23 Aralık 2019 Pazartesi

Tarihin en kısa ilişkisi sanırım

Geçen sene bu zamanlarda erkek arkadaşımla ayrılma evresindeydik hatta ayrılmıştık da onun sancıları vardı üzerimizde. Geçtiğimiz 1 yıl boyunca da kendimi herkese karşı kapatıp sakin, dingin bir yıl geçirmeyi hedeflemiştim. Bu hedefim doğrultusunda da karşı cinse çizgimi çok net bir şekilde korudum. Şimdi bu çizgiyi inceltmek için çabalayan bir arkadaştan bahsetmek istiyorum size. Geçen sene Fatih'ten sonraki buhramını burada gören görmüştür zaten aylarca ha kalktım ha kalkacağım dedim durdum ama sonra alıştım ve gerçekten ayağa kalktım. O zamandan beri de kendime karşı bir güven depoluyorum ki aynı hatalara tekrar düşmeyeyim, bu şekilde dağılmayayım. Şimdi de hoş bulduğum biriyle ufaktan bir flört durumumuz vardı. Kendisine açık açık son ilişkimden sonra psikolojik bir çöküntüye girdiğimi kendisini unutmakta zorluk çektiğimi ve yaşanılanlardan sonra da bir güven problemi yaşadığımı açıkladım. Geçmiş geçmiştir tamam ama aynı problemleri yaşama ihtimalimi bile göz önüne alınca "bak kardeşim, ben bunları bunları bunları yaşadım, sen de aynılarını yapacaksan buyur kapı şurada" demek gibi bir şeydi bu yaptığım. Neyse, şimdiki Don Juan'ımız beni çok anlayışla karşılamış birbirimizi tanımanın biraz sohbetin hiçbir sorun teşkil etmeyeceğini söylemişti. Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Keşke gerçekten vaat ettiği gibi olsaydı. Konuşmaya başladığımızın 2.haftasında iş çıkışıma gelip yemeğe götürmesi, haftasonu birlikte bir yerlere gidelim diyerek emrivakilerde bulunması ve sanki liseliymişiz gibi sürekli mesajlaşma isteği boğmaya başladı beni. Tam bunu onunla konuşmak istediğim sırada da naif bir şekilde "çok üstüne geliyorum özür dilerim ama Cha ben senden çok hoşlanıyorum" dedi. Evet bir kadının duymaktan fazlasıyla hoşlanacağı bir cümledir bu kabul ediyorum, benim de hoşuma gitti ama daha sakin olmasını söylemeden de edemedim. Kaldı ki çocuğun duygularıyla oynuyor değilim, ben de kendisinden hoşlanıyorum ne de olsa. Bir akşam kahve içmeye çıktığımızda onu Fatih'le kıyasladığımı ve onunla aynı şeyleri yapacağını düşündüğümü söyledi. Ona kesinlikle böyle bir şey olmadığını söylemiş olsam da pek inandırıcı olmadı onun açısından. Daha sonra hala ona karşı duygularım olduğunu öne sürdü ki bu da söz konusu değil. Bunu da atlatamadık derken ikimiz arasında da bir güven problemi olduğunu söyledim. Ben de Fatih'e senin bana güvenmediğin gibi güvenmiyordum bu yüzden bitti ilişkimiz dedim. O, benim ona inanmam için hiçbir şey yapmıyordu, hiçbir şey söylemiyordu dedim ama ben seninle konuşuyorum, açıkça ne düşünüyorsam söylüyorum dedim. Hala bir ilişki istemiyorsun diyerek konuyu Fatih'e çevirince de artık "birini gerçekten tanımadan bir ilişki istemiyorum" dedim. Yine tamam dedi, beni bekleyeceğini söyledi ve konuyu kapattık. Şerbet gibi tatlı kahveler içmesine konuyu getirerek ortamı bir tık yumuşattığımı düşünüyorum sonrası için hatta.
Son konuşmadan bir hafta sonra da tamam dedim artık adam gelmiş 30 yaşına, hoşlanıyorum da zaten neden ergen genç kız gibi kendimi naza çekeyim ki? Cuma akşamı yemek için eve çağırdım. Abim zaten geç geliyor, annem de bir sonraki hafta geleceğini söylemiş neden dışarıda oturalım ev rahatlığı varken? Önceki akşam eve gelince ortalığı toparladım ve abime arkadaşımın geleceğini söyleyerek düşük olan erken gelme ihtimalini sıfıra indirdim. Akşam da eve gelip yemeği hazırlayıp gelmesini bekledim. Çiçek ve şarapla geldi çakma Don Juan'ımız içmediğimi bildiği halde ama dedi "bu senin için yeni bir başlangıç, zevk aldığın şeylerden iki üç küçük olay yüzünden neden vazgeçiyorsun ki?" Böyle söyleyince kulağa bir hoş gelmiş olsa da içmemeyi tercih ettim. Aklıma yattı bu söylediği kabul ediyorum ama bir yıldır ağzıma sürmemişim şimdi ne diye bozayım bu durumu. Bütün bir akşam hoş sohbet güzel muhabbet bir zaman geçirdik ve dedik ki evet saçma sapan düşünmenin bir anlamı yok en kötü ne olabilir ki? Her şey güzel güzel giderken telefondan gelen bir bildirim sesi her şeyi değiştirdi. Instagram'da bizim kızkıza birbirimize ilginç şeyler gördüğümüzde attığımız bir grup var. Tamamen boş bir şey olsa da bazen bir asmr videosu bazen bir sokak sanatçısının eseri bazen de pratik bilgiler vs. eğlenceli olabilen bir grup. O gruba bir video düşünce tabi peşi sıra birkaç mesaj daha geldi ve bu durum Don Juan'ımızın ilgisini çekti. Burada açıkladığım gibi ona da açıkladım durumu çünkü insanlarda kız gruplarının bütünüyle cinsel içerikli şeylerle dolu olduğuna dair bir algı var. İkimizin de o an izlediği kısa videodan sonra şöyle bir konuşma geçti aramızda;
Don Juan: Cha senin hesabında senin tanımadığın kimse yok dimi?
Cha: Hayır, yok neden?
D: Bir sebebi yok ama sen yine de hesabındaki dekolte ve mini etekli fotoğrafları siler misin?
C: Hepsi çok sevdiğim fotoğraflar neden sileyim onları? Hem dışarıda giyiyorum sorun yok fotoğraf olunca mı sorun oluyor?
D: Çok giymiyorsun zaten daha giymezsin ne olacak.
C: Neden giymeyeceğim anlamadım?
D: Sinirlenmene gerek yok Cha, sadece başkalarının da seni benim gibi görmelerini istemiyorum.
Daha sonrası zaten kavga kıyamet şeklinde ilerledi. Konuşma sırasında bir ara annesinin bu şekilde giyinmemden hoşlanmayacağını bile söyler gibi oldu. En son evden giderken uyumlu bir çift olacağımızı düşünmüştüm ama yanılmışım dendi ve sanırım 4 saatlik bir kısa ilişki rekoru kırmış oldum.

