30 Ağustos 2015 Pazar

Sen beni artık alırsın da ben seni alır mıyım acaba

Dün Emre'ye yemek sözü verince sabah ilk işim internetten malzeme listesine bakıp alışverişe çıkmak oldu. Yemeği yapmak o kadar uzun sürmez kafasıyla evi bir silip süpüreyim dedim önce, sonra baktım böyle olmuyor her yeri sildim süpürdüm hatta çamaşırları yıkayıp astım bile. Uzun zaman olmuştu bu şekilde boş bir evi kimse karışıp etmeden temizlediğim. Diğer çocukların odasını sadece havalandırıp süpürsem de Emre'nin odasını baya elden geçirdim ve şunu söyleyebilirim ki Batu ne kadar her şeyiyle topluysa da Emre gizli dağınık biri! Çocuğun odasında sağda solda bir şey bulamazsın ama dolabı korkunç. Hayır yani kirli sepeti var bu çocuğun odasında o niye hala ısrarla dolabının bir köşesinde biriktiriyor çıkardığı giysileri anlamış değilim. Neyse özeline fazla girmeden hallettim en azından o işi. 


Akşamüstü bütün evi bitirip yemeğe başladım ve şunu söyleyebilirim karnıyarık kolay bir yemekmiş... Yani en azından benim kafamda büyüttüğüm kadar değilmiş. Yemeğin ilk aşamasındaki salça, soğan, kıyma karışımını kavurma olayı öldürdü ama beni. O nasıl ağır bir kokudur öyle! Tavayı 2-3 karıştırıyorum sonra mutfaktan çıkıp temiz hava alıyorum derken öğürmekten bir hal oldum. Umuyorum Batu'yla o özlediklerini söyledikleri rakı balığı ben varken yapmazlar ya da en azından balığı ben yapmam yoksa düşünemiyorum bile ne hale geleceğimi. Hoş Batu varken ben balığa dokunmam ama olsun korkularım arasında bu da var, yok değil. İnternetten karnıyarığın yanına neler yapabileceğime bakıp şehriyeli pilav ve cacık konbinasyonunu da yapıp "yeteerrr! Bittim ben, halim kalmadı" diye yakınmalara geçtim hemen tabi. Sonra Batu'ya da çıkar çıkmaz Emre'ye gelmesini söylediğim bir mesaj atıp kendimi insana çevirdim.


Emre eve girer girmez "anne evi kokuyor burası, kız sen ne yaptın böyle" diyerek egomu çok güzel bir kıvama getirdi. Daha sonra zaten oturduk Batu'nun gelmesini bekledik. O da geldikten sonra önce güzel güzel övgüler sıraladılar daha sonra başıma Gordon Ramsay kesildiler! Yok tuzu azmış yok pilav diriymiş yok cacık çok sıvıymış falan filan. Karnıyarığın tadına bakamadığım için tuz ayarını yapamamış olmam doğal bence ama çok tuzlu olmasından iyidir az tuzlu olması... Pilavsa... Ben asla pilav yapmayı beceremedim. Denedim ama olmadı bir de Emre'nin pirinci yerli pirinç su çek çek yine de pişmedi onda benim suçum yok. Cacığı zaten kendime yaptım ve öyle seviyorum diye sıvı yani eleştiri aldım ama hiçbirine karşı cevap vermeden yemeğime döndüm. Bence oldukça başarılı ve verimli bir gündü benim için. 


Sofrada Emre "tamam olmuşsun sen, alırım ben seni merak etme" dedi hemen arkasından da "hadi yine iyisin evde kalmadın" demeyi de eksik etmedi tabi canım benim. Batu da arka çıktı hatta "al al bak eli iyi iş görüyor mis gibi olmuş ev" diyerek. Cha'ya soran yok tabi Emre beni alıyor da ben onu almayı kabul ediyor muyum diye. Cha kim ki ona sorulsun dimi? 

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Evli çiftlerden halliceyiz

Emre'nin dün akşam anahtarı olduğu halde kapıyı bana açtırmasıyla ilginç bir diyalog başladı aramızda. İşten eve dönerken istediğim bir şey olup olmadığını sormuştu ben de patlatmalık mısır ve içecek bir şeyler istedim falan neyse, kapıyı çaldı geldiğinde. Telefon ve kapı çaldığında yerinden pek kıpırdayan biri olmasam da kapı 2 kere çalınınca oflaya poflaya kalktım açtım. Emre'yi karşımda görünce de doğal olarak çemkirdim "anahtarın var niye açmıyorsun sen" diye. Tabi beyimiz durur mu cevap verdi hemen "isteklerini aldım elim kolum dolu nasıl açayım" diye. Gören de dünyayı aldırdım sanacak ya neyse işte dün bu olduktan sonra odalara çekilene kadar normal sohbet muhabbet gittik ikimiz de. Bugün de öğlen işe gideceği için o fazladan uyudu ben de kahvaltı hazırladım, uyandırdım, işe yolladım derken akşam yine kapıyı bana açtırdı üstüne de "sen varken anahtara ne gerek var güzelim" diyerek yanağımdan makas alıp kuruldu koltuğa. "İyice evli çifte döndük farkındasın dimi" diyince bu sefer de "yok almam ben seni, kaç gündür aç geliyorum bi tabak koymadın önüme" dedi. Oysa genelde 10.30-11 gibi geldiği için akşam yemeği yemediğini kendisi taaa ne zaman söylemişti. Önüne yapıp koyanı olmadığından yemiyormuş beyfendi. Huyuna gideyim aç kalmasın diye ne yapayım diye sordum odalara geçmeden önce ve çocuğun gözleri parladı yemek yapacağımı duyunca. Defne'nin yemeklerini daha çok sevdiğini biliyorum tabi de ben de o kadar kötü değilim yani... Ev yemeğiyse ev yemeği ki onun da istediği bu sadece anladığım kadarıyla. Şu çocuğa bir sevgili bulabilseydik düzgün en azından gözüm arkada kalmazdı ama kendi halledecek artık. Bu arada başta "ya işte istediğin bir şeyi yap" falan dese de sonradan karnıyarık istedi. İlk söylediğinde bi bön bön baktım suratına sonra bozuntuya vermeden tamam dedim yaparım. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama çok zor olmadığını düşünüyorum. Tek sorun kıyma kokusu olacak ki en büyük sorunum da o zaten. Hayır yani tamam yarın 7 gibi gelecek eve de bu sıcak havada ağır yemek mi yenir ya nasıl bir mide var bu çocukta anlamış değilim. Neyse artık bakalım nasıl bir sanat eseri çıkaracağım beyime.

