24 Mart 2016 Perşembe

Ne yapacağımı bilememiştim

Olayın üzerinden birkaç sene geçmiş olsa da yıl dönümleri beni hep aynı çaresizliğe düşürüyor. O günkü ağlama seansları, elimden bir şey gelmemesinin verdiği çaresizlikle sadece kıpırdamadan ona saatlerce sarıldığım anlar. Olayın üzerinden iki yıl geçti ve ben o halimi, halimizi anca şimdi anlatabilecek güçte hissediyorum. Az önce Emre aradı önümüzdeki hafta sen de Edirne'ye gelir misin dedi önce ne için olduğunu anlamasam da o sustukça içime yine aynı ağırlık çöktü ve tabi dedim geleceğim. Tabi siz şimdi bu kız neyden bahsediyor diyorsunuz çünkü blogu açtığımdan beri beni takip edenler bilir geçen sene dahil hiç öyle üzücü bir olaydan bahsetmedim Emre'yle ilgili. Geçen sene olayın sıcaklığı durduğu içindi belki anlatmamam, bilmiyorum ama artık o günü yazabileceğimi düşünüyorum. İki sene önce Emre'nin ikizini kaybettik. Ailenin tek kızını ki Emre'nin Buğra küçük kardeşi olmasına rağmen herkesten üstün tuttuğu kardeşiydi kendisi. Liseyi çocuk gelişimi okuduktan sonra üniversite hayali kurmadan iş hayatına atılmıştı. Hayat dolu biraz hayalci kıpır kıpır bir kızdı kendisi ki benden büyük olmasına rağmen yanımıza geldiğinde ben daha çok ablası gibi olurdum. Bir keresinde evlenmek istediğinden bahsetmişti ben de yaşının küçük olduğunu falan söylemiştim çünkü o zamanlar 20-21 yaşında mı neydi. Tabi senede 2-3 kere gördüğü, ikizinin arkadaşı olan bir kızı dinlemeyip o çocukla ilişkilerini ilerletmişti. Çocuğu tanımıyordum ondan onun hakkında atıp tutamam burada ama Emre sevmezdi onu biliyorum. Bir gün ben evde kedimle evde sağa sola koşmaktan yorulmuş kendimi koltuğa bıraktığımda telefon çalmış ve Emre'nin ağlamaz ama şok, üzgün karşımı bir sesle "Cha, Esra kaza geçirmiş" dediğini hatırlıyorum. Ne olduğunu, nasıl olduğunu sormalarım sırasında Emre eve gideceğini söylemişti. Ben de o zaman gitmeyi teklif etmiştim ama istememişti. İki gün boyunca doğru düzgün Emre'den haber alamayınca kalkıp gitmiştik yanına. Bizim gittiğimiz gün kaybettik Emre'nin kardeşini. Hastanede resmen bir ailenin çöküşünü görmek hala içimi param parça ediyor. Emre'nin ağlamamak için çabaları, annesinin fenalaşmaları, babasının kızım diye yakınmaları hala gözümün önünde. İki gün boyunca tek göz yaşı dökmemişti Emre ama kaç paket sigara bitirdi o iki günde hiç bilmiyorum. Cenaze günü evde kuran olunurken peşinden çıkıp sokağın sonuna kadar takip etmiştim yeni bir paket alacakken engelleyip ben ağlamıştım onun yerine. Sarılıp susmak dışında bir şey yapmayınca kazanın nasıl olduğunu sordum. Esra'nın sevgilisinin uçuk kafayla araba kullanması sonucu kaza yaptıklarını söyledi. Bildiklerini söylerken gözlerinden önce ateş çıkıyordu daha sonra ağlamaya başladı. O kadar sıkı sarıldı ki nefes alamıyormuş gibi oldum önce ama sonra ben de tekrar ağlamaya başladım. Ne diyeceğimi bilemedim sadece sarıldım ve onunla ağladım. Ne diyebilirdim ki? Herhangi bir cümle kardeşini geri getirecek miydi? Ya da acısını hafifletecek miydi ki? Bilmiyorum ama yılın her bu zamanı aynı çaresizlik içimi sarıyor. Şimdi tekrar gidicem, üzgün bir ailenin yanında büyük oğlun arkadaşı olarak yanlarında durucam Batu ve Defne gibi. Tam atlatılmış gibi geliyor sonra yine yılın o zamanı geliyor ve aynı acıyı tekrar yaşıyor herkes. 