19 Aralık 2019 Perşembe

Ev modundan hiç çıkmamak

Hayatımın sonuna kadar pijamalarım ve ev topuzumla oturabilirmişim gibi hissediyorum kendimi. Hani sanki bundan kesinlikle sıkılmazmışım ya da bunun dışına çıkmam gerekmezmiş gibi. Keşke diyorum zamanında farklı bir yol izlemiş olsaydım da şu an evden çalışıp para kazanabileceğim bir mesleğim olmuş olsaydı. Hem öyle olsaydı İstanbul'un bu keşmekeşine katlanmak zorunda da kalmazdım. En kötü daha küçük bir şehirde bir nevi emekli hayatı yaşardım. Evet kabul ediyorum, 26 yaşımda emeklilik hayali kuruyor olmam çok doğru değil ama çok tatlı geliyor o hayat. Bir şeyler üretmeye devam ettiğim sürece de sıkılmam zaten değil mi? Evimde, kendi konfor alanımda çalışmak ahh ah ne güzel hayal o öyle. Nereden çıktı bu Cha derseniz de bugün şans eseri Feneryolu'nda Potlaç'a denk geldim. İtiraf etmek gerekirse sadece yazın Moda'da yapıldığını düşünüyordum ama yılbaşı dönemi için de açılmış stantlar ve birbirinde güzel o kadar çok el emeği iş vardı ki hepsine ayrı ayrı içim gitti. Satış yapanların yaş ortalaması biraz büyüktü kabul ediyorum ama ne önemi var ki bunun? Kadınlar bir şeyler üretmeye ve kendilerini döndürmeye devam ediyor ki bu çok güzel bir şey. Böyle bir iş bile yapabilirim dedim kendime ilerisi için ama sonradan aklıma geldi benim el becerimin bu tür şeyler için yeterli olmadığı. Bu fark ediş beni biraz üzmüş olsa da içim ısındı doğrusu oradaki ortamı görünce. İstanbul'da oraya yakın olanınız varsa bir uğrayabilir hatta. El yapımı çanta, takı, ev aksesuarı, kıyafet, battaniye vb. o kadar güzel şeyler vardı ki ben gezerken bile çok eğlendim o ortamdaki renkler sayesinde. 