27 Ağustos 2015 Perşembe

İyiyim ya

İyiyim aslında... Yani sadece biraz insanlara yük oluyormuş gibi hissediyorum o kadar. Defne akşam ailesinden amcasının yoğun bakıma alınması haberini alınca hazırlanıp gitti hemen. Ben anneme yalanımı zaten söyledim evrak işleri, memurun olmayışı gibi şeylerle pazartesiye kadar yokum sanırım dedim. Daha doğrusu cumaya kadar halledemezsem hafta sonu araya girer bu yüzden kalabilirim dedim ama kesin değil o kısım. Emre ve Batu'yu gördükçe yanlış yapıyormuşum hissi doluyor içime geldiğimizden beri. Olay da herkesin derdi olan şey, yani para. Çocuklara bakıyorum sabahtan akşama kadar canları çıkıyor ve ikisinin de ortak lafı "ben babamdan para isteyemem şu yaştan sonra". Bir onlara bir de kendime bakınca kendimi artık aileme yük hissetmeye başladım tabi doğal olarak. Tamam, okul zamanım boyunca kredim vardı ve geçimimi onunla sağlıyordum ama ailemin ödediği bir kiram ve kredi kartım da vardı. Kartı da geçtim hatta onu da acil bir şey ya da internetten almam gereken bir şey olmadığı sürece kullanmıyordum ama yıllarca ben annemden "anne param bitti" diyerek para istemesem de düzenli bir şekilde kiram verildi, yani onlardan para aldım. Şimdiyse evdeyim kira vermiyorum ama bütün bir yaz boyunca yaptığım masraflar yine onlardan çıktı. Çalışmak istemediğim, en azından birkaç ay dinlenmek istediğimi söyledim çocuklara ama bunu yaparken beni destekleyeceklerini düşündüğüm için dile getirmiştim. Aldığım tepkiyse artık çocuk olmadığım, evde sadece otururken ya da gittiğin kurslara para saçarken annemden yine para mı isteyeceğim şeklinde oldu. Onlar normal bir ses tonuyla konuşsalar da suratımı tokatlarcasına hissettim ben birçok söylediklerini tabi o ayrı mesele. Kendim bir şeyler yapmamı ve şımarıklığı bırakmamı söyleyip durdu ikisi de. Gerçek anlamda abi nasihati dinledim anlayacağınız... Hala onlara bakıyorum bütün gün ayaktalar, okul açıldığında da parttime çalıştıkları için ayaktalar ama pes etmeden çalışıyorlar. Emre normal gelirli bir aileden olduğu için onda olabilir diyorum daha normal geliyor gözüme ama Batu'nun ailesinin durumu benim ya da Emre'nin ailesinin durumuna göre oldukça iyi ve çocuk çalışıyor. Ben ne yapıyorum? Yatıyorum, kurs araştırıyorum, kitap okuyorum ve tekrar yatıyorum. Durup kendime "ne işe yarıyorsun sen cha?" diyorum anlayacağınız. Yük oluyorum hissi fazlasıyla rahatsız ediyor beni. Bunun bir şekilde kafama vurulması gerekiyordu belki de çünkü anlayacağım yoktu. Sürekli bahanelerle iş aramaktan vazgeçiyor geçiştiriyordum ama şimdi kapı kapı gezeceğim sanırım. 

Yalnız her şey bir kenara Emre "annenden para alırsan sana sormaz mı sanıyorsun o para nereye gitti diye. Soracak ve sen de tıpış tıpış söylemek zorunda kalacaksın çünkü o para onun parası senin değil" dedi ve bende o anda her şey koptu. Gerçekten, aynı evde olduğumuz için zaten hesap sormaya meyilliyken bir de ondan para almam durumunda daha da ona bağlı olacağım. E hani benim özgürlüğüm? Hesap vermeden rahat geçen yıllarım nerede? Sırf kimseye rapor vermemek için kendi ayaklarım üzerinde durmam gerekiyor ama ben hala nasıl yatarım diye düşünüyorum. Ne ara bu kadar salak bir şey oldum ben anlamıyorum ki.

