30 Kasım 2017 Perşembe

Bu sefer bırakıyorum

Komşu çocuğunu bu sefer gerçekten bırakıyorum. Çocuğun bana karşı bir ilgisi yok bundan eminim artık. Bu kanıya nereden vardığımı soranınız olur illa diye açıklıyorum; gerçekten aptal değilse eğer ona olan ilgimi görebilirdi. Eğer ona olan ilgimi görmezden geliyor ya da önemsemiyorsa bu onun bana ilgisi olmadığını göstermez mi? Bence gösterir. A tabi bir de gerçekten kör/aptal olma durumu var ama eğer öyle bir sorunu varsa da benden bu kadar. Daha iki ay oldu derseniz de yeterliydi bence iki aylık deneme süresi. Hem geçen yazımda da yaptığım saçmalık yüzünden akşamın bir körü peşime adam takmış olmam da cabası. Sağlıklı hareket etmemeye başlıyorum ve böyle giderse ben daha kötü olacağım. Biraz sinirli biraz da üzgünüm şuan ama sanırım böyle olmasını kendime yediremediğim için böyle. Yani onun da benimle flört ettiği çok bariz noktalar vardı ve bu da beni ister istemez umutlandırmıştı. Bir anda bu karara nasıl vardığıma gelecek olursak eğer, bugün derste üzerinde çalıştığımız alıştırmada bazı noktalarda bariz hatalar yaptığım için şaşırdığını dile getirdi. Bu hatalar sürekli yaptığım hatalar değiller ama. Aynı ya da benzer bir parçada birbirine benzer ya da aynı olan bir yerde bazen çok güzel bazen de hatalı çalınca neden böyle olduğunu sordu. Ben de emin olmadığımı, bazen dikkatimin dağıldığını söyledim yüzüne bakarak. Sonra çalmamda yardım etmek ve beni yönlendirmek için tepemde dikilip yaya yön vermemde yardım etmeye başladı. Yayın hakimiyeti ondayken bir sorun yok ama eli hala elimde ama yay hakimiyeti bendeyken problemli... Neyse, kendimi zorladım sanki o kadar yakınımda değilmiş gibi düşünüp iyice odaklanıp çalmaya devam ettim. Daha sonra baktı sorunu çözdük arkamdan geçip diğer tarafımda yanımda durmaya başladı. Gördüğüm bir açıda değildi notalara baktığım için ama tam karşımda ayna varken ve onu pür dikkat beni izlerken görünce bu sefer de nota kaçırdım. Elini omzuma koyup "hadi Cha, yaparsın sen" dedikten sonra resmen kitabı görmemeye başladım. Çekmedi elini çünkü! Sevdiğim bir şeyi yaptığımı kendime hatırlatıp tekrar odaklanmaya çalıştım derken öyle ya da böyle dersi bitirdik. Yolda dönerken yine konusunu açtı "işle ilgili bir sorun mu var? Dikkatin çok dağınıktı bugün" diye. "Yo, bir sorun yok işle ilgili son zamanlarda" dedim biraz daha düşünüp "ben mi çok hareket ediyorum odada da senin dikkatin dağılıyor acaba" dedi. "O olabilir, bazen yay tutuşumu düzeltmek için aniden müdahale edince ya da kolumu, oturuşumu düzeltince şaşırıyorum" dedim. Aslında şaşırıyorum değil "heyecanlanıyorum" desem daha doğru olurdu ama o yine de "tamam, bundan sonra seni korkutmadan yaklaşırım" dedi ve şirin bir gülümseme sundu bana. Önceki gün apartmanın girişindeki minik bir demir parçasının parmağını kestiğini gösterdiğinde iyi bakmak için elini tuttuğumda bile kalbim yerinden çıkacak gibi olurken ders boyunca elimi, omzumu, sırtımı tutması tabi heyecanlandırıyor beni ve bir süre daha heyecanlandırmaya devam edecek ama bu şekilde tek taraflı bir ilgiyle devam edersem olan yine bana olacak gibi görünüyor. Yani anlayacağınız, ne komşuluğumuza ne de öğretmen/öğrenci ilişkimize bir zarar gelmeden bırakıyorum. 