16 Aralık 2019 Pazartesi

Postcrossing ne güzel şeysin öyle

Postcrossing için üyeliğimi ne zaman açtım tam hatırlamıyorum aslında. Çevremdeki insanlara alıştırıp kendim bir türlü bir düzene girememiştim kartpostal konusunda. Yıllar önceden kalan pul koleksiyonum olsun mektup arkadaşlığı, kartpostal atma vs. nedense bir noktada bırakıp daha sonra tekrar başladığım hobiler oldu hep. Tabi son iki aydır aktifleştiğim düşünülürse yılbaşı kartları teker teker gelmeye başladı ve her postada ayrı bir hoş oluyor içim. Mantık çok iyi aslında, ne kadar atarsan sana o kadar gelir diye düşünmüşler ki bu çok doğru bir şey. Bir yerlere attığım kartlar gittikçe bir mutlu oluyorum ve yeni kartlar geldikçe de içim kıpır kıpır oluyor. En başta özellikle abim bunun çok boş bir hobi olduğunu, bana hiçbir şey katmadığını söyleyip dursa da kendimi alıştırınca normalde olduğundan çok daha güzel gelmeye başladı. Postanedeki amca bile artık beni tanır oldu ki bu bile çok hoş bir şey. Gittiğim şehirlerde o yere özel pullardan satın almak olsun, gördüğüm her kartpostala atlamam olsun gerçekten inanılmaz eğlenceli bir aktivite oluyor benim için. Aslında başlarda sanıyordum ki bu ucuz, problemsiz bir aktivite ama kesinlikle benim düşündüğüm gibi değilmiş. Her şey bir kenara yollama ücretlerindeki uçukluk beni ciddi olarak sinirlendirmeye yetiyor. Bir zam geliyor hoopp çok  yakın bir mesafe de olsa saçma saçma tutarlar ödemek zorunda kalıyorsun. Neyse o da bu işin tuzu biberi olsun ne yapalım. Ama kesinlikle herkesin en azından bir kere deneyimlemiş olması gerektiğini düşünüyorum. İnsan bir anda kendini özel hissediyor adına bir şeyler gelince ki yollayan kişi bir de tanımadığın biri olunca insanda minik bir merak da uyandırıyor. Kısaca kesinlikle çok güzel bir hobi.

13 Aralık 2019 Cuma

Çok ilginç biriyle tanıştım a dostlar

Başlıkta da anlaşılacağı üzere gerçekten çok ilginç biriyle tanıştım. Geçen gün Kadıköy'de çok boş zamanlarımda oturup kitap/kahve keyfi yaptığım bir anda daha çok genç olduğu belli olan bir kız oturacak yer bulamadığı için aynı masada oturup oturamayacağımızı sorup oturmak için izin istedi, ben de kabul ettim. Başta aramızda hiçbir diyalog geçmedi ama sonradan ikimizin de kahvesine uzanmasıyla kızın eliyle benim elim birbirine dokundu. Hani yün kazak giydiğinizde her hareketinizle bir sürtünme olur ve sağa sola elektrik çarpmaya başlarsınız ya bende de tam olarak öyle bir durum yaşandığı için kızı baya bildiğiniz çarptım. Öyle ki benim bile o an canım yandı. Böyle bir olay yaşanınca da aramızda minik bir sohbet başladı ve kız aslında kazaktan kaynaklı değil benim kendi enerjimden kaynaklı böyle bir şey olduğunu söyledi. Başta ne demek istediğini anlamadım ve biraz daha açıklamasını istedim. Dediğine göre çevreme çok yüksek bir enerji veriyormuşum ve bu durum insanları benden az çok kaçırıyormuş ama aynı zamanda da o enerjiyi hisseden kişide bir merak uyandırıyormuşum. O kız hissetmiş ve dediği gibi merak etmiş bu yüksek enerjinin kaynağını. Yumuşakça elimi tutup falıma bakmış olması, aslında kartlarını çıkarıp benimle ilgili daha çok şey öğrenme isteği duyduğunu söylese de ortam müsait olmadığı için yapamayacağını söylemesi falan gerçekten çok ilginç bir deneyimdi. Mantığımla sürekli hareket etmemin çok akıllıca olduğunu, bu konuda beni takdir ettiğini, duygusal zeka kısmında biraz kötü olduğumu bu yüzden ilişkilerimi yürütemediğimi söylemesi beni biraz kırmış olsa da yeni ilişkilerimin yolda olduğunu söylemesi beni biraz güldürdü. Dediğine göre birileri girecekmiş hayatıma ve biri uzun biri kısa ilişkim olacakmış. Uzun olacak olan ilişkimden hemen sonra kısa olana geçecekmişim ve onunla diğerinden çok daha fazla şey paylaşacakmışım. Kurduğu cümle şöyle bir şeydi; "Belki de onunla evlenirsin, emin değilim mantığın çok ağır basıyor ve evlilik çizgin çok parçalı. Hızlı bir evlilik ve sonrasında bir boşanma olabilir." Anladığım kadarıyla yalnız ölecek biriyim ama genel itibariyle inatçı ve sağlıklı olacağımı söyledi. Hem yalnız hem de dünyaya kazık çakmış biri olacağım fikri benim çok hoşuma gitmese de kızda bir hayranlık oluşturmuşum gibi hissettim. Çok saçma değil mi ama bir yerde oturuyorsunuz sonra biri yanınıza gelip geleceğinizle ilgili bir şeyler anlatıyor falan. Başta kızın bir yeni nesil dolandırıcılardan olduğunu düşünsem de benden herhangi bir talepte bulunmamış olması sonrasında nasıl ön yargılı bir insan olduğumu düşündürdü bana. Bu da böyle bir deneyim olmuş oldu benim için. O kızla aynı yerde bir daha karşılaşır mıyım merak ediyorum doğrusu. Keşke kalkıp bir yerde kendime tarot da baktırsaydım ondan da eğlenceli şeyler çıkabilirdi diye düşünüyorum.