25 Ağustos 2015 Salı

Yıllar sonra çocuklarına kavuşmuş anne mutluluğu benimki

Pazar akşamı abimle eve döndükten sonra ilk iş olarak sabahın körü bir saate biletimi alıp yola çıktım. Aslında Defne'yle akşama geleceğim diye konuşmuştum pazar akşam dönmek aklımda olmadığı için ama sonra söyleme kimseye git işte diyerek kendimi ikna ettim. Otobüsten iner inmez Emre'nin satış danışmanlığını yaptığı erkek giyim mağazasına dalış yaptım ama hesaba katmadığım şey gittiğimde yemeğe çıkmıştı bu yüzden avm içinde onu aramam gerekti. Aslında ilk işim çalışanların sigara içtiği terasa çıkmak olsaydı zaman kaybetmezdim ya neyse, görür görmez koştum atladım üstüne. Önce bir küfür etti "ne oluyor lan" şeklinde yakındı sonra beni görünce "ne işin var senin burada hani akşam geliyordun" dedi aldı kolunun altına derken onun arası bitene kadar yaklaşık bir 20 dakika geçirdik. Sonra evin anahtarını ondan alıp eve Defne'nin yanına gittim. O da beni akşam beklediği için anahtarla eve girip karşısına bir anda çıkınca aklı çıktı kızın hatta korkudan ağlayacaktı az kalsın kapının sesini duymuş ama kimseyi beklemediği için bir sürü şey kurmuş benim saf kızım. Gönül isterdi Batu'nun da yanına gideyim ona sürpriz yapayım ama onun üstleri en küçük kaytarmada çocuğun başına ekşidikleri için gitmek istemedim. Tabi akşam Defne'yle Emre'yi de alıp onun çıkışına gidince biraz trip yedim. Neymiş herkese sürpriz yapmışım ona yapmamışım... Çocuğu düşünsek bir dert düşünmesek ayrı bir dert. Akşam akşam bir yerlerde oturup tatilin Defne ve benim için nasıl geçtiğiyle ilgili güzel bir sohbete girdik ilk önce. Malum ne kadar yakın olursan ol bir kişiyle illa "naber, nasılsın, tatil nasıldı" sorularını duyuyorsun. İşte ben geçtiğimiz günleri teker teker döktüm ki zaten her gün olmasa da arada konuşup soruyorduk birbirimize. Bu arada yüz yüzeyken anlatmayı düşündüğü için günlerce söylemediği bir yaz aşkı olmuş Defne'nin! Konuşurken "bence ayrıldık çünkü o başka şehirde ben başka görüşme şansımız yok" dedi. Yani 2-3 gün önce falan ayrılmışlar ama Defne hiç kafasına takmış gibi değildi. Bu durum onun için şaşırtıcı çünkü erkekler söz konusu olduğunda en kandırılmaya açık, üzülen kişi oydu aramızda. Daha sonra yan masalardan birinde bir çocuğu gözümüze kestirdik Defne'yle ama ne kestirme ikimiz de birbirimizi dürtüp duruyoruz çocuk çok hoş diye. Bir süre sonra bizimkiler bizim fısır fısır halimizden işkillenip ne olduğunu sordular ben de boşluğuma geldiği için "arkadaki çocuk çok tatlı ona bakıyoruz" dedim. Zaten oradan sonra ikisinden de kesici bakışlara sahip olmaya başladık. Neymiş işte arkadaş bile olsak onların yanındayken başka çocukla kesişmemiz onlar için kötüymüş de sonra o masadaki çocuklar onlar hakkında gevşek diye konuşurlarmış da bir şeyler bir şeyler. Gevşek ne ya? Bir de kalktılar yer değiştirttiler iyice yanımıza sokuldular. Artık şakaya vurup "kısmetimizi kapatıyorsunuz böyle ama" diyince de bir adet kol omzuma indi kalkmadı bir süre.

Akşamı dışarıda geçirdikten sonra mecbur eve geldik tabi. Emre bize kendi odasını verdi Defne'yle koyun koyna yatarız diye onlar da Emre'nin diğer ev arkadaşlarının odalarına dağıldılar. İkisi de akşam erken çıkabilmek için çalışma saatlerini sabahtan olsun diye konuşmuşlar ama baya yorucu olacak onlar için. Bir de Emre sabah 6da mı çıkacakmış neymiş yeni mallar geldi falan dedi. Nasıl yoruluyorlar belli değil. Okulu bitirselerdi şimdiye en azından adam gibi bir yerde çalışırlardı ama kime anlatıyorsun...
Boş kalıp bir an bloga gelemeyeceğim gibi geliyor şu ara. Bilmiyorum belki gelebilirim. Neyse ki Defne duşta uzun kalan biri de ha geldi ha gelecek korkum olmadan odaya kapanabildim. Ben de girmek istiyorum aslında ama şimdi mi girmem daha mantıklı olur yoksa sabah mı emin olamıyorum. Eskiden çekinirdim şimdi çekinme yok ama üşeniyorum. Sanırım Defne'yi düşünerek girmem gerekiyor ama.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Nerde benim abur cuburlarım

Size de olur mu bilmiyorum ama bana özellikle son zamanlarda sürekli "bir şeyler canım çekiyor ama ne?" şeklinde bir his geliyor. Şuan bile saat kaç olmuş normalde kalkıp bir bardak su içmeye üşenen ben defalarca mutfağa gidip baştan aşağı karıştırdım istediğim şeyi bulabilmek için. Buzdolabının kapağı bozulacak hatta benim yüzümden öyle bir haldeyim. Ama tabi bulamadım bir şey o ayrı mesele. Aslında içimden bir his abur cubur istediğimi söylüyor ama %100 emin olduğum söylenemez. Öyle düşünmüş olma sebebim de aile üyelerimin o tür şeylere kesinlikle karşı olması. Ben hayatımın ilk jelibonunu liseye geçtiğinde arkadaşının ikramıyla yemiş bir kızım düşünün artık gerisini. Hala unutmam bir keresinde 6-8 yaşlarındayız abimle anneme ağlamıştık resmen mcdonaldsa gidip çocuk menüsü almak için. Sonra ısrarımızdan sıkıldığı için götürmüş ondan sonra 2-3 yıl bir daha hiç gitmemiştik. Evde yapıyordu o bize ve sürekli dışarıda yediğimizin içindeki kötü şeylerden bahsediyordu. Yani annemin yaptığı sağlıklı ama oradaki zararlı şeklinde. Aslında biraz doğru ama bizi bu konularda bu derece sıkmış olması bizim daha sonra fena halde açılmamıza sebep oldu. Öyle ki ben bir ara lisede her gün burger yiyordum. Övünüyor muyum? Kesinlikle hayır ama içte kalmış bir ukde ye ye bitmiyordu zaten daha sonra bir bıraktım tam bıraktım ağzıma sürmüyorum artık. Bir hayatımda hep olan ve hala çıkarmamış olduğum pizza var o da kalsın zaten başka yok çünkü. Neyse, sonuç olarak burada şuan canımın çektiği şeyi bulamadığım için sürünüyorum. Bulsam ne olduğunu sabah koşarak giderim markete ama buzdolabının kapağını açıp dakikalarca baktıktan sonra kapatmaktan başka bir şey yapmıyorum. Kendi evimde olsam ağzıma layık bir şey illa bulur, yer, yatağıma geçerdim ama uzunca bir süre bulamayacakmışım gibi görünüyor istediğimi.