28 Kasım 2017 Salı

Halüsinasyon bile görmeye başladıysam demek

Abim en son kavga ettiğimizden bu yana evde pek yokmuş gibi davranıyor. Ya hiç gelmiyor ya da çok geç saatte geliyor ama bunu yaparken bana haber vermiyor. Yatmadan önce onu bekliyor değilim ama ben uyurken kapı sesi duymak beni biraz rahatsız edebiliyor. Gecenin bir yarısı evin kapısının sessiz sessiz açıldığını duyup korkuyla bir kere uyandıktan sonra insan rahat uyuyamıyor malum. Bunu yapmamasını söylemiş olsam da inat değil mi haber vermiyor işte. Neyse, geçen akşam eve dönerken komşu çocuğunu gördüğümü sandım. Aslında yanına gidecektim ama bir kıza omzunu atmış sarmaş dolaş bir halde yürüdüklerini görünce aptala döndüm. Boş boş takip ettim ikisini. Sakin bir mahallede oturuyor olsam da komik bir şekilde benim oturduğum yerin bitimindeki diğer yerler zaman geçtikçe pek güvenilir yerler olmamaya başladı ki bunlarda inşaatların büyük payı var. Baktım komşu çocuğu ve kız çok farklı yerlere gidiyor ve ben de onlarla birlikte oldukça yoldan sapmışım daha takip etmenin manası yok dedim durdum. O vazgeçtiğim evrede de Komşu çocuğu sandığım çocuğun başka biri olduğunu fark ettim. Saçının rengi ve şekli, boyu, montu hatta yürüyüşü bile aynıydı oysa! Kafalarının arka yapıları da hatta aynıydı! Çok o gibiydi... Bomboş bir şeye üzülmüş ve akşamın bir körü alakam olmayan yerlere girmişken tabi içimden hemen eve gitme isteği doldu. Yolu uzatmadan nereden daha iyi giderim derken girdiğim sokakların birinde çocuğun teki laf attı saçma sapan. Cevap vermeden hızlanıp oradan ayrılayım derken çocuk ona cevap vermemiş olmama kızmış olacak ki "sen kendini kim sanıyorsun da bana cevap vermiyorsun" dedi. Yine cevap vermeden yürümeye devam ettim ki onun da beni takip ettiğini fark ettim. Hızlı adımlarla kısa olan o yolu biraz dolandırıp eve gittim hatta onun arkamda olmadığını anladığım bir an koşup sokağıma o şekilde girdim. Korkuyla kapıyı açıp kendimi eve attığımda hiçbir ışığı açıp "bu daireye yeni girildi" diye belli etmek istemedim. Kapının önüne çöküp karanlıkta sakinleşmeyi bekledim sadece. Şu komşu çocuğu muhabbetinin başıma bu şekilde bir iş açıyor olması nasıl bir şey hala tanımlayamıyorum. Genç çocuk tabi sevgilisi osu busu olacak ki sağlıklı olan da bu değil mi? Olmasını istediğim kişi ben olsam da onun bana karşı bir ilgisi yokken onu zorlayacak değilim. Ne yaşarsam artık kendi içimde. O gece işte sabaha kadar abimi salonda karanlıkta bekledim. Sabaha karşı uyumuş olacağım ki abim üstünü değiştirmek için eve geldiğinde gördü beni. Önce ne olduğunu sordu halimi görünce sonra bir şeylerden korktuğumu anlayınca onu aramadığım için kızdı ama onunki inatsa benimki de inat. Sabaha kadar uyumayacak olsam da evdeki bütün camlar ve kapılar kilitli otururum yine de aramam.