9 Aralık 2019 Pazartesi

Biraz içimi döküp gidicem ya

Sanırım içimde ardı arkası gelmeyen bir konuşma isteği var. Sinirimden mi böyleyim? Yoksa sıkıldığım için mi? Gerçekten bilmiyorum. Belki de sadece boş konuşasım vardır. Bir nevi iç dökmek için olsun bu yazı o zaman. 4 yıl önce üniversiteden mezun olduğumda şuan bulunduğum işi yapacağımı kesinlikle düşünmemiştim. Geçici bir süre kalır sonra çıkar okuduğum bölümle alakalı bir yerlerde işe girerim diyordum kendime hep ama hayat benim planladığım şekilde ilerlememi istemediği için çok başka bir yerde hiç aklıma gelmeyecek kişilerle çalışıyorum. İşimi zaman zaman seviyorum zaman zamansa gerçek anlamda nefret ediyorum çünkü sürekli olarak insanlarla bir iletişim halindeyim. Herkes bir değildir ve bazı insanlar insan aklını zorlar biçimde bir karaktere sahiptir malum. Geçen yıllar içinde çok iyi dostlar da edindim, hayatıma hiç olmasa da olurdu dediğim kişileri de aldım ama her biri bir şey öğretti bana diye hiç pişmanlık duymadım. Hala pişman değilim, iyi ki arkamdan da konuşuldu, iftira da atıldı, emeğimin de üstüne çöküldü bu sayede büyüyor insan zaten değil mi? Bunlara üzülmenin bir anlamı yok. Üzüldüğüm bir şey var ki keşke iş bulma konusunda hemen pes etmeseydim. Keşke "ben tanıdıkları araya sokarak kendini bir işe soktu dedirtmem" demeseydim de imkanım varken yıllarca beni uykusuz bırakan, gecelerimi gündüzüme katarak okuduğum bölümümde bir yer edinseydim kendime. "O kız torpilli" diye arkamdan konuşulmasını kaldıramayacağım diye düşünmeseydim keşke. Şimdi daha çok görüyorum ki bunu düşünen tek kişi benmişim. Evet ben de yükseldim, beklenenden hızlı oldu ve benden daha kıdemli insanları, bana işi öğreten insanları geçtim ama bunu kendi çabamla yaptım. Ne bir yalakalık ne de başka bir şey. Yaptığım işe değer veriyordum çünkü. Bir görevim varsa bunu layığıyla yerine getirmem gerekiyordu diye düşündüğüm içindi. Hala öyleyim tabi ama ben yükseldikçe işler hiç de olması gerektiği gibi ilerlemiyor. Yetkinliklere bakılmadan tanıdıkları, yalakalıkları iyi yapan kişiler daha hızlı ilerlemeye başlıyor. Öyle bir durum ki bir sonraki aşamaya artık geçmek istemiyorum. Görüyorum çünkü orası düşündüğüm gibi değil, insanlar çabalarıyla gitmedi oraya. İlerleme isteğim içimde bittiği için de artık burada ne yapacağım demeye başladım tabi. Başka bir işe mi girmeliyim? 4 yıl boyunca okuduğum mesleği mi yapmam lazım? Yoksa 4 yıl boyunca çalışıp deneyimlediğim işi mi? Hangisini yapmam gerektiğini ne istediğimi keşke bilebilsem ama yok işte. İstifa edip biraz evde kafa mı dinlesem diyorum bazen de ama o zaman da sadece boş kalacağımın farkındayım. Hiç boş kalmadım ki ben şimdiye kadar şimdi nasıl boş boş evde oturayım? Bir şeyler yapmam lazım ama nedir hala bulamadım.

5 Aralık 2019 Perşembe

Bir çeşit dizi/film/kitap önerisi

Böyle bir anda konuya girmiş gibi olacağım ama havalar da aynı bu şekilde soğumaya başlamadı mı zaten? Evet, yılın o en üşüdüğüm zamanlarına geldiğimiz için bundan biraz isyan edip haftasonu etkinliğim olan dizi film önerisi kısmına geçebilirim. Yazmaya bundan çok alakasız bir şekilde başlamış olsam da bloga uğramamdaki sebep buydu. Az çok bilen bilir benim tek başına etkinliklerden nasıl hoşlandığımı kitap okumak zaten her günümün olmazsa olmazı olsa da dizi/film için vakit bulduğum an onlara da sarıyorum tabi. Şimdi tabi havalar da soğuyunca evden daha az çıkar oldum. Bir de kapalı havanın verdiği buhran yüzünden kimseyi göresim yok ondan böylesi en iyisi bana sorarsanız. Neyse, izlediklerim diyordum.