21 Ağustos 2015 Cuma

Bazı insanları anlamıyorum

Son zamanlarda özellikle aklımın almadığı şeyler görüyorum. Belki boş kaldığım için şuan daha fazla dikkatimi çekiyordur bilmiyorum ama kitaplar ve hikayelerde özellikle sürekli bir çocuk gelin, tecavüz, zoraki evlilik konuları işlenip duruyor. Birkaçına baktım içinde neler dönüyor diye ama gördüğüm sadece en sondaki "evli, mutlu, çocuklu" halleri. Bir çoğu aşk değil stockholm sendromu olduğu halde kimse buna dikkat etmemiş anladığım kadarıyla. Televizyonda bir istismar haberi gördüklerinde esip gürleyen insanların gelip bunları sanki güzel bir şeymiş gibi yazıldığı hikayeleri okuması nasıl bir ironidir? Bunları konu alanların özellikle 13-18 yaş aralığında olması ise farklı bir konu tabi. 15 yaşındaki bir kız hikayesinde 18 yaşında bir kızı yazıyor ama yazdığı konuda kız babasının onu "satması" ya da "miras" gibi bir konu yüzünden evlenmesinden bahsediyor. Bir de bu kızların genelde üniversite, aşk evliliği gibi hayalleri oluyor ama işe bakın zorla evlendirildiği çocuk/adam genç kızın kalbini çalıyor ve kız bütün hayallerini bir kenara bırakıp mutlu oluyor. Bu konu aslında gördüklerim arasında en saf olanı çünkü büyük bir kısım tecavüzcüsüne aşık oluyor. İşlemesi kolay diye düşündükleri temanın aslında ne kadar zor olduğunun kimse farkında değil. Bir taciz anı bile kişinin psikolojisini altüst ederken kaldı ki tecavüzün bu şekilde normalleşmesi beni fazlasıyla sinirlendirmeye başladı. Sürekli tecavüzden bahsetme sebebim de aslında bu zorla evlendirilen karakterlerin de kocaları tarafından tecavüze uğruyor olması. Küçük yazarlar muhtemelen evli oldukları için bunun tecavüze girmediğini düşünüyordur ama zorla yapılıyorsa tecavüzdür, bunun başka açıklaması yok. 

Bir de yorumlarda "artık birlikte olsunlar" kısmı var tabi. Kendi ilişkileri söz konusu olduğunda öpüşmeyi bile ben yapmam diye dile getiren okurlar karakterlerin hemen cinsel ilişkiye girmesi için yırtınıyorlar resmen. Bahsettiğimiz karakterler de yine liseli ama o kısmı unutmamak gerek. Tamam, "yaşları küçükler cinsellikten bahsedemezler" demiyorum kimse için, eskisi gibi kapalı kapılar ardından bakılmıyor bu olaylara ama daha kendi vücudunda neyin nerede olduğunu bilmezsen küçük bir kızın "isteklerini" öne sürmesi bana fazlasıyla yanlış geliyor. Annelik, hamilelik de aynı şekilde hafife indirgenmiş şeyler ki an geliyor gidip hepsinin elinden tablet, bilgisayar ve telefonları alasım geliyor. 18ine girer girmez "zorla" evlendirilmiş, eşi tarafından tecavüze uğramış, hamile kalmış ve mutlu, kocasına aşık bir insan benim gözümde olamaz. Öyle bir birey anca yaşam gayesini yitirmiş kendini tek bir şeye odakladığı için dışarıya mutluyum mesajı veren bir gibi görünür bence. Her şey bir kenara istismar eden kişinin yakışıklı, seksi ya da kaslı olması bir şeyi değiştirmez. Gerçek hayatta sevdiği adam bile kendine "zorla" bir şeyler yapmaya kalksa o kadının sadece midesi bulanır ve korkar, bundan zevk almaz.

Bunlarla birlikte bir de "bekaret" konusu var ki o da sinirlerimi fazlasıyla bozan bir konu. Tamam insanın bağlı olduğu değerleri ya da kendince düşünceleri olabilir ama bu demek değildir ki onunla aynı şekilde düşünmeyen kişi yanlıştır. Hikayelerin büyük bir kısmında (hepsi demiyorum kesinlikle) kadın karakter bakire olma ya da olmama durumuna göre değerlendiriliyor. Aşk evliliği yapmış çok mutlu bir çiftin arasına bir bakire giriyor aile zoruyla ve erkek karakterin ablası/kardeşi yeni gelen kıza "o onu sevmiyor, *** onun ilki bile olmadı" diyor. Bu şekilde bir yargılamayla o konuşan kişinin fesatlığı ve yuva yıkıcılığı vurgulanıyor sanıyor insan önce ama aslında bir bakmışsın vurgulanan kadının evlendiği adama bekaretini vermemiş olmasıymış. Bir de ilk gece ve kızlık sorunu var tabi. Kızın saf hallerinden bakire olduğunu düşünüyor ama daha sonradan ortada bir kan göremeyince esip gürlüyor, sonu da ya hastanede bitiyor ya da ayrılıkla. Her türlü kadına inanılmıyor ya da aşağılanıyor ama. Hangi kadın ilk birlikteliğinden sonra aşağılanmayı kaldırabilir? Hatta daha sonrasında bunu sindirip o kişiyle birlikteliğine devam edebilir? Kadını bu şekilde ezmek niye? Yazarlar bu şekilde kadının affediciliği ve aşkını mı vurgulamak istiyor anlamıyorum. Eğer öyle bir düşünceleri varsa orada asıl görünen kadının birlikte olduğu için o adama "mecburen" bağlı kaldığı görüntüsü.