26 Kasım 2017 Pazar

Yine başladılar

Tam yine her şey mis gibi tıkırında giderken önce biraz sallantılar daha sonra da minik yıkımlar gerçekleşmeye başladı. Aslında bunların tam bir sebebi var denemez, zaman içerisinde oluşan ayrılıklar, yeni insanlar vb diğer olayların birleşmesi ve etkilerini birikince fark etmemden kaynaklı hepsi. Dönem dönem insanlara gelir zaten böyle şeyler biliyorsunuzdur siz de. Açık konuşmak gerekirse bu buhranlı dönemimi blogdan uzak, kendi içimde yaşayıp atmak istedim ama insanın arada birileriyle konuşması, daha doğrusu anlatması gerekiyor. İşler sağ olsun son dönemlerin yine en yoğun zamanında olduğum için başkalarıyla buluşmayı geçtim telefonda konuşacak fırsatı kendimde bulamıyorum. Sanki yeni doğum yapmış bir kadınım da duş almak bile bana lüks. Gerçekten öyle ama! Sabaha kadar neredeyse çalışıp uyuduğum 4-5 saatlik süreden kısıp duş bile alamadım bir süre. Tabi işler yoluna girdi yine az da olsa rahata çıktım ama hala dışarıya çıkıp alem yapacak zamanım yok. Neyse, aile içi olsun iş olsun arkadaş çevresi olsun bir şeyler değişti benim buraya gelip anlatmamış olduğum dönemde. Tabi bunlar özel olarak bilinmesin dediğim şeyler değildi ama ne bileyim bloga dönmeden 1-2 ay önce olan şeyler olunca geriye dönük anlatmadım. Neyse işte, anneme benim okuldan mezun olduğum dönemlerde bir böbrek hastalığı teşhisi konuştu ve o hastalıkla bundan sonra yaşayacağını hepimiz bildiğimiz için ona göre hareket etmeye başlamıştık. Bu süreçte diyetler olsun, egzersizler olsun stresten uzak tutma olsun birçok şeye dikkat etmiştik ama ablamın eşinden ayrıldıktan sonra radikal bir kararla yurt dışına taşınması annemi biraz sarstı. Başta bir şey yok gibiydi ama o ayrılıkta bile bazı noktalarda (ne alakaysa) kendini suçlu hissettiği için evden ayrıldı... Evet, annem 55'inden sonra liseli triplerinde kendine bir bavul hazırladı ve gitti. Bu evi terk etme gibi bir şey değil ama, "kafa dinlemek istiyorum, sakin bir yere gidiyorum" diyerek bizim yazlığa taşıdı kendini. Onun orada mutlu olması bana yetiyor doğrusu ki bir de ben taşınmak isteyip yapamazken onun yapmış olması işime geldi.

Annemin evde ayrılmasıyla ev bana ve abime kaldı tahmin edersiniz ki. Tabi ortada bir sorun var... Ne mi? Abim dünyanın en kötü ev arkadaşı! Sürekli mızmızlanması, eşyalarını ortaya saçışı, ortak alan sorumluluklarını yerine getirmemesi ve kişisel alan ihlali olsun bir ev arkadaşında olmaması gereken bütün özellikler mevcut adamda. Bir yemek yapıyor diyelim o tava asla kaldırılmıyor ya da işte eve geldiğinde soyunmaya evin kapısından odasına kadar yapıp kendini yatağa atıyor. Montunu antrede ve koridor boyu da çorap, kravat (o her zaman yok), gömlek, kazak hatta pantolonunu bırakabiliyor. Cumartesi akşamı arkadaşlarını çağırıp alem yapması da başka bir konu ki topluyor olsa sonrasında ortalığı sorun etmeyeceğim. Öğrenci evine de ayda bir çağırır beni hizmetçi gibi kullanırdı ama şimdi ortak yaşadığımız evde nedir bu rahatlık! En son pazartesiden itibaren onun neyi varsa bırakmaya başladım. Hiçbir eşyasını yıkamak için bile olsa dokunmadım ki bugün durum en sonunda patlak verdi. Evdeki bağırış çağırışlar ve en sonunda abimin bir sinirle evden çıkmasıyla komşu çocuğu telefonuma bir mesaj bıraktı "iyi misin?" diye. Gayet iyiyim aslında. Günlerdir içimde biriken ne varsa döktüm rahatladım. Hayır yani onun ne beni ne de annemi bu şekilde kullanmaya hakkı yok. Tamam ailenin tek erkeği diye zamanında pohpohlandı ama bu da bir yere kadar. Normal zamanda düzenli olsun temiz olsun diye laf yapan insandı o bir zamanlar ama şimdi tam bir pasaklı! Umuyorum bu tartışma bir şeylerin dank etmesini sağlar yoksa zaten iş yüzünden de stresli ve mental olarak yorgunum bir de onu hiç çekemem...

13 Kasım 2017 Pazartesi

Benim hüsn-ü kuruntum mu yoksa?

