hiç görmeyen aşıklarımız Çağrı ve Melike bir projede sırasında karşılaşıp şok oluyorlar ki ilk konumuz da bu kitapta. Bu kısımda Ömer ve Melis adında iki kardeş -ki onlar Çağrı'nın İzmir'deki patronları olurlar- çiftin hayatlarını biraz karıştıracaklarmış gibi bir his dolduruyor okura ama akıllı adam Ömer sayesinde herhangi bir yanlışlık olmadan çiftimiz kavuşuyor.
Tamam, kavuşacaklarını zaten biliyorduk ama itiraf etmeliyim ki biraz fazla hızlı barıştılar ve sonrasında da olaylar oldukça hızlı ilerledi.

Önceki kitabın sağlamlığından kaynaklı tekrar biraz olay beklediğim bir açık ama Aşka Uyanış'ta olay yok arkadaşlar... Kitabın sonuna kadar bekledim ama tek düze, olaysız, kalpler saçan bir kitap Aşka Uyanış. Adından da az çok belli ama ne olurdu bir şeyler olsaydı? Bir tatsızlık çıksa ve en azından sağlam bir kavga görseydik...

Aslında bunu söylemek istemezdim ama fazla kalpler, çiçekler olan bir kitap olduğu için ben sıkıldım diyebilirim. Özellikle ilk kitaptan tanıdığımız bütün karakterlerin "evli, mutlu, çocuklu" olması biraz sinir bozucuydu. Tamam mutlu son oluyor bu şekilde ama evlilik ya da çocuk olmadan da çiftler mutlu olabilir. Neden herkese birer ikişer çocuk verildiğini anlamış değilim. Çağrı ve Melike'nin çocuk sahibi olması hakkında pek bir şey söylemiyorum çünkü Çağrı'nın geçmişinde yaşadığı şeyler ve "aile" olma isteği o çiftin kedi gibi çocuk yapmasını mantıklı buldurdu ama diğerlerini de o şekilde görünce biraz abartı ve itici geldi diyebilirim. Neyse en azından bu sadece benim görüşüm olmuş olabilir ama ilk kitaba nazaran çok daha az beğendiğimi söylemem gerekiyor Aşka Uyanış'ı.

İki Nikah ve Bir Bebek -Scarlett Bailey-


Bu sefer ki kitabımız Altın Kitaplar yayın evinden İki nikah ve bir bebek. Kapağını görüp "ne kadar şirin bir şey bu böyle" dedikten sonra yayın evine de güvenerek aldım kitabı. Tamam şirin bir kapağı olabilir ama bilmediğim bir yayın evinden çıkma olsaydı güvenip alacağımı sanmıyordum. Neyse güvenimi pek boşa çıkarttı diyemem. Öncelikle her zamanki gibi tanıtım bülteni;


Zoraki Bir Nedimelikten Tesadüfi Anneliğe...


Tamsyn Thorne beş senedir doğup büyüdüğü kasabadan uzaktadır.
Ama şimdi erkek kardeşi Ruan’ın düğününe katılmamak için geçerli bir nedeni yoktur.
Poldore’a ayak basar basmaz sürprizler peşini bırakmaz. Şiddetli bir fırtına ile birlikte tüm kasaba sular altında kalır. Dahası, hiç ummadığı bir anda aşk ona “merhaba” der.
Agnostik bir moda tasarımcısı ile bir papazın çelişkilerle dolu aşkını anlatan romantik, hareketli, sıcacık bir hikâye.

“Aşk romanlarının kraliçesi!... ”
The Sun on Sunday

~~

Şimdi fark ettim de tanıtım bülteninde aslında oldukça kısa girişi anlatılmış kitabın. Neyse artık, Tamsyn kardeşinin düğünü için İngiltere'nin güneybatı kasabalarından olan Cornish'e gelir ve burada ilk önce yıllardır görüşmediği erkek kardeşiyle görüşür. Kasabanın bir kısmı ve aile üyeriyle barda oturmaktan sıkılan Tamsyn oteline giderken fırtınaya rağmen kilisenin bahçesine bırakılmış bir bebek bulur. Kasaba, fırtınanın sebep olduğu yıkımın ardından toparlamaya çalışırken Tamsyn da Mo adını verdiği minik kızın hayatta yalnız olmadığını ona göstermek ve aynı zamanda annesini bulmak için Fransa'ya dönme işini erteler.

Kitap okudukça fark ettiğim şeylerden biri bir anne hangi milletten yada dinden olursa olsun kendi çocuğunu bir başkasına yamamaya çalışıyor. Bu kitapta da Tamsyn'ın annesi onu papaz Jed'le bir ilişkisi olmasını istediğini kitabın daha ilk 50.sayfasına gelmeden gösteriyor ve aynı bizim çöpçatan mahalle teyzeleri gibi aralarını yapmaya çalışıyor.