The Aftermath

Kimse beni yargılamayacaksa itiraf etmek istediğim bir şey var; ben Keira Knightley'i pek beğenmiyorum. Kadında tam olarak ne beni rahatsız ediyor emin değilim ama dönem filmlerindeki başarısını da takdir etmiyor değilim. Filme gelecek olursak; İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya'nın kendini toparlaması sürecinde Hamburg'da görevli olan Lewis Morgan'ın eşi Rachael'ın da yanına gelmesiyle aslında Alman bir mimar olan Stefan Lubert'in evine yerleşmesiyle başlıyor. Lewis görevine tamamen bağlı bir İngiliz askeri olmasına rağmen diğer birçok meslektaşının aksine isyancı, Nazi sempatizanı olmayan Almanlar da olduğuna inanarak evlerine yerleştikleri Stefan ve kızı Freda'ya çok iyi davranmaktadır. Rachael ise savaşın yaralarını hala zihninden silemediği için hem Almaya'da olmasından kaynaklı hem de savaş sonrası kocasıyla arasında oluşan soğukluğun acısını çevresindekilerden çıkarmaktadır. Zaman içerinde aynı ev içerisinde kocasından uzaklaşıp Stefan'la yakınlaşmaya başlayan Rachael içindeki hesaplaşmalardan kurtulup kendine yeni bir yol mu çizmeyi seçecek yoksa ailesini kurtarmaya mı çalışacak bunu izliyoruz. Film, savaş sonrası dönemde geçtiği için biraz karanlık olsa da bana sorarsanız oldukça iyi işlenmiş. Güven kazanmaya çalışan Alman vatandaşları, isyancılar, savaş sonrası harabeye dönmüş bir şehir vs. ne eksik ne de abartıydı. Daha önce filmin çok kötü olduğuna dair yorumlar karşıma çıkmış olsa da ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Filmi gayet keyifle izledim ve dönem filmi sevenlerin de aynı şekilde izleyeceği kanaatindeyim.

Alias Grace

Margaret Atwood'un aynı isimli kitabından uyarlanan Netflix dizisi, yıllarca suçluluğu/suçsuzluğu ispatlanamamış Grace Marks'ın tutukluluğunun 15.yılında Dr. Simon Jordan isimli bir psikiyatra hem hayatını hem de işlenilen cinayetin iç yüzünü kendi gözünden anlatmasını konu alıyor. Daha çocuk denilebilecek yaşta annesini kaybetmesi ve kardeşlerinin sorumluluğunu alması, kendi babası tarafından istismar edilip daha sonra bir eve hizmetçi olarak verilmesi aslında Grace'in hayatı boyunca yaşadığı zorlukların sadece minik bir kısmı denilebilir. Annesini kaybettiği sırada yanında olan yaşlı bir kadının annesinin ruhunun özgürleşmesi için bir cam açılmasını gerektiğini söylemesiyle Grace'in çocuk aklı annesinin sonsuza kadar huzura eremeyeceği fikrine kapılır ve bunun çöküntüsünü yaşar. Aynı zamanda en yakın arkadaşı olan Mary'i kaybettiğinde de camı açmayı unuttuğunu fark eder ve o noktadan sonra daha fazla şoku kaldıramaz. Bir cinayet işlenir ve bunun azmettireni olsun, cinayeti işleyeni olsun Grace açısından bu hep muallakta kalır. Olayları hatırlamasına ve Grace'in aslında gerçekten suçlu mu yoksa suçsuz mu olduğunu anlamaya çalışan Dr.Jordan da zaman zaman hastasına nasıl yaklaşması gerektiğine karar veremez ve sonuç onun için de kesinlikle beklemediği bir şekilde gerçekleşir. Aslında diziyi izlemeye başladığım an bırakıp ilk önce kitabını okuma isteği uyandı bende, çünkü diziler filmlere nazaran daha uzun ve detaylı olsa da bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi geldi ama başladıktan sonra yarım bırakmanın pek de mümkünü olmayan bir dizi çekmişler. Oyunculuklar olsun işlenme şekli olsun dizi gerçekten çok hoşuma gitti ve kesinlikle herkese tavsiye ediyorum. 


Bir de bonus olarak;