Bugün ders çıkışı belki de ilk defa bir ışık gördüm! Hayır aslında ışık falan olmayacak kadar küçük bir şeydi ama bir ay oldu biz tanışalı bir arpa boyu yol gidemediğimiz için ben ışık diyorum. Durum şu ki çocuğun hafızası tam bir fil hafızası çıktı. Ben ne dediysem her şeyi saniyesi saniyesine hatırlıyor. Laf arasında bir keresinde işte olan minik bir tartışmamdan bahsetmiştim ben daha tatile gitmeden önce ve bugün ders çıkışı işlerin nasıl gittiğini ve o sorun yaşadığım çocukla durumun ne olduğunu sordu. Anlatırken nasıl önemsemediysem hatırlamadım başta ne tartışması olduğunu ama o bana birkaç detay verince anında hatırladım. "Ben unutmuştum bile sen nasıl hala hatırlıyorsun ya?" diye sordum gülerek hiç cevap vermeden bıyık altı bir gülüş sundu. Tek gülüşüyle pelte kıvamına gelmiyorum belki ama bakışlarımdaki değişimi kim olsa görür yani. Neyse baktım o bir ışık yaktı bana ben de şansımı deneyeyim dedim ve "geçenlerde neye o kadar sinirliydin ya, soracaktım o an ama zorlasam beni bile döversin gibi bir halin vardı" dedim -aslında tam bunu demedim ama aşağı yukarı böyle bir cümleydi- biraz bir şaşırdı gözleri falan açıldı sonra "önemli bir şey değildi ya kötü bir sınav sonrasıydı o sadece" dedi. Sonra da "hem ne olursa olsun sana bir şey yapmazdım canım, sana öyle gelmiştir" dedi. Normalde bu tür canımlar cicimlere karşı hep bir "2 günde ne canımı cicimi" tepkisi içinde olsam da ondan aldığım yüzle ben de aynı şekilde konuşmaya başladım. Normalde 10 dakikada yürüdüğümüz yolu dur kalklarla sohbetlerle yarım saatten daha uzun sürede yürüdük ki bizim çocuklar görse oturup ağlarlar "bizim Cha büyümüş de çocuğun tekini etkilemeye çalışıyor" derler. Gerçekten öyle bir duruma geldi ama halimiz ama. Ondan gördüğüm tek adıma karşılık koşar adımlarla gidiyorum. O durunca ani bir fren yapıyorum ve ona göre tekrar harekete geçiyorum. Biraz git gel bir durum içerisine girmiş olsam da şuan için elimden gelen başka bir şey yok. Hem hala yetiştirdiği ödevler var sanırım uykusuz görünüyor son zamanlarda. Evet şu cümlemle onu izlediğim izlenimini edinmiş olabilirsiniz ki oldukça doğru çünkü çocuk karşı dairemde oturuyor. Eve girip çıkarken bile göz ucuyla onların kapısını kesiyorum! Hem o da bir benzerini yapıyor sanırım, çünkü "Cha sana verdiğim ödevleri pek yapmıyorsun sanırım, hiç sesini duyamıyorum eskisi gibi" dedi bugün. Çellonun sesini duyabildiğini söyledi o evdeyken. Yani o da evi dinliyor diyebilmek istiyorum. Artık bir şeyler olacaksa olsun! Yok yani ya tavrını net bir şekilde ortaya koysun ya da böyle flörtlerle nereye kadar gidecek bilmiyorum. Hayır bir başkasını sevgili yapacaksa şuan ben daha fazla bağlanmadan yapsın ki yıkımım hafif olsun dimi ama.

10 Kasım 2017 Cuma

Elma şekeri de neymiş

24 yıllık hayatım boyunca hiç elma şekeri yememiştim. Bunun sebebi de annemin çocuklarını bu tür aşırı tatlı şeyler mümkün olduğunca uzak tutmak istemesiydi ki birçok zararlı yiyeceğin tadını dahi bilmediğimiz için hiç istemezdik onlardan. Zaman geçtikçe birçok abur cuburla tanıştık hatta ilk jelibonumu ortaokulda arkadaşım bana ikram edince tatmıştım. O zaman da çok tatlı geldiği için annemi biraz da olsa anlamıştım. Bize öğretilen hep "tatlı bir şey yiyeceksek bu evde yapılmış bir şey olmalı" şeklindeydi. Hiç unutmam 5 yaşlarında falan küçük bir kızım evde abimle terör estiriyorum falan bir akşam babam elinde kocaman bir kutuyla gelmişti. Biz tabi afacanlar olarak "o nedir" nidalarıyla poşete sarılmış ne olduğunu anlamaya çalışırken annem babama bağırmaya başlamıştı "neden böyle bir şey aldın" diye. Ablam da devreye girip kutunun üzerindeki yazıyı okuyunca her şey açıklığa kavuşmuştu tabi. Pamuk şeker yapma makinesi! Dışarıdan tatlı alınmadığı için pamuk şekeri evde yapılan bir tatlı haline getirmişti babam ve ilk o zaman yemiştik onu da. Onun da çok tatlı olduğunu düşünmüş olsak da o yumuşaklığı ağızda dağılışı falan çok sevmiştik hem yapmasını hem de yemesini. Tabi elma şekeri bu tür tatlılar arasına hiç girmemişti. Bugün iş yerinde bir arkadaşla otururken yakınlardaki bir ilkokulun karşısında gördük pamuk şeker ve elma şekeri satan amcayı. Bir anda içimi nostaljik bir hava sardı dememle arkadaşın kalkıp iki tane elma şekeri alması bir oldu. Tekini bana uzattıktan sonra önce bir baktım "bu nedir? Yenir  mi? Nasıl yenir? Tadı neye benziyor?" sonra "amaaann küçük çocuk değilsin ya Cha, ye gitsin" diyerek paketi açmaya çalıştım. Yemeyi kesinlikle beceremediğim bir gerçek olacak ki arkadaş "Cha neden uzaylı görmüş gibi bakıyorsun" diye sordu, ben de ona tatlılar ve ben konulu kısa bir açıklama geçtim. Kız karşımda şok geçirdi resmen daha önce hiç yemediğimi duyunca. Sonra başladı anlatmaya önce biraz erimesini bekleyeceksin, küçük küçük tadını alacaksın, şeker incelince bir ısırık alacaksın elmayla birlikte şekeri yiyeceksin falan diye. Elma şekerini şeklinden kaynaklı öyle bir ismi var sanıyordum ama içinde gerçekten elma varmış! Benim için oldukça büyük bir şok oldu doğrusu çünkü gerçekten sadece şeklinden dolayı adı o sanıyordum. Daha sonra minik bir yeme girişimimle saçlarım, çenem, burnum tamamen yapış yapış oldu. Elmadan aldığım ilk ısırıkla da "keşke hiç yemeseydim" dedim kendime. Sevmemiş olmam da arkadaşı oldukça şaşırtsa da bu şekilde tatlıdan uzak büyümüşken artık tatlıyla aramı düzeltmem biraz zor gibi. Ah anne ah, kızın yine arkadaşlarından garip bakışlar aldı.