Kısaca kadın her türlü yine bir kadının kaleminden mutluluğu bulurken bile eziliyor, aşağılanıyor. Bunlar 1-2 kişinin yaptığı şeyler olsa dikkatimi çekmezdi belki ama aradığım her 10 hikayenin 8inin içeriği bunlardan oluşuyor ya da içlerinde illa bağlantılı bir şey yaşanıyor. Gerçekten kolay geldiği için mi bunları yapıyor bu yazarlar bilmiyorum ama umarım şu normalleşme bir an önce kafalarından kalkar ve böylesine hassas konuları çocuk oyuncağı gibi kullanmayı keserler.

18 Ağustos 2015 Salı

Yatacak yerim yok resmen

Önümüzdeki hafta yalanın bini bir para diyerek aklıma ne gelirse sıralayacağım sanırım. Önce günübirlik ya da tek gecelik okuduğum şehre gidip geçici mezuniyetimi almaya gidecektim ama daha sonra Defne, Emre ve Batu'yla konuşup bu süreyi 1 hafta kadar uzatmayı düşünmeye başladım. Aslında ben düşünmeye başladım ama onlar kesin diyerek plan yapmaya başladılar. Emre de Batu da gün içinde çalıştıkları için Defne ve ben evde pinekleyeceğiz ama olsun Defne'yle o bile güzel olur. Plana göre belgeleri alacağız ilk gün ve  daha sonra çocuklarla buluşup onlardan birinin evine gideceğiz. Aslında adeta "babamız" olan Batu "bende kalırsınız" der diye düşünmüştüm ama iki ev arkadaşı da evdeymiş rahat olmazmışız. Bunun üzerine öğrendik ki Emre bey Batu'nun aksine yalnızmış. Tabi Defne'yle bunca yıllık samimiyeti arkamıza alarak hemen "eh canım senin sıkılıyordur o zaman biz sana geliyoruz :)" dedik ve böylece kalacak yer sorunumuz da kalmamış oldu. Hoş Emre "bedava kalmak yok, her gün yemek, bulaşık, çamaşır halledilecek" dedi ama olsun bir birlik olur her türlü kendi pisliğini ona toplatırız dedik Defne'yle. İşin en zor yanı anneme ne diyeceğim. Hadi mezuniyet belgesi diye gidiyorum ama 1 hafta için ne söylenir ki? Bir de nerede kalacağım konusu var tabi. Emre'de kalıyorum desem içi rahat etmez (Emre biraz geniş bir çocuk olduğu için annem ona karşı biraz daha mesafeli olmam yönünde düşünüyor) Batu'da kalıyorum dersem bu sefer onu rahatsız edeceğimi düşünür. Kaldı ki ev arkadaşlarını duysa hayatta bırakmaz. Bir de neden 1 hafta tabi. Buluşma görüşme 2 gün gör gel der kapatır konuyu ama 2 gün bana yetmez. Şu boş günlerimde bunu düşünsem iyi olur sanırım çünkü gitmeyi gerçekten istiyorum.

13 Ağustos 2015 Perşembe

Böyle tatil mi olur

Geçen pazar bir önceki yazımda bahsettiğim gibi abim ve kuzenimi ikna edip bütün kuzenler olarak merkeze indik. Elimi hiçbir yerde bırakmayan küçük hanım, diğer kuzenler ve abimle toplam 9 kişilik bir orduyduk resmen. Gittiğimiz yerlerde baya mekan kapatmışız gibi bir hava oluyordu. Neyse, alışveriş, parkta oturma, yeme içme derken eve dönmeden önce külah dondurma alıp sahilde banklara serilelim dedik ve gördüğümüz ilk dondurmacıdan hepimiz bir külah kapıp yerimize oturduk. Buraya kadar her şey iyi gitti ne bir ağlama ne bir kavga hiçbir şey olmadı. Eve döndüğümüzde biz büyükler hemen duş alma yarışına girdik falan derken ben duştan çıktıktan 1-2 saat sonra kendimi biraz kötü hissettim. Öncesinde hiç kimse ciddiye almadı, ben biraz göz karartım ve mide bulantımla durdum derken en fazla 15 dakika sonra kendimi tuvalete nasıl attım bilmiyorum. Midemde bir şey kalmayana kadar çıkardıktan sonra bile 3-4 kere daha kusma girişimine girdi midem ama bende hal falan hiçbir şey kalmadı tabi. Annem abimi "ne yeni bu kız" diye sorguya geçerken bir süre sonra bende su kalmadığından dolayı halsiz bir halde banyoda yığıldım kaldım. Sonra apar topar hastaneye gittik zaten. Acildeki genç doktor abimiz yiyip içtiğim şeyleri ve güneşte çok kalıp kalmadığımı sordu abim de benim adıma her şeyi patır patır döktü ortaya. Serumumu yiyip yollandım zaten sonra eve. Ben dondurmadan olduğunu düşünüyorum o vanilyayı alan tek bendim çünkü. Bozuk sütle mi yaptılar yoksa eriyen dondurmayı tekrar mı dondurup satışa sundular bilmiyorum ama tek sorumlusu o bence. Hayır hastaneye gittik bir de ama hiçbir şey yapmadılar. Çocuk bana resmen pişkin pişkin "kusmuşsun zaten kalmamış içinde bir şey şimdi şu serum bitince kendine gelirsin" dedi çıktı gitti. Benim orada boğazım acıyor, midem bulanmaya devam ediyor, kıpırdayacak halim yok o duruyor orada bostan korkuluğu gibi. Serum bittikten sonra daha iyiydim kendime geldim biraz belki ama yetmedi o arkadaş. 2 gece mide bulantısından uyuyamadım. Koku hassasiyeti hat safhada zaten alt katta ne yemek yapıyorlarsa öğürüp tuvalete koşuyorum. İlk gün ilgilenenim de vardı ama daha sonra sıkıldılar bıraktılar beni odada tek başıma takıldım orada. Peynir, zeytin ekmek kahvaltı, geriye kalan öğünler haşlanmış patates, ara öğünlerim ise galetaydı şu geçtiğimiz 3 gün. Neyse ki bugün biraz iyiydim de yarın normal şeyler tüketebilirim. Belki bahçeye çıkar hamağımda vakit geçiririm belli mi olur. Daha fazla tuvalete koşmak istemiyorum artık.