23 Mart 2016 Çarşamba

Ne yapıyoruz biz ya?

Daha ne kadar saçmalayabiliriz televizyon programlarında merak ediyorum. Kırk yılın başı biraz televizyona bakayım dedim ama bakmaz olaydım. Facebook olsun, mailler olsun imza kampanyasıyla yayından kalkması istenen programa denk gelince tam olarak nedir ne değildir diye bir bakayım dedim. Programın neresinden tutarsam tutayım korkunç. Bu tarz benim ya da bu benim stilim zaten artık üzerine daha fazla konuşulması anlamsız programlar –ki hala devam ediyor mu bilmiyorum- ama bu yeni program nedir ya? Bir kadın nasıl olur da kocasının isteği üzerine bütün tarzını ve kendini değiştirmeyi kabul edebilir? Gördüğüm kısımda sarışın bir kadın vardı ve kendince sevdiği giysilerle dolu bir dolabı ama kocası geldi “bu kötü” “bu kötü” diyerek her şeyi attı. Kadın “bu giysi kötü” dedi adam yine de “ben beğendim” dedi aldı, giydirdi. Kadın “ben yıllardır bu saç rengini kullanıyorum kendimi başka renkle düşünemiyorum” dedi adam gitti yabancı bir ünlüyü baz alarak karısının saç rengini simsiyah yaptı, sarışın karısını. Kadın “ben doğal makyaj seviyorum” dedi adam “yoğun makyaj yapsın istiyorum” dedi ve adamın dediğini yaptılar. Bu insanların hiç mi öz saygıları yok da kocalarının istediklerini gözleri kapalı kabul ediyorlar? Aslında program sırasında önceki günlerden görüntüler gösterdiler ve onlara göre kadınlar özellikle dolapları değiştirilirken kocalarına karşı çıkıyorlar ama adamlar “ben istemiyorum”, “ben sevmiyorum” gibi cümlelerle işi tartışmaya götürerek kendi dediklerini yaptırdılar. Adamlar kendilerine bakmadan kaşı öyle, gıdısı var, kırışıklıkları var falan diyor ya sinir krizi geçiriyordum! O kadın “senin saçın yok git saç ektir yoksa eve gelme” diyor mu acaba? “Ben böyle sevmiyorum” diyor bir de. O kadın başkasının karısı ya sevmiyormuşmuş… Bir de yoğun katılım ve reytingi oluyor ya şu programların, insanımıza diyecek bir şey bulamıyorum. Sırf bir Avrupa tatili için bu rezilliğe katlanılmamalı bence.

Bu yazıyı yazalı haftalar oluyor sanırım ama unutmuşum kalmış resmen. Okuyup tekrar sinir krizi geçirince yayınlayayım bari dedim. Ve yine diyorum kendime "ne yapıyoruz biz?"