Dipnot: Tatlı ne kadar yiyemesem de ekşinin hastasıyım. Hatta tam şu saatte önümde turşu kavanozuyla bu yazıyı yazıyorum. Tatlıyı hayatımdan komple çıkarabilirim gibi ama ekşi için bunu yapamam sanırım. Tam bir turşu aşığıyım. 

7 Kasım 2017 Salı

Komşu çocuyla son durumlar

Bir kursa başladığım an ara vermiş olmam aslında benim için iyi olmamış olsa da (hem öğrenme hem de komşu çocuğuyla olan yakınlaşmam için) çok daha önceden planlanmış bir durum olduğu için el mahkum gittim tatile. Yanlış anlaşılmasın tatile gittiğim için kesinlikle pişman değilim ama komşu çocuğuyla hızlı başlattığım ilişkimizi biraz zora sokmuşum gibi bir durum oldu. Ben giderken çocuk yanımda daha rahat hareket ediyordu ama şimdi ilk tanıştığımız günkü gibi bir mesafe hissediyorum. Belki benim kuruntumdur ondan pek emin değilim ama konuşmaları bile biraz daha uzakmış gibi. Geçen gün ders çıkışında eve dönerken tatilimin nasıl gittiğini sorup minik bir konuşma başlattı ama devamı gelir şekilde değildi konuşmalar. Hani sanki o oltayı benim için atmış da geri kalan her şeyi ben yapmalıymışım gibiydi. Normalde böyle bir durumda benim bırakıp kendi yoluma dönmem gerekirdi ama biraz daha şansımı zorlamaya karar verdim. Friendzone sorun değil ama arkadaş bile kalamayacağımız, yüzüne bakmaya utanacağım bir noktaya gelmek istemediğime eminim. Şu an durumumuza ne nedir bilinmez ama öğretmen/öğrenciden bir tık yukarıda arkadaşlık sınırlarında geziniyoruz. Bugün neye olduğunu bilmediğim bir şeye hafif sinirliydi kapıda gördüğümde. Gayet güler yüzle ama yüz hatlarını pek sakin tutamadığı bir haldeydi. Sinirli halini bile görmek hoşuma gitti diyebilirim. Onda yeni gördüğüm her bir mimik beynimde farklı bir yere kazınıyor da asla unutmayacakmışım gibi geliyor. Normalde keskin yüz hatları olsa da karakter olarak oldukça yumuşak bir mizaca sahiptir kendisi ama bugün gördüğüm yüzü hatlarına oldukça uygun bir sertlikteydi. Gülümsemesi, konuşmaları her zamankinden farklı ama fazlasıyla hoştu. Açık konuşmak gerekirse şu an bile meraktan çıldırıyorum neye o kadar sinirliydi diye. Derste mi bir şey oldu? Yoksa çalıştığı yerde mi? Sanırım asla öğrenemeyeceğim...