8 Ağustos 2015 Cumartesi

İşte şimdi tatil eğlenceli olmaya başladı

Geçtiğimiz gece Ece'nin canımı sıkmasıyla sabaha kadar uyuyamayıp gün doğumundan 1-2 saat sonra uyumayı başarabildim. Hal böyle olunca da akşama kadar kalkmak bilmedim. Aslında daha uyurum dediğim zaman aralığında -ki bu 3-4 arası- yanımda bir kıpırtı hissettim ama gözümü açıp bakmadığım için ne olduğunu anlamadım. Daha sonra kaşım gözümle oynanması, saçımın ağzıma burnuma sokulması gibi sinir bozucu durumlarla uyandım ve daha önce şu yazımda bahsettiğim küçük kuzenim geldiğini gördüm! Çocukları sevmem dedim hatta hala sevmem ama bu küçük başka bir şey. Canım sıkkınken anlayıp bana kendince öğüt veren ya da sadece sarılıp yanında sessizce duran bir küçük nasıl sevilmez ki? Kedi gibi. Neyse, anneannesiyle gittiği memleketlerinden sonra yazlığa anne ve babasıyla yanımıza gelmesi aslında +4 çocuk ve 2 yetişkin anlamına gelse de bu ufaklık için katlanılabilir bir durum bu. Eve döndüğümden beri görme fırsatı bulamadığım ufaklık gelir gelmez ailesiyle gittiği gördüğü yerlerden bahsetmeye başlayıp bizim de burada gezmemizi istediğini söyledi durdu. Bir şeyler atıştırmak için mutfağa gittiğimde bile annesine "cha'yla gidebilirim dimi? Hem o büyük" demesi güldürüyor beni. Ara sıra annesine gidip "hah! Kızın beni senden daha çok seviyor" demek istesem de susuyorum, görünen köy kılavuz istemez ne de olsa. Normalde çocukların mesuliyetini almayı sevmesem de önümüzdeki hafta doğum günü diye babasıyla konuşmaya karar verdim. Birini alıp diğerlerini almamak olmayacağı için 2 şoför ve arabaya ihtiyacım var tabi o kısım ayrı. Abimle şuan konuşmadım ama şanslıysam yarın o ve benden bir yıl küçük kuzen şoförlük yapmayı kabul eder biz de gezmiş oluruz. Hem böylelikle küçük hanıma hediyesini de kendisine seçtirmiş olurum. 

Gerçekten akıl yaşta değil, baştaymış

Alkol ne zamandan beri her şeyi çözmenin bir yolu oldu merak ediyorum. Uzun zamandır tanıdığım ama yaklaşık 2 yıldır samimi olduğum Ece diye bir arkadaşım var. Kendisi benden ne kadar büyük olsa da hiçbir davranışıyla bunu göstermiyor ve aksine ergenliğine yeni girmiş bir genç kızmış gibi davranıyor. Son zamanlardaki yeni gayesi de içmek. Sürekli ama sürekli içmek hem de. Alkole dayanıklı mı? Hayır kesinlikle değil 3-4 bira sonra davranışları oldukça saçmalıyor ve ne konuşacağını bilmiyor. Hatta bir keresinde tanımadığı bir çocukla aramı yapmaya çalışıp telefon numaramı da verdikten sonra bir süre onunla uğraşmak zorunda kalmıştım. Anlayacağınız çekilir dert gibi değil aslında kendisi. Son zamanlarda sıkıntısı da aslında her evde olan aile sorunları ve arkadaşları. Ben ailesiyle mükemmel geçinen biri değilim ki yazılarımı az çok okuyan biri sürekli bir tartışma halinde olduğumu bilir. Neyse, kimse mükemmel değildir ama o sürekli "ben bu yaşımda bu sorumlulukları almak zorunda mıyım? Ben neden onların problemleriyle uğraşmak zorundayım" diyip duruyor. Ona en başta 26 yaşında bir birey olarak sıkıntılarında annesinin yanında durabileceğini, artık çocuk olmadığını söyledim ama "sen anlamıyorsun beni" lafıyla susturuldum. Bir kere söyleyip anlatamadıktan sonra da anlatmaktan vazgeçtim çünkü her ne söylersem söyleyeyim kendisini haklı görüyor. Şimdi sinirlenmiş olmamdaki sebepse iş yerinden 2-3 kişiyi ikna edip çıkmışlar yine içmeye ve beni arayıp "bak sen yanıma gelmiyorsun ama ben çıkacak birilerini bulabiliyorum" diyor. Bir de üstüne binbir türlü trip atıyor "başkası çağırsa gidersin yanına bana gelmiyorsun" diye. Bu kadar içmesi mi beni bıktırdı yoksa ergenliği mi bilmiyorum ama hiç içimden gelmiyor artık o çağırdığında gitmek. İnsan arkadaşının zor anında yanında olur, tamam ama söylediğim hiçbir şeyi dinlemezken ona nasıl yardım edebilirim ki? İçer, kusar, uyur Cha da arkasını toplar. Sarhoşken sırnaşıp sarılıp "kimse senin kadar yanımda durmuyor, beni yargılamadan yanımda duran tek kişisin" diyor ama benim de sınırlarımı o kadar zorluyor ki çıkıp gitmek istiyorum hayatından. Onunla bunu konuşmayı denedim, "alkol sorunlarını çözmüyor ve sen yaşının gerektirdiği gibi davranmıyorsun" dedim "beni de boğuyorsun son zamanlarda artık kendine gelmen lazım" dedim ama hala aynı şekilde devam ediyor. Bu kızın ne zaman büyüyeceğini büyük bir merakla bekliyorum. İçme alışkanlığını edinmeden önce gayet iyiydik umarım daha fazla çocuklaşmadan büyüdüğünü anlar ve kendini ona göre düzeltmeye başlar çünkü benim onun için yapabileceğim hiçbir şey yok. Anca sarhoşken birinin onu alıp götürmemesine yararım o kadar. Bir de yakınma ve ağlama duvarıyım tabi... Umursamaz bir insan olduğum halde beni yorabiliyorlar ya hayret ediyorum bazı insanlara.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Can sıkıntısı sen nelere kadirsin öyle