Aslında elimde uzunca bir süre dolaştırdım diyebilirim bu kitabı çünkü kitabın heyecanlandığı kısım tam olarak yarısından sonra! O kısmı biraz sinirimi bozdu diyebilirim çünkü 142.sayfaya gelene kadar oldukça zorlandım hatta 2 kere ara verip aralarda başka kitaplar bitirdim ama 142den sonra bir baktım kitap bitmiş. Hem de nasıl bitmiş! Başlardaki tek düzeliği beni sıkmış olsa da yarısından sonra gelen açılma kitaba beni oldukça bağladı ve elimden bırakmadan geriye kalan yarısını bitirdim. Kitabı beğendim mi? Evet oldukça beğendim. Önerir miyim? Evet bence herkes okuyabilir çok güzel bir kitaptı. Sanırım karşıma Jed gibi bir papaz çıkarsa Tamsyn gibi bir tepki verirdim ve onun dini değerlerini bir kenara bırakıp benimle evlenmeye zorlardım. Son zamanlarda din adamlarını neden böyle özel üretim yapıyorlar aklım almıyor.

5 Mayıs 2015 Salı

İçler acısı bir tanışma

Önceki yazılarda sürekli bahsettiğim "kestiğim çocuk" vardı ya hani, onunla bugün tanıştım. Sonuçsa tamamen hayal kırıklığı! Tamam beklentim o kadar yüksek değildi ama bu kadar çocuk olması... Hayır 18'inde bu kadar çocuk olması... Aklım almıyor resmen! Tanışma kısmını anlatacak olursam; ben bu çocuğun uzaktan yine sürekli karşılaştığımız aktivite salonu (ben oraya kısaca kantin diyorum) girdiğini görünce bizimkilere uyarıyı verdim (kantine girmemeleri gerektiğini söyledim) ve girdim içeriye. Genel olarak ders aralarının olduğu öğlen saatinde tabi kantin baya dolu, ben de bunu bahane ederek onun yalnız oturduğu masaya gidip "oturacak yer yok da burada arkadaşımı beklersem rahatsız olur musun" diye sordum. Suratıma bakıp "hayır" dedi ve sustu önce ben de bu biraz beni zorlayacağını düşünerek öncesinde sağa sola bakındım daha sonra sürekli yaptığı ders notu geçirme işlemine odaklanıp çocuğa oradan yürüyebileceğimi düşünüp "vizeler bittiği halde neden böyle harıl harıl çalışıyorsun?" diye sordum bir de çok ilgiliymiş gibi kağıtlara eğilip yazdığı şeylere baktım. Yemin ediyorum yazdıkları benim gözümde random gülüş gibi bir şeydi ne saçma sapan dersler var öyle. Neyse, ilk önce kafasını kaldırdı sonra günü gününe yazmazsa sonra biriktiğini falan söyledi sanki ben hiç öğrenci olmadım... Övdüm tabi çalışkan öğrenci aa ne güzel falan diye sonra o benim bölümümü ve sınıfımı sordu söylediğimde yüzünde bir şok olma ifadesi belirdi tabi. Yani uzaktan bakıldığımda son sınıf olduğum pek belli olmuyor ne de olsa. İşte sonra ben kendimle ilgili şeyleri söyleyince konuşma bir anda kesildi. Beyimiz kafasını sallayıp beni takmadı resmen bir daha! Egomun ne şekilde yerlere indiğini söylememe gerek yok sanırım. Bir süre sonra baktım bu çocuk beni takmayacak ufaktan ufaktan kaçma planları yapıyordum ki onun bölümden 3 çocuk geldi yanımıza oturdu. Benim çocuğa sataştılar bir sonra sohbet etmeye başladılar derken içlerinden birinden "sen şu şu bölümdensin dimi" diye bir soru geldi. Evet dedim, hemen peşinden "Mehmet diye bir çocuk var sizin bölümden biz onunla aynı evde kalıyoruz" dedi. Abi evinde kalan iki çocuktan bahsediyoruz burada... Hatta bu iki çocuktan birinin Ali'nin yakın arkadaşı olan Mehmet olması ayrı bir konu. "A ne güzelmiş" şeklinde yalandan bir ilgiyle konuyu kapatmaya çalışsam da olmadı ve ortam bir anda saçma esprilerin, amaçsız sohbetlerin döndüğü bir hal aldı. Arada beni de katıyorlar konuşmaya falan ama nasıl itildim hepsinden belli değil. Hani benim sigarayla seks yapan çocuğum nerede? Karşımda abuk subuk espriler yapan ergen nerede? Diyorum içimden "bu böyle olmaz keşke hiç tanışmasaydım da hayallerimdeki gibi kalsaydı" ama geçti artık ben orada ortamda kız olduğu için kendini ön plana çıkarmaya çalışan 4 ergenden başka bir şey görmedim. İnternette gezen videolardan saçma taklitler mi dersiniz? Üstü (sözde) kapalı cinsel içerikli laf atmalar mı? Yoksa kendini öne atmak için söylenen saçmalıklar mı? (bunların başında da alkol var tabi. 8 bira 5 shot atmış bizimki en son dışarı çıktığında sonra bakmış bir şey olmuyor kalkmış gitmiş evine) Kısaca keşke tanışmasaydım demek dışında bir şey söyleyemiyorum. 