6 Kasım 2017 Pazartesi

Trendeki çocuk

Geçtiğimiz yazılarda trende bir çocukla tanıştığımdan bahsetmiştim. Şimdi onunla ilgili daha detaylı yazma gereksinimi duydum doğrusu. Çocuk erasmuslu bir Türk ki dünya ne kadar küçük değil mi? Nereye gidersem gideyim konuşma İngilizce başlayıp Türkçe biter hale geldi. Olay da Münih-Budapeşte arasındaki tren yolculuğu sırasında oldu. Elimizdeki süre kısıtlı olduğu için yolculuğun büyük kısmını uyuyor olacağımız saate denk getirmeye karar verdik ve akşam saatlerinden birine biletimizi aldık. Gece yolculuk yapacağız desek de yataklı bir yerden almış değiliz tabi o ayrı mesele. Benim de prensesliğim tuttuğu için herkes uyurken ben sağa sola bakınıp yolculuk bitsin de sıkıntıdan ölmeyeyim diye düşünmeye başladım. O sırada 2 sıra önümüzde sol çaprazımızda oturan çocuklardan biri yerinden kalkıp boş bir yere geçti. Biraz telefonuyla uğraşmaya çalıştı önce sonra telefon bazı noktalarda çok çekmediği için pes edip sağa sola bakınmaya başladı. Bunu nereden biliyorsun derseniz ben de aynısını yaşadım çünkü. Neyse, o da sağa sola bakınmaya başladığında göz göze geldik. İnsanları sapık gibi izlediğimi düşünmesin diye kafamı çevirmeyi düşünsem de sıcak bir gülümseme ve bir "hi" geldi. Ben de konuşma konusunda kendime zerre kadar güvenmesem de karşılık verdim. Birkaç el hareketiyle sessiz sessiz yanına çağırdı sonra ve minik hoş bir sohbet başladı aramızda. Ben İngilizcede zorlandıkça "sorun değil,  ben de iyi değilim zaten" diyip cesaretlendirdi bile. Nereli olduğumu, adımı falan hiçbir şey sormadı saatlerce. Sadece nereleri gezdiğimi, yeni planlarımı, gittiğim yerlerle ilgili önerilerini ya da bana kendi deneyimleriyle ilgili şeyler anlattı durdu. Bu şekilde saatlerce konuştuktan sonra elimi uzatıp "bu arada ben Cha" diyerek kendimi tanıttım. Çocuğun gözleri yerinden fırlıyordu resmen ki sonra o da Türkçe bir şekilde "ben de Alican" dedi. Sohbetin sonrası tabi Türkçe bir şekilde devam etti ve ben yerime artık biraz uyumak için dönmeden önce birbirimize mail adreslerimizi verdik. Çocuğa yazmayı düşünmüyorum dersem yalan söylemiş olmam aslında. O an o sohbetin tadı bir başkaydı ve Alican'ın aklımda hep o şekilde kalmasını istiyorum. O yazarsa cevap veririm tabi ama yine de benim için trendeki çocuk olarak kalacak o. 