Ben bu tatil işini sevmedim. Stajda canım çıkıyordu, sinir krizleriyle ağlıyordum falan ama en azından bir şeylerle uğraştığım için sıkıntılarım üzerine fazla düşünemiyordum. Ama şimdi öyle mi? Hayır! Yatmanın birkaç farklı yolunu her gün uygulamaktan bıktım. Sonra kitaplardan ve çocuklardan da aynı şekilde. Ben zaten çocuk sevmem ki onlar hakkındaki en masum düşüncemi şu karikatürde görünce kahkahalarla gülmüştüm. Neyse, denize daha fazla girmek istemiyorum çünkü abim olmadığı için ve haftada artık en az 8 kere ambulans ve helikopteri sesi duymaya başladığımız için akşam ya da gün doğarken denize izin verilmiyor. Gittiğim normal saatlerde de artık güneş midemi bulandırmaya başladı ki daha fazla yanmak istemiyorum da. Bahçeye daldım son zamanlarda. Her gün 1-2 saat toprakla uğraşıp eve dönüyorum ki yetmiyor o uğraş da bana. İşin en komik bulunan kısmı da her gün öğlen saatlerinde evde klima karşısında farklı renk oje sürüp 5-6 gibi bahçeyle uğraşmaya başlıyorum ki doğal olarak batıyorum tamamen. Olsun diyorum ama kendimi manikür pedikür konusunda geliştirmiş oluyorum. Hem kimsenin de gördüğü yok zaten bütün kişisel bakımım kendime burada. 

Bugün halıya kırmızı oje döktüm ve silmeye çalışırken de biraz batırdım ortalığı. Kimse görmesin diye minik sehpanın bacağını üzerine getirdim ilk kim görür onu bilmiyorum ama fark edilmemesi tek temennim çünkü zaten fazlasıyla hayırsız evladım karşılarında.

Evin erkeklerinin gelmesine yakın Batu aradı hal hatır sormak için. Muslukları açacaktım az kalsın onunla konuşurken çünkü onu bir daha ne zaman görürüm hiç belli değil. Aynı şey Emre için de geçerli ve bu durum aklıma geldikçe içime öküz oturuyor. Çok yakınım dediğim kişi sayısı zaten oldukça azken bir de iki kişiyle aramıza mesafe girmesi beni sadece üzüyor. İstanbul'a gelmezler mi? Gelirler elbet de aynı olmaz sonuçta. Kısaca içim biraz buruk şuan. 
Bu arada benim bir saate yakın telefon konuşmamın ailede herkesin gözüne batması ve farklı söylevlerin çıkması sanırım önümüzdeki haftanın tartışma konusu olacak. Bakalım çok sevgili yengelerim kocalarına ne yumurtlayacak ve onlar da anneme ve bana nasıl yüklenecek...

2 Ağustos 2015 Pazar

Marslı -Andy Weir

Son zamanlarda karşıma sürekli olarak getirilen ama benim "adam yazar değilmiş neden okuyayım ki" dediğim yazar Andy Weir bana inanılmaz bir kapak yapmış Marslı kitabıyla. Tanıtım bültenini verip kitap yorumuna geçmek için sabırsızlandığım nadir anlardan birindeyim şuan.

Tanıtım bülteni;

Goodreads okurlarına göre 2014'Ün En İyİ Bilim kurgu ROMANI! Altı gün önce, Mark Watney Mars'a ayak basan ilk insanlardan biriydi. Şimdi ise, orada ölmesi neredeyse kesin.

"Çok uzun zamandan beri okuduğum en iyi kitap. Zeki, eğlenceli ve gerilim dolu. Marslı, bir romandan isteyebileceğiniz her şeye sahip."
-Hugh Howey, Wool serisinin yazarı-

"Sürükleyici… Defoe'nun Robinson Crusoe'su sanki daha zeki biri tarafından yazılmış gibi."
-Larry Niven, Hugo, Nebula ve Locus ödüllü Halka Dünya romanının yazarı-

"Bu kitap tam da benim gibi okuyucuların seveceği türden."
-John Scalzi, Yaşlı Adamın Savaşı serisinin Hugo ve Locus ödüllü yazarı-

"Andy Weir'in yazdığı Marslı şimdiye kadar okuduğum en iyi bilimsel bilim kurgu romanı. Bu romanı -başka bir kitap hakkında hiç böyle bir şey söylemedim- edebi anlamda da elden bırakmak mümkün değil." 
-Dan Simmons, Hugo ödüllü Hyperion serisinin yazarı-

"Marslı aklımı başımdan aldı!"
-Ernest Cline, Başlat romanının yazarı-

"Aksiyon ve uzay macerasının kusursuz bir karışımı."
-Library Journal-

~~

Aslında tanıtım bülteni kitap için oldukça yetersiz diyebilirim. Tamam önemli okurların kitap üzerindeki yorumları ilgiyi arttırır ama özellikle Marslı gibi bir kitapta içerik hakkında biraz daha bilgi veren birkaç cümle fena olmazdı bence. Neyse tanıtım bülteni önemli değil zaten çünkü okur ilk bölümün birkaç sayfasında bağlanıyor kitaba.