Kardeşini Doğurmak

Bu kitabı tavsiye etme konusunda aslında oldukça kararsızdım doğrusu. Ben okurken bile dışarıda gören insanlar olsun kendi ailem olsun adından rahatsızlık duyduklarını dile getiriyordu sürekli ama sonradan tam olarak bunun böyle olması gerektiğini düşünmeye başladım. Evet, insanlar böyle bir başlık gördüğünde bile bundan rahatsız oluyorken, bu konuda sürekli olarak bir "sus, ayıp", "bu çok sapıkça bir şey konuşulmamalı", "ensest mi? bu hiç doğru değil" cümleleri ortalarda gezerken insanların bu gerçeklerden kaçmayı bırakıp bunun farkındalığını yaşaması ve özellikle o küçücük bedenleri koruyabilmek adına neler yapabileceklerini, kiminle iletişim kurabileceklerini, çocuklarına nasıl bir yaklaşım sergilemeleri gerektiğini öğrenmeleri gerekiyor. Büşra Sanay da aynı düşüncelerle yazıyor bu araştırma yazısını. İçindekiler ne bir kurgu ne de tek bir kitleyi hedeflemiş durumda. Bilir kişilerle yapılan röportajlar, istismar mağdurlarıyla olan görüşmeler, haberler vs. bütünüyle insanın kanını donduran olaylar ama gerçekler. Bana sorarsanız herkesin okuması ve bu konuda bilinçlenmesi gerekiyor. Mesela herkeste bir yargı var bu olaylar hep doğuda gerçekleşiyor diye ama kitaptan öğreniyoruz ki bunun doğruluğu gösteren doğru düzgün bir kaynak ve araştırma aslında yok. Herkeste bir kendinden uzaktaki insanı kötüleme ve küçümseme söz konusu. Oysa ensest ve istismar küçük büyük şehir fark etmeksizin Türkiye'nin hatta Dünya'nın her yerinde olan bir gerçek. Kitabın bir yerinde diyor ki "Bir toplumun Müslüman olması o toplumda cinayet, hırsızlık, dolandırıcılık gibi hiçbir suç işlenmediğini göstermez. Bu hüküm ensest meselesi için de geçerlidir. Kısacası, insan varsa, orada her şey olabilir ve iyi ya da kötü her türlü tecrübe yaşanabilir." normalde kitaplarda cümlelerin altını çizmem ama bunun altını çizdim çünkü gerçekten doğru. Söz konusu insansa her türlü pislik gerçekleşebiliyor. Kısaca Büşra Sanay'ın Kardeşini Doğurmak isimli kitabını özellikle anne babalar olmak üzere herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum. 

18 Kasım 2019 Pazartesi

Asalak Hayatlar

Blogdan uzun bir süre ayrı kalıp kendi kendime bir şeyler yapmaya başlamıştım. Hani depresif bir hayata kendimi atmış değildim ama sosyal çevreme olsun işe olsun daha fazla odaklanmıştım geçtiğimiz günlerde. Şimdi yine neden geldim diye soracak olursanız da bilmiyorum, gelesim geldi diye düşünüyorum. Aslında geçen gün iş çıkışında şahit olduğum olayı çok anlatasım var çünkü haddime olmadığı halde sinirlendim. Şimdi tam olarak lokasyon vermek istemiyorum çünkü en son tatil için gittiğim yerde lise arkadaşımla karşılaşınca her ortama biraz tedirgin girmeye başladım. Kimin nereden ne şekilde çıkacağı gerçekten belli olmuyor malum... Neyse, geçen gün iş çıkışında İstanbul'un "iyi" (pahalı) semtlerinden birinde arkadaşımın yanıma gelmesini bir kahve bir de kurabiyeyle bekliyordum. Yanıma kitap da almayı unuttuğum için telefonda biraz haber bakıp zaman geçirmeyi denesem de ister istemez arka masamdaki bir kadın ve adamın konuşmasına şahit oldum. Konuşmanın başı o kadar dikkatimi çekmediği için hatırlamıyorum ama sanırım adam ailesiyle alakalı bir arsa, dükkan ya da evden bahsediyordu ve bu mülkü yine ailesiyle birlikte ne yapacaklarına henüz karar vermediklerini yanındaki kız arkadaşına anlatıyordu. Sanırım adam o mülkle o kadar ilgili de değildi yani ailedeki diğer bireylerin o mülke ne yapacakları onu pek ilgilendirmiyordu. Tam bu noktada kadın asabi bir biçimde "nasıl yani bunu boş veremezsin, senin de hakkın vs." tarzında cümleler kurmaya başladı. Kadının bu çıkışından sonra da adam gayet düz bir sesle "iyi de bu konu seni ilgilendirmiyor ki" dedi. Adam bunu bu şekilde deyince ister istemez arkama dönüp bir baktım ve ikisi de 20'lerin sonlarında 30'ların başlarında oldukça iyi giyimli birer birey olduklarını gördüm. Adam öyle söyleyince kadın da karşı bir atakla "tabi ilgilendiriyor senin varlığın ikimizin de varlığı" dedi. O an dedim acaba ikisi aslında evli mi diye ama sonradan kadın "senin olanlar ve maaşın geleceğimiz için önemli" gibi bir cümle kurdu. Adam da kadını pek önemsemez bir şekilde "bu öyle bir şey değil" diyerek başka bir şeyler daha dedi o kısımları iyi hatırlamıyorum ama kadın bir kere daha "senin maaşın ne kadardı" gibi bir soru sorunca adam "şu durumda benim maaşım seni ilgilendirmiyor, ben senin maaşını soruyor muyum?" dedi. Tiplere bakınca içimden "onların tekinin maaşı benim maaşımı katlıyordur kesin" diye geçirdiğim sırada kadın "benim maaşım beni ilgilendirir senin maaşın bizi geçindirecek olan, benim paramda mı gözün var senin" dedi. Adam da "benim senin maaşında gözüm yoktu ama senin benimle değil paramla bir işin olduğu açık" dedi kalktı gitti. Kadın adamın arkasından "beni terk mi ediyorsun sen şimdi" diye cırlaması da ayrı bir şey oldu tabi. Adamın tam o noktada çekip gitmiş olmasını ayakta alkışlayacaktım resmen çünkü kadın tam bir kan emici olduğunu her cümlesinde belli ediyordu. Adam gittikten birkaç dakika sonra bir arkadaşını arayıp durumu anlatma şekli bile başarılı, iyi gelirli, okumuş bir kadının bile nasıl asalak bir hayatı olabileceğini gösterdi. Hani nerede müşterek hayat? Hani sevgi? Kadın kendi kazandığı parayı sadece kendi zevkleri için harcayıp adam sadece eve mi harcayacak cidden? Eşitlik nerede hani? O kadın arkadaşına telefonda "beni bu şekilde nasıl terk eder" diye yakınırkenki ses tonu bile midemi bulandırdı. Kimsenin ağzına laf vermek istemiyorum ama böyle asalak tipler olduğu sürece (kadın ya da erkek) feminizm bu ülkede yanlış anlaşılmaya devam edecek gibi görünüyor. 