5 Kasım 2017 Pazar

Anılara gömülmek

Okul bittikten sonra yeni bir okula başlarım ve taşınırım diye düşünüyordum, olmadı. Daha sonra çalışmaya başladığım için evden ayrılırım diye plan yaptım ama o da olmadı. İstanbul'da kiraların durumu ve benim de yalnız yaşama alışkanlığım yüzünden bir süre daha gerçekleşemeyeceği gerçek bir olay bu. Neyse, ben bu durumu artık kabullenince iki yıl önce eve dönerken zaten taşınacağım diye açmadığım kolileri bugün açtım. Odamı tekrar düzenledim ve şimdi gerçekten buradan asla taşınamayacakmışım gibi geliyor. Bu duruma alışmak istediğim söylenemez ama bir süre daha buna bu şekilde idare etmem gerektiğinin de farkındayım. Kolileri açarken filmleri çok pahalı olduğu için çok sık kullanmadığım ama okul zamanında deli gibi kullandığım polaroid fotoğrafları buldum. Kendi evimdeyken çalışma odamın bir duvarı boydan boya dört sıra hasır iple o fotoğrafları taşıyordu. Şimdi de madem odamı kendi yaşam alanıma çeviriyorum yine çıksın o fotoğraflar ortaya dedim ve odada ona uygun bir yer ayarlayıp fotoğrafları kendi içinde bir düzen içerisinde dizmeye başladım. Fotoğrafların altlarındaki tarihleri gördükçe gözlerimden yaşlar süzüldü. 2012'den 2015'e kadar okuldaki saçmalamalarımız, proje hazırlarken sabaha kadar verdiğimiz saçma pozlar, ailelere haber vermeden Safranbolu, Konya, Ankara kaçamaklarımız sırasında çektiklerimiz. Kısaca okul boyu bütün eğlencelerimiz. İstanbul'da Mine'yle yaptıklarımız yabancı arkadaşlarla çekilen pozlar bile var ki hepsine baktıkça tekrar yaşamışım gibi hissettim. Şimdi çok komik geliyor Batu ve Emre'nin Defne ve benimle tanıştığı günden toplu bir pozu gördükten sonra Batu ve Defne'nin düğününden dördümüzün bir pozu görmek. Anılar birbir gözümün önünde şu an resmen. Hatta laptop dizlerimin üzerinde ve kafamı kaldırdığımda şu an bile görüyorum fotoğrafları. Hani öğrenciyken saçma şeyler yaşamış olsam da yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim. Bölüme isteyerek gidip "ben bu mesleği yapmak istemiyorum" diye bitirmiş olsam da her saniyesini gözleri yaşlı arıyorum. Biri bana gelip "Cha, tekrar aynı yere aynı şekilde döneceksin ama şu mesleği yapman gerekiyor" dese o da tuzu biberi der kabul ederim. Beni önceden takip edenler zaten az çok bilir okulun son ve en yoğun dönemi bile nasıl mutluydum. Şu an o kadar özlüyorum ki o zamanları.

3 Kasım 2017 Cuma

Çok farklı bir deneyim bu

Malum ben bir gezi blogu değilim. Gittiğim yerlerin tanıtımı olsun, şurada şu yenir şurada şuraya gidilir şeklinde yazı yazacak potansiyeli kendimde gördüğüm söylenemez. Hani derler ya ilkler unutulmaz diye bu da onun gibi bir şey benim için. İlk defa gittiğim bir ülke, yeni insanlar, yeni yerler derken benim için kaldırım taşı bile çok güzeldi. Hava buz gibi olsa bile umursamadan gezinmek, çevrende konuşulan dilden bir şeyler anlamadığın halde içinde büyük bir heyecanla yürümek, kaldığın yerlerin nasıl yerler olduğunu bile aldırmadan yatıp kalkmak... Bu duyguların hepsi benim için o kadar yeni şeyler ki sürekli insanlara "gidin" demek istiyorum. Gidin yaşayın değil, sadece görün yeter. Zamanım yine çok azdı benim ve istediğim kadar gezememiş olsam da Münih, Prag, Viyana ve Budapeşte bu kısıtlı zamanım için az da olsa yetti denebilir. Avusturya ve Macaristan zaten önceki seneden bildiğim ama yine de tekrar gitmek istediğim yerlerdi. Diyorum ya ilkler unutulmaz diye o iki ülke aklımda çıkmıyor. Sanki oralara gitmeyeceksem gitmişim gibi hissetmiyorum. Oturduğumuz bir pubdaki ortam ve oradaki insanlarla sohbetimizi, trendeki çocuğu, sabah kahvaltıyı marketten aldığımız poğaçalarla yapıp sonrasında sokaktan aldığımız brezellerle bütün günü geçirmemiz. Bir Yahudi restoranına kendimizi atıp sıcak şarap ve hoş sohbet bir karşılama görmemiz sonrasında da langoş diye inanılmaz bir yiyecekle tanışmamız. Bir de şehrin hikayesini turla gidip bir rehberden dinlemektense yerli halktan dinlemek gibisi yok. Tabi anlaşabildiğimiz ölçüde çünkü ortak dil bile bazen yeterinde ortak olmayabiliyor. Ama yine de fiziksel olarak yorgunluktan ölsem bile zihinsel olarak inanılmaz bir haldeyim. Yeni gelmiş olmama rağmen yine ne zaman ve nereye giderim diye plan bile yapmaya başladım. Sürekli bu şekilde gezeceğim bir hayat inanılmaz olabilirdi. Öyle bir meslek var mı acaba? Bütün dünyayı, en küçük ülkelerin bile köy ve eyaletlerine gidip gezebileceğim? 