18 Mart 2016 Cuma

Her şey bittikten sonra anlatma huyum var

Durdum durdum tam zamanında hasta oldum. Okuduğum şehirde mümkün olduğunca hasta olmamaya çalışıyordum annem gibi bakacak kimse olmadığı için bir de sınav zamanına denk gelirse okul uzar diye -keşke uzasaydı- ama burada ne olursa olsun diyip salmıştım kendimi. Nerede o her gün zencefilli ve ballı ıhlamur içen Cha, nerede şimdi yeşil çay ve kahve dışında sıcak içecek içmeyen Cha? Sınava kadar aslında biraz dikkat etsem iyi olabilirdi ama şansıma bir şey olmadı o zamana kadar işte. Sınavın hemen önceki günü uyumamam, o ara havanın soğuk olması ve benim ahmak ıslatan yağmurla ıslanmam derken pazartesi anneme ağlıyordum "anne her yerim ağrıyor" diye. Bir de ben hasta olduğunda gerçekten ağlayan biriyimdir. Ne kadar kendim için "evlat olsa sevilmez" desem de anne yüreği işte bakıyor. Bir ara iyice gitmişim yorganın ağırlığı altında nefes bile alamıyordum ama yorganı kıpırdatamıyordum da. Islanmam, rüzgar yemem bir kenara korku da sanırım ağır bastı psikolojimi bozdu çünkü geçtiğimiz hafta abim Ankara'daydı. Pazar günü olaydan önce evine dönmüş uyuyordu ama onun uyuduğu ve benim ona ulaşamadığım zaman aralığında delirdim kendi halimde. Aktif de deliremedim çünkü abim her zamanki gibi gizli gitmişti Ankara'ya ve benim halimi annem görse ve oğluna ulaşamadığımı öğrense kalpten giderdi kesin. Kısaca bağışıklık sistemimin düşüşü üstüne psikolojik çöküntü baya yatak döşek hasta etti beni. Geçtiğimiz hafta içinde bilgisayara bile izin vermedi annem. Telefonu koydum kenara arada tek gözle baktım gibi oldu ama sadece yattığım için kalçam çıkmış gibi hissediyorum. İyileştim ama bugün, ev içinde kedi peşinde koşturuyordum. Hoş, annem iyileştiğime inanmamış olsaydı hayatta yataktan çıkmama izin vermezdi ama neyse. Kadın hasta olduğumuzu düşündüğü an evde sıkı yönetim ilan ediyor hatta tam bir nazi oluyor diyebilirim çünkü kitap bile okumama izin vermiyor beni hasta gördüyse. Açıklaması da "gözlerin yorulur sonra başın ağrımaya başlar" gibi şeyler oluyor. Bir de bunu bağırarak yaptığını düşünün... Kitap değil beynimi sızlatan onun sesi oluyor ama 3 güne de dikiyor ayağa bir şekilde onun bu sıkı yönetimi. Tabi neler içmedim, yemedim bu sürede tahmin bile edemezsiniz. Benim anneden her eve kısa süreli lazım ya. 