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Sanırım kamp o kadar kötü değil

En son kamp yaptığımızdan bu yana gece zamanı düşününce kamp yapmayı sevmiş miydim yoksa sevmemiş miydim doğrusu iyi hatırlamıyorum bile. Ama rezervasyon yaptırmadan önce bildiğim kesin bir şey vardı ki o da istediğim şeyin çadır değil bungalov olduğuydu. Her şeyi kabul edebilir bu bünye ama duş ve tuvalet fazlasıyla önemli bence. Bizim çocuklarla da konuşunca onlara da kabul edilir geldi tabi. Hoş, onlara kalsa taş üstünde yatıp buldukları çalılıklara dalarlar tabi... Neyse, her ormana gittiğimde kendime ait olduğum yer burası diyerek bütün börtü böcek dolu yerlere atıyorum. Kendi başına böylesine bir muhteşemliğe dönüşen ormanları ne diye katlediyorlar aklım almıyor doğrusu. Muhteşem bir dinlenme sonrası yenilenmiş bir şekilde döndüm evime. Şimdi düşündüm geçtiğimiz 3 gün ne yaptım diye de sanırım sadece hamakta yaşadım. Hamak da benim değildi üstelik. Arkadaşlarımdan biri arabanın bagajından çıkardığında resmen sevinçten havalara uçup hemen kurdurdum. Benim hamakta yaşadığım aşkı görenler de hiç dokunmadılar tabi. Bu bitmek bilmeyen hamak sefamda birkaç kitap okudum ki bunlardan biri de Erlend Loe'dan Doppler sonra da Bildiğiniz dünyanın sonu. İkisini de bir çırpıda bitirdim ki ikisi de çerezlik küçük kitaplar zaten. Kitapları tavsiye eder miyim diye sorarsanız Doppler bence kesinlikle okunması gereken bir kitap hem çok eğlenceli hem de altta verdiği doğaya dönüş fikri çok güzel işleniyor. İkinci kitaba gelecek olursak onu çok beğendiğim söylenemez ama "bu neden böyle oldu ya" diye kitaba biraz internette bakınca aslında serinin 3.kitabının 2.kitap diye çıkmış olmasıymış sorun. Neyse yine de Doppler okunabilir diyorum sadece. İçimden gelmiyor değil her şeyi bir kenara bırakıp kendimi dağa taşa vurayım öyle yaşayayım ama kesinlikle bunu yapacak cesaret yok bende ben tanıyorum kendimi. Yine de çok güzeldi ama kamp gibi olmayan kampımız. Şuan salondaki koltuklardan birini atıp bir köşeye iskandinav hamak mı yaptırsam diye düşünüyorum doğrusu. Off! Çok güzel olabilir aslında...

20 Temmuz 2019 Cumartesi

Ne güzeldin be Haziran

Haziran ayımın çok güzel geçtiğinden geçen yazımda azıcık söylemiştim. Şimdi geçtiğimiz o güzel aydan bahsedip neden öyleydi onu anlatmak istiyorum. Aslında olan şeyler bütün ayı kapsayan kocaman şeyler olmasa da benim için ciddi bir dönüm oldu birçok konuda. İlk olarak dansa ve yogaya yazıldığımın altını çizmek istiyorum çünkü sanırım üniversiteden mezun olduğumdan beri kendime bunlardan birine yazılacağımı söyleyip sonradan da hep erteliyordum. Bir de mini bir konser verdim arkadaşımla birlikte ki bu da benim için bir dönüm noktası oldu çünkü Mine, abim ve Fatih dışında kimse benim şimdiye kadar çello çaldığımı duymamıştı. Yani birçok kişi biliyordu tabi ama benim çekingen ve mükemmeliyetçi tavrım yüzünden sadece biliyorlardı, hiç duymamışlardı. İlk olarak yogaya yazıldım Haziran başında. İnsana dinginlik vermesi rahatlatması falan bunları ilk zamanlarda kesinlikle hissedemedim doğrusu ama biraz inat biraz da verdiğim paradan kaynaklı dersi bırakmadım. Hatta ilk 2 günde nefes egzersizleri beni rahatlatmak yerine çok yavaş hareket ettiğimiz için strese bile soktu. Bir de meditasyon oturuşu yüzünden bacaklarımın hep bir kalıp gibi kalması, herkesin kalkarken benim uyuşan bacaklarımı açma çabam ilk günler için hiç iyi deneyimler değildi ama artık o kadar da kötü durumda değilim. En azından o kadar uyuşmuyorum. 