O ortamdan kendimi atmam da ayrı bir olaydı tabi. Konuşma arasında ara ara kızlara mesajla "beni çağırın ya da biriniz gelsin alsın beni nolur" dedim durdum. En sonunda kızlardan biri "ya biz seni fakültenin önündeki banklarda bekleyelim sen burada otur anca" diyerek yanıma gelince nasıl kaçtım bilmiyorum. Olayı anlatınca da bir yerleriyle nasıl güldüler anlamak sizin için zor olmasa gerek tabi...

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Boş boş beklerken

Yakın arkadaşlarımdan birinin cuma akşam "sana ihtiyacım var" demesiyle aldım sırt çantamı 3 saatlik yolu onun için gittim. Annemin yanına gitmemişken -özlediğini söylediği halde- onun yanına gitmem biraz absürd oldu ama durumun bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum. Aslında ilk ailevi bir sıkıntı olduğunu düşünmüştüm ama işle ilgili bir şeymiş. Özel sektör ve onun sıkıntıları işte... Özel sektörün bu şekilde olduğunu ve olmaya devam edeceğini ona sürekli söylüyorum ama etkilediği söylenemez ki zaten su an sızmış bir şekilde karşımda yatıyor... İçki konusunda o kadar güçlü olmadığını biliyorduk ikimiz de ama sanırım ihtiyacı olduğunu düşündüm çünkü su an fazlasıyla olay çıkarıp sızdı. Biraz kendine gelmesini beklerken de blogdan uzak kalmayayım dedim tabi. 

İnsanlar çok sinir bozucu olabiliyor. Arkadaşım patronunu anlatırken ya da  üstlerini oldukça sinirlendim ama ona bir şey söyleyemediğim bir gerçek. Hayır ne söyleyebilirim ki? İşten ayrılsa başka bir yere girse yine aynı şey söz konusu. 

Hayatım boyunca tanımadığım insanlarla bu kadar muhattap olmamıştım diyebilirim. Farklı bir şehirde olduğum için bir bilgim de yok nereye gidebilirim diye. Aslında tedirginim diyebilirim çünkü ailesi "nerede kaldın" dediği takdirde hiçbir şey diyemem. Tuvalette desem bir dert telefonu açmasam ayrı bir dert. Kendim nerede kalacağım da bir dert hatta. Hadi onunla eve gitmedim diyelim ne bok yiyeceğim sokakta? Su an her şey belirsiz. Buraya gelmeden önce hayatımın ilk mini otostopunu çektim. Bir sıkıntı olmadı ve sanırım bir daha yapmamda bir sıkıntı yok ama ailemin yanına döndüğümde yapamam kesin. Büyük sehirde sıkıntılar da büyük oluyor malum. -otostopla şehir dışına çıkmadım belki ama sehir içinde tanımadığım 2 adamın içinde olduğu bir araca binip otogara gitmem de bir otostop bence-

Kahvaltıyla duruyorum arkadaşlar. Boş mideye kaç bira gitti saymadım ki hesabı istemeye korkuyorum diyebilirim. Barmen çocuk çok iyiymiş ama onu anladım hoş sohbet oldu onunla baya konuş konuş. E insanın boş birkaç saati olunca böyle oluyor tabi. Postu yazmaya başlayalı 1 saat oldu yalnız ve bu 1 saat içerisinde uyuyan arkadaşımın başında beklemek dışında bir şey yapmadım. Yalnız ses yüzünden başım ağrımaya başladı artık. 

Barmen çocuğa gidecek yerim olmadığını söylediğimde suratındaki panik görülmeye değerdi doğrusu. Bir de çözüm üretmeye çalışması derken alıp içime sokacaktım ne kadar tatlısın sen diye.
-çocuk diyorum ama adamdı aslında, aramızda rahat bir 10-12 yaş vardı ki kendinden anlattığı şeyleri düşününce evet büyüktü yaşı. Konuşurken benim yaşım ona şaşırtıcı gelmişti keşke onunkini de sorsaydım-

...

Evet arkadaşın evindeyim su an. Panik insana neler yaptırıyor şaşıyorum doğrusu. Arkadaşım 10 saniye önce ayakta zor dururken eve girdiğimiz saniye hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya başladı. Hoş odaya girip kapıyı kapattığım an yatağa düşüp mide bulantısıyla uyumaya çalışmaya devam etti ama o kadar olsun dimi ama. -ben de pek farklı değilim gibi aslında çünkü biraz ekmek biraz su ve yastığa başımı koyduğum gibi  uyumuşum-


Edit: Yazı düzenlemesi 05:23 - 03.03.2015