12 Mart 2016 Cumartesi

Eskilere dönüş

Dün gece Mine'de kaldım. Onun işinden bir türlü fırsat bulup buluşamadığımız için fırsat bu fırsat dedim gittim ona. Bütün gece uyumadık zamanımız değerli diye düşündüğümüz için. Mine'nin odası inanılmaz karışıktır. Aslında kendince bir düzeni var benim de hep kendimi savunduğum gibi ama ben kendi düzenimde aradığımı bulurum o bulamaz. Neyse o karışık odada otururken benden sanırım yıllar önce aldığı ve asla geri vermediği kitaplara bir bakayım dedim belki geri almak isteyeceklerim olur diye ama tam o anda bir defter çarptı gözüme. Kitaplığın tozunun kesinlikle alınmadığı rafında (Mine'nin annesinin boyu kısadır kızınınkinin aksine ve zorlamıyor kendini Mine için) çim yeşili üzerinde şirin bir panda resmi olan kalın kapak ve kaliteli yaprakları olan bir defter. Görünce hemen tanıyıp çıkardım yerinden defteri "bak ne buldum" diye. Mine beni dikkate almadan "benim kitaplığımda buldun beni ne kadar şaşırtabilir ki" falan dedi ağzının içinde ben de gidip tam karşısına kendimi sıkıştırdım ve görünce gözleri şok olurcasına açıldı. "Ohaa bu defter orada mıymış bunca zaman" diye heyecanlı heyecanlı üstünü falan silmeye başladı benim gibi. Siz şimdi bir deftere neden bu kadar takıldı kaldı bu kız derseniz eğer şöyle açıklayayım, o defter Mine ve benim bütün çıplalığıyla geçmişimiz. Aslında onu yakmamız falan gerekiyordu çünkü herkesten sakladığımız şeyleri içeriyor o defter. Örnek vermem gerekirse lise birde ailemize ilk büyük yalanımızı söyleyip bütün geceyi sokakta geçirmemiz gibi. Gidecek yerimiz olmadığı için uyumadan korkarak sabah olmasını beklemiş sonrada okula gitmiştik. O günün sonunda ikimiz de eve nasıl dönüp kendimizi yatağa attık bilmiyorum. Yine yaşadığımız ilklerin tarihlerini içeren bir sayfa, ilerde sahip olmak istediklerimizin listesi hatta o listede nasıl bir gelinlik istediğimiz bile yazıyor! İlk öpüşmeler, itiraflar, birbirimize söylemeye çekinip yazarak anlaştığımız şeyler. Mesela onun yüzüne bir şey söylemeye çekiniyorsam onu o deftere yazıyordum o da okuyor ya da okumuyordu. Söylemeye çekindiğim şey hakkında konu asla açılmıyordu ama karşı taraf biliyordu ne olduğunu gibi. Tabi o durumlarımız uzun sürmedi şimdi patır patır söylüyoruz her şeyi ama ergenliğin ilk yıllarında bunlar önemliydi. Defteri 3 yıla yakın düzenli kullanmışız onu gördüm ama daha sonra ne olduysa ikimiz de kesmişiz. Lise sona geçince havalara mı girdik de bıraktık hiç bilmiyorum ama 3.sınıfın yazından sonra yazmamışız. Varlığını bile unutmuştum o defterin. Çok güzel duygusal anlar yaşadık bütün gece. Bazı yazdıklarımıza güldük bazılarına "işimiz gücümüz yokmuş resmen bu nedir ya" dedik kendimizi ezdik ama çok tatlı bir his uyandırdı bu durum ikimizde de. Günlük tutmak bana göre olmasa da öyle bir defteri üç yıl boyunca çok iyi kullanmışız ama onu gördüm. Şaşırmadım desem yalan olur çünkü istikrarımız kesinlikle övgüyü hakediyormuş. 
Sabah günün ilk ışıkları başladığında da "hadi kahvaltı edelim" diye hızla kalktık çıktık evden. Neyin kafası demeyin bunlar hep kafein, anılar ve uykusuzluk. Yarım saat açık fırın aradık o arada da o fırınlar poğaçaları yaptı mı pişirdi mi ne oldu aldık eve döndük. Yiyip içtikten sonra tam yatağa giriyorduk ki önce Mine'nin babası bizi onunla oturup kahvaltı etmemiz için tuttu daha sonra da annesi. Sofrada tek oturmasınlar diye de oturduk biz de. Öğlene doğru artık uykusuzluktan aptal bir hal almaya başladığımızda da benim ufak öğrencilerden biri arayıp "Cha abla, sen bana bugün çalışma dedin ama şu konuyu tekrar bi gözden geçirseydik, çözemediklerimi sana gösterseydim" dedi ben de tamam dedim neyime güvendiysem. Sınava ikimiz de giricez ama o çocuk benden çok daha yüksek bir şey yapacak adım gibi eminim. Neyse dedim güvendim o an kendime gittim buluştum çocukla starbucksta ders çalışan tiplerin arasına ben de girmiş oldum bu şekilde. Bir şeyler yapıyorum bir şeyler anlatıyorum ama şuan hiçbirini hatırladığım söylenemez. Bazı soruları ben de çözemedim hatta halimi görüp acıyan iki Boğaziçi psikoloji öğrencisi gelip yardım etti. Bizi mi dinliyorlardı ne yapıyorlarsa imdadıma koştular. Utandım bir de o an "ben de yarın sınava giricem ama çözemedim" demeye. Onların da finalleri yeni mi bitmiş ya da ortasındalar mıymış neymiş kazan gibi bardaklarda zehir gibi şeyler içiyorlardı. Hayır yani cumartesi bugün ve yarın da pazar. Kendine birkaç saat izin ver uyu dimi yani. Ben öyle yapardım -hayır, yapmadım- 
Sonuç olarak eve girmem ve kendi odama kadar dayanamayıp kendimi benim odamın yanındaki annemin odasına atmamla uyumam bir oldu. 4-5 saat uyumuşumdur belki ama kendime gelebilmiş değilim. Geçtiğimiz gece o eskilere dönmek inanılmazdı ama. İleride çocuklarımıza falan gösteririz dedik Mine'yle bir ara daha sonra "taktik alırlar sonra boynuz kulağı geçer" korkusuyla gizlemeye karar verdik çünkü müstakbel kocalarımızın bile öğrenmesi durumunda huzursuzluk çıkar kesin. Ah gençliğimiz ah.