2 Kasım 2017 Perşembe

Damat olmasa gelin kaçacaktı


Bir süre kimse evlensin istemiyorum. Çevremden birileri evlendikçe sanki ben bir şeyler kaçırıyormuşum gibi bir his doğmaya başlıyor bende. Hayatıma birini alayım istemiyorum, evlilik ve çift kişilik düşünme fikri korkutucu geliyor ama yine de özellikle Batu ve Defne'yi öyle gördükten sonra bende bir şeyler eksikmiş gibi hissetmeye başladım. Düğünden önceki gece Defne, Demet(Defne'nin kardeşi gibi olan kuzeni) ve ben yerde birbirimize sarılarak uyuduk düşününün öyle bir içerleme içerisindeydim. Defne "kaçır beni Cha" dese sırtıma atıp götürürdüm o derece. Düğün günü evlenecek olan kişi sanki benmişim gibi Defne bizi sabah 6'da uyandırdı. Uyku sersemi kahvaltı, kuaför vs. gidileceği için o kadar erken kalktığımızı sanmıştım ama kız kaldırdığı gibi bizi sahile götürdü, denize soktu. Ekim'de ne denizi diyeniniz olursa orada gayet tabi girilebilecek bir hava vardı hatta sıcak bile denilebilirdi. O an Defne yıllarca bizimle o buz gibi şehirde nasıl yaşadı düşünmeye başladım. Kasıma kadar her sabah ilk ışıklarla denize giren biriymiş bizim kız. Sonrasında bir duş, kahvaltı, kuaför ve diğer birçok hazırlık. Ben midem taklalar ata ata ortalarda gezerken Defne o kadar rahattı ki şaşkınlığımı saklayamadım. Benim tanıdığım Defne böyle serin kanlı biri değildi çünkü. Batu'nun ailesi, Emre ve diğer akrabalar geldiğinde bile Defne oldukça sakindi ta ki gelin odasına girene kadar. Kıza o an mı dank etti pek emin değilim ama bir ağlama krizi, bir titreme başladı. Defne'nin annesine haber vermeden kızı sakinleştirmeye çalıştık önce çünkü onun da hali pek iyi değildi. Hoş annenin durumu oldukça doğal biricik kızları evleniyor da Defne'ye ne olduğunu anlayamadık o an. Zaten o ağlayınca bende önce bir rahatlama oldu, beynim "tamam gerçek Defne döndü" dese de sonradan ben de biraz ağlamış olabilirim. Aslında o an Defne'nin kaçıp gitmesinden korkmadım desem yalan olur çünkü o an sanki her şeyi bırakıp gidebilir gibiydi ve kesinlikle sakinleşmiyordu. Demet de ben de o an Defne için hiçbir şey yapamadık. Batu içeri girip Defne'yi o şekilde görmesi hayatımda gördüğüm en iç parçalayan sahneydi. Batu'nun gözlerinde önce minik bir hayal kırıklığı hemen sonrasında da şefkat gördüm. Gitti hemen Defne'yi oturduğu yerden kaldırıp sarıldı ama kucaklama şeklinde sakin bir sarılma değil, kızı resmen içine alırcasına bir sarılmaydı o. Kulağına birkaç bir şey fısıldaması ve minik öpücükler sonrasında Defne'nin histerik ağlaması minik iç çekişlere döndü. Bizim Demet'le dakikalarca yapamadığımızı Batu birkaç saniyede yapmış oldu. O an bile yaşadığım bir şok oldu adeta. Bu nasıl büyük bir aşk diye düşünmeden edemedim ki ben bu tür duygulara inanan biri değilim. Defne'nin makyajını yeniden yapıp o gün daha hiç konusunu açmadık o halinin. Hatta birçok fotoğrafta gülen ama kırmızı gözlü bir Defne var desem çok doğru olur. Kuaförde o kadar para verilerek yapılan makyajın tamamını silip yeni bir makyaj yapılsa da o gözler hemen düzelir gibi değildi. Düğünden 3 gün sonra konuştuğumuzda sordum o an neler olduğunu. Altından kalkamayacağı bir işin içine girmek üzere olduğunu, omuzlarında büyük bir yük hissettiğini ve nefes alamadığını anlattı. Hatta bana anlatırken bile anlamsız geldiğini düşündüğü diğer başka birçok şey geçmiş aklından. Batu'yu gördüğü anda yalnız olmadığını ve o olduğu sürece her şeyin altından kalkabileceğini hissettiğini anlattı. Hatta sonra bir tur daha Defne'nin Batu'ya aşkını telefonda dinledim desem doğru olur. Önceden bunu bile dinlemek garip gelirdi ama şimdi bu ikisi için birbirlerinden başka kimse olamazdı diyorum. Çıkacaksa karşıma ben de bu tür duygular besleyeceğim birini istiyorum. Yoksa olmasa da olur gibi duruyor.