Tanıtım bültenine laf ettikten sonra içerikten biraz bahsetmezsem saçma olur diye düşünüyorum. Mark Watney, Mars'a yollanılan Ares 3 araştırma programının 6 üyesinden biridir. Ares 3 Mars'ta geçirdikleri 6.günde -ki bu sol diye ifade ediliyor kitapta- NASA'nın beklemediği büyüklükte bir kum fırtınasıyla karşı karşıya gelirler ve bundan kaynaklı görevleri iptal edilip Dünya'ya dönme emri alırlar. Bu kum fırtınası sırasında da Ares 3 mürettebatı Mark'ın öldüğünü düşünerek onu Mars'ta bırakır ve Dünya'ya geri dönüş için zorlu bir mücadeleyle Hermes'e geri dönerler. Kitapta tam olarak burada başlıyor, yani Mark'ın elinde yeterli kaynaklar olmadan, Dünya'yla iletişimi yokken hayatta kalma mücadelesi kitabımızın konusu.

Kitabı okumaya başladığımda her ne koşulda olursa olsun Mark'ı Mars'ta bırakmış olmaları beni çok sinirlendirdi. Tabi daha sonra yazarımız Andy NASA'nın böyle bir prosedürü olduğunu, MTA'nın (Marsa Tırmanış Aracı) ağırlık konusundaki hassasiyetini dile getirince durum oldukça mantıklı oldu diyebilirim. Zaten kitapta kusur bulamadım desem yeri. Mark'ın hayatta kalmak için kullandığı botanik bilgileri ve aynı zamanda makine mühendisi olmasının ona verdikleriyle harika işler ortaya koyuyor ve aynı zamanda mürettebatın en laylaylom adamı olmasından kaynaklı kendi durumuyla sürekli eğlenir halde.

Yazı dili daha çok Mark'ın ağzından olduğu için kitap okuru oldukça güldürüyor. "Adam ölümle burun burna nasıl komik olabilir" derseniz de cevap basit. Mark eğer o karakterde bir adam olmasaydı yalnız geçirdiği 2.solda yüksek doz morfin alarak kendini öldürürdü. 

Marslı bilim kurgu severlerin kesinlikle okuması gereken bir kitap. Bilim kurgu film ve oyun seven kişilerin de aslında kesinlikle okumaları lazım çünkü her şeyiyle mükemmeldi. Zaten başladım ve güle oynaya kitabın yarısına geldim daha sonra gerilimi tam içimde hissettim ve kitabı sonlandırdım. Kurgu, ilerleyiş, final ve karakterler tam olması gerektiği gibiydi. Figüran yok denecek kadar azdı ki bu benim için çok önemli oluyor kitapta gereksiz isim ya da kafa karışıklığı olmaması bakımından. Herkes yerli yerindeydi anlayacağınız.

Kitabı okuyan ve çok seven arkadaşlarımın söylediği ama benim pek takılmadığım bir nokta, kitabın çok fazla teknik bilgi içermesi. Benim gözüme batmadı bu durum çünkü dediğim gibi kitap aslında Mark'ın Mars'ta geçirdiği zamanı anlatan bir günlük ve neyi ne şekilde yaptığını anlatması oldukça normaldi. Bir ara derste gibi hissetmiş olsam da bu kitabın olması gereken bir kısmı olduğu için benim gözümde problem olmadı.

Kısaca demek istediğim 2 Ekim 2015te kitaptan uyarlama film vizyona girmeden önce herkes kitabı okumalı. Matt Damon'ın Mark Watney olarak oldukça başarılı bir iş çıkaracağından emin olsam da uyarlama filmler her zaman eksik ve boştur bu yüzden kaçırılmaması gereken bir kitap.

Bilgisayarımı çok özlemişim

Geçtiğimiz günlerde bilgisayarım yanımda değildi. Evet, internet olmadığı için bilgisayarımı yanıma alma gereksinimi duymamıştım -çok zekice evet bence de- ama daha sonra "cha, senin akıllı bir telefonun var ve o telefon sahip olduğu interneti başka cihazlara yayabiliyor. Peki sen neden kendini telefonun o minicik ekranına mahkum ettin?" diye kendime sordum ve bir cevap alamayınca abimi arayıp bu hafta sonu yanımıza gelirken bilgisayarımı da getirmesini rica ettim. O da sağolsun ne kadar istemese de (muhtemelen kendi masa üstü bilgisayarını sökmeye üşenip her akşam bilgisayarımı salona bağlayıp film izliyordu) getirdi bana yavrumu. Bilgisayarımı çocuğum gibi sevmem teknik olarak beni bir bağımlı gibi gösterecektir ama işim dahil her şeyim bilgisayara bağlıyken yokluğu çok boş hissettiriyordu.

Abim harici harddiskimin içini doldurduğunu, yazı sıkıcı geçirmeyeceğimi söyledi ama içine neler koydu ne sordum ne de bakma fırsatım oldu. Neler çıkacak biraz tedirgin olsam da abimin o kadar kötü bir film anlayışı olmadığını biliyorum. En azından recep ivedikleri açıp açıp gülen biri değil. Ama yine de neler olduğuna bakmak iyi olabilirdi. 

Yazlıkta bloga girmek aslında benim için çok büyük bir risk çünkü ortalıkta meraklı küçük kuzenler var ve telefonu bile elime aldığımda "ne yapıyorsun" diyerek dibime giriyorlar kaldı ki kocaman ekranı nasıl saklarım bilinmez. En azından internet olmadığı için bilgisayarı almak istemezler, isteseler de bir işlerine yaramaz çünkü oyun yok haha! 
Bilgisayarı vermek diyince aklıma geldi. 2 sene önce bulunduğumuz bölgeyle ilgili bir rapor hazırlarken -ki bu 70 sayfalık bir rapordu- küçüklerden biri raporda kullanacağım tabloların bulunduğu dosyayı silmiş ve 2 günlük emeğimi mahvetmişti. Küçükleri o gün dövmediysem daha hiç kimseye elim kalkmaz diyorum hala.