8 Mart 2016 Salı

Ne iğrenç insanlar var

Geçenlerde bahsetmiştim ya hani nefes alması bile bana batan bir çocuk var ve bir şekilde aynı ortama geliyoruz diye, yine o ve onun anlamsız sohbetlerinin birine dahil oldum ama bu sefer ortalığı ayağa kaldırdım denebilir. Çocuk zaten aldattığı sevgilisi onunla o gün buluşmak istemeyip başka bir güne ertelediği için ondan ayrılmış sonra da peşinde koşmadı diye kız hakkında atıp tutmalara başlamış. Ne kadar atıp tutuyor beni ilgilenmiyor o kısım tabi ama gelip kabalık bir ortamda "ben o kızın bütün nevresimlerini öğrendim gelip neyin havasını atıyor bana" diye konuşmaya başlayınca bende sigortalar attı. Yok bana bunu bunu yapıyordu, gayet memnundu falan filan. Ağzına geçirmek istedim o an bir tane. "Madem bu kadar koyacaktı neden ayrıldın" diye sordum bu sefer de "bana giren çıkan yok ona koydu yazıyor hala" diyor bir de. "Sen her yatıp kalktığını liseli gibi sağda solda anlatır mısın? Bir şey mi kanıtlamaya çalışıyorsun?" diye sordum bu sefer çocuk beni dövecekti "sen ne demeye çalışıyorsun" dedi sözde laflarıyla üstüme çıkmaya çalıştı ama nasıl sinir oluyorum. O nasıl bir ego yığını, nasıl sözde erkekliğini kanıtlamaya çalışan acınası bir tip belli değil. Öyle çok büyük bir tartışmaya girişmedik belki ama nefretimi o kadar açık ettim ki bir daha sanmıyorum beni o çocukla aynı ortama getirmezler. Hala burnumdan soluyorum ama ne yaşadılarsa kendilerine yaşadılar bize ne diye anlatıyor bunları aklım almıyor. Kızı tanımıyorum belki anlatılması onun için sorun olmayan bir tiptir ya da tam tersi şu seviyesizin söylediklerine kanıp normalde yapmayacağı şeyleri yapmıştır onunla bilmiyorum ama gelip onu o ortamda anlatıp o kızı da tanıyan kişilere malzeme vermesi midemi bulandırdı. Böyle tiplerle ilk defa karşılaşmıyorum tabi ama yine de bununla bu kadar sık karşılaşmak midemi bulandırıyor. 

2 Mart 2016 Çarşamba

Çok sıkılıyorum ben

Eve döndüm. Döndün dönmesine ama nasıl sıkıcı bir hayatım var kelimelere dökemiyorum. Annem grip oldu diye döndüm eve aslında ama o da hasta değilmiş beni eve sokmak için uydurmuş. Tabi biraz nezlesi vardı ama yatalak da değildi hani. Neyse, eve dönmem biraz iyi oldu çünkü son zamanlarda kesinlikle aynı ortamda bulunmak istemediğim bir çocukla yan yana bırakılıyorum. Yanında durmak zorunda değilim diyorum kendime ama bir şekilde aynı yere geliyoruz. Konuşmaları, hal ve hareketleri kısaca her şeyi batıyor bana ve karşılaşmalarımızın önüne geçemeyince bir süre eve, annemin dizinin dibinde oturma fikri hoş geliyor o ayrı mesele. Uğur defteri kapandı hem de çok sağlam kapandı çünkü ablamın evini bastığını arkadaşıma söyleyince içinden nasıl bir çirkef çıktıysa ses soluk yok hiç. Arkadaşımın sevgilisi de aynı şekilde "rahatsız ederse söyle ben hallederim" modunda geziyor zaten derken o dertten kurtuldum. Ders vermelere devam ediyorum ama bu durumdan da pek memnun olduğum söylenemez. Kendimi bu aralar çok işe yaramaz hissetmeye başladım. Yatağa girip kitap okumaktan başka bir şey istemiyorum. Anlayacağınız geldiler bana yine. Sınava çalışmam gerekiyor aslında ygsye giricem yeni bölüm, yeni bi hayat falan diyordum da hiçbir ders girişimim yok. Amaçsızlıkta son noktayım...
Blogda reklam yayınlamak aslında en sevmediğim işlerden biri ama ikidir yapıp kendimi iğrenç hissettiriyorum. Aylar sonra belki alacağım para şimdiden saçma bir tatlılık veriyor ama. Siz bana pek aldırış etmeyin 3 kuruş için neler yapıyorum belli değil. 

1 Mart 2016 Salı

Ipana Perfection ile Gülüşünü Göster

Merhaba Kızlar,

Bembeyaz bir kış geçirdiğimiz şu günlerde dişlerimizin beyazlığından da ödün vermemeliyiz. Bildiğiniz üzere hepimiz gibi ben de dişlerimin beyazlığına ve kusursuzluğuna çok özen gösteriyorum. Çünkü beyaz dişlerimizin sergilendiği özgüveni yüksek bir gülüşün hayatımızda açamayacağı bir kapı yok. Sözü uzatmadan, yeni ürünlere olan ilgimi hepiniz biliyorsunuz. son günlerde marketlerde ve televizyon kanallarında sıklıkla denk geldiğim yeni bir diş beyazlatıcı ürünü denemek ve deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Ipana Perfection isimli bu ürünü hemen reklamlarda gördüm diye almak yerine marka ile ilgili bir ön araştırma yapmak istedim. Öncelikle İpana ismi bir Türk markasını anımsatsa da PG (Procter and Gamble) tarafından üretilen ve Amerika’da Crest adıyla pazarlanan Amerika’nın en yaygın diş macunu markasının sadece isminin değiştirilmiş hali olduğunu öğrendim. Aynı zamanda dünyada ilk defa beyazlatıcı bantları üreten firmalarmış. Ürün ile ilgili araştırmalarıma devam ederken, İpana’nın Türkiye’de diş hekimleri tarafından en çok kullandığı ve desteklediği marka olduğunu da kulaktan duyma değil gerçek veriler üzerinden gördüm.

Marka ile ilgili tatmin edici araştırmamdan sonra gelelim yeni ürünleri, White Perfection’a. Ürünün vaad ettikleri çok iddalı. İpana’nın en hızlı ve en güçlü beyazlatıcı diş macunu olduğunun belirtilmesinin yanında yeni geliştirilen teknolojisi ile diş minesine zarar vermeden 3 günde dış yüzeyindeki lekelerin tamamını temizlediği belirtiliyor. 3 gün gibi kısa bir sürede bu kadar hızlı bir etkinin olabileceğine başta pek imkan vermedim. Ancak markaya yaptığım araştırmadan sonra güvenim oluştuğu için alıp denemek istedim.

Açık konuşmak gerekirse ürünü kullanmaya başladıktan sonra çok şaşırdım. Çünkü ürün iddasını fazlasıyla yerine getiriyor. İlk kullanımımdan itibaren dişlerimin üzerinden lekeleri çıkardığını farkettim. Yalnızca bana öyle gelmediğinden emin olmak için aileme de sordum, onlar da beni desteklediler ve fark olduğunu söylediler.

Leke çıkarmasının yanında tadı da çok hoşuma gitti. Keskin bir nane ferahlığı veren tadı damağımdan, kokusu ise nefesimden uzun süre gitmedi açıkcası. Diş minesine hiç bir zarar vermemesi ise çok önemli bir özellik.

Ürün benden tam not alınca yan ürünlerinin de faydası olur diye düşündüm ve ağız bakım suyunu da aldım. Bu ürün de beni çok memnun etti. Oral-B  3D White Luxe ismiyle satılan bu ağız bakım suyu, diş macununun etkisini tamamlar seviyede. Bildiğiniz gibi diş fırçası ile her yere ulaşmak mümkün olmuyor, ancak ağız bakım suları diş fırçasının ulaşamadığı noktalara ulaşabiliyor.

Alırken farketmemiştim sonradan ağız suyunu almak için gittiğimde farkettim. İpana markası ürününe fazlasıyla güveniyor olmalı ki memnun kalmamamız halinde paramızın 2 katını iade ediyor. Açıkcası ben çok memnun kaldığım için iade etmeyi düşünmüyorum ancak sadece deneme amaçlı satın almak isteyen arkadaşlar için çok iyi bir uygulama olmuş.

Sonuç olarak güvenilir bir markanın şaşırtıcı derecede etkili bu ürünlerini kullanmaya başladım ve sizlere de tavsiye etmek istedim. Bence mutlaka denenmesi gerekli bir ürün. Bembeyaz gülüşlü günleriniz olsun!

Ürünü satın almak isterseniz tıklayınız!

Ağız bakımı ile ilgili detayları öğrenmek isterseniz www.agizbakimuzmani.com linki inceleyin derim.

#ipanaperfection  #gülüşünügöster

Sevgiler,

İçerik Kaynak: http://www.tugbatunckaya.com/
Video Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=RZ5ymuChrW0

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.