Hayatımdan beni rahatsız ettiğini düşündüğüm neredeyse herkesi çıkardığımdan beri sürekli boş zamanım oluyor. Yeni bir iş ve okul deneyimim de olmadığı için yeni insanlarla tanışmak aynı zamanda belki biraz bu odun yutmuş bedenim biraz kıvrak hale gelir diye salsa kursuna yazıldım. Yoga haftada 2, salsa haftada 2 ve çello için de 1 gün ayırdığımı düşünürsek evde neredeyse hiç vakit geçirmez oldum. Neyse, salsa kursuna yazıldıktan hemen sonra daha kursun kapısından çıkarken pişman oldum aslında. Fatih'ten ayrıldığım dönem kilo vermiş olsam da onunla olduğum süre içerisinde aldığım kiloları eritmiş değilim ve aşure kazanı gibi kalçamla salsa benim neyime? şeklinde düşünceler beynimi kemiriyordu ki "kime ne benim fiziğimden" diyerek kendimi aniden gaza getirip onun da derslerine başladım. Dans niyetine anaokulunda yaptığım bale ve ilkokul boyunca yaptığım kafkas dansları düşünülünce salsayla ciddi bir kültürel şok yaşadığımı söyleyebilirim. Becerebiliyor muyum? Kesinlike hayır ama çok eğleniyorum ve herkese de tavsiye ediyorum. Aynada kendimi görünce bir gülesim geliyor her seferinde.

Minik konserime gelecek olursak eğer aslında belli bir kitleye hitap ettiğimiz söylenemez ama Kadıköy'ün ortasında insanlar dinlese de dinlemese de bir şeyler çaldım mı? Evet, çaldım. O zaman o benim için bir konserdi. Kurstan Zehra diye bir arkadaşın ki kendisi keman ve violo çalar, zaman zaman sokakta, metroda ve parklarda çaldığına rastlamıştım. Birgün tamamen dalgasına "bir gün de birlikte çalalım" demiştim ve bir akşam Komşu Çocuğu'yla dersimiz tam bittiğinde yanımıza gelip "hangi parçaları çalacağımıza karar verelim bu haftasonu çalalım" dedi ve ben de bir anlık gazla tamam dedim. İzin aldı mı ya da nasıl aldı hiçbir fikrim yok ki ben parkta sandalyeme oturup stopperimi konumlandırmaya çalıştığım ana kadar ne yaptık ne ettik hiç bilmiyorum. İnsanların çok dikkatini çektiğimizi düşünmüyorum, çok da dikkat edemedim zaten ama benim için kesinlikle inanılmaz bir deneyim oldu. Kulak cırmalayan hatalarımı yapmamak için verdiğim çaba, ellerimin titremesi ve terlemesi derken 3 parça çaldık sonra ben kalktım o devam etti. Aslında hiç kimse dinlememiş bile olabilir ama ben yine de bunu ilk mini konserim olarak adlandırıyorum. Ne de olsa ev ve kurs dışında bir yerde birileri için çaldım değil mi?

Bunların hiç biri peşpeşe olmadı ama 30 gün içerisine parça parça sığınca benim için çok güzel bir ay oldu. Sıkılmak için fırsat bile bulamadım doğrusu. Keşke hep bu şekilde kendime eğlenceli uğraşlar bulabilsem.

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Temmuzda sohbahar modu

Yıllar oldu sanırım sürekli döneceğim, dönüyorum, döndüm diyip duruyorum bloga ama gerçek anlamda bir türlü dönmeyi başaramadım. En aktif dönemim zaten malum üniversite zamanı ama Facebook anılarda mezuniyetimin üstünden 4 yıl geçtiğini söylediğine göre iş hayatı yüzünden böyle olduğumu açıkça söyleyebilirim. Her gün peşi sıra o kadar monoton o kadar sıkıcı ki bu konu hakkında bir şeyler yapmak için oturup planlar kurup duruyorum. Öncelikle haziran çok güzel geçti, güzelce gezip kendime evin yolunu fazlasıyla unutturdum ama temmuz o şekilde olmadı tabi. Haziran ayını başka bir postta anlatırım tabi o ayrı mesele ama madem adeta bir sonbahar havası var ve temmuz da oldukça sıkıcı geçiyor neden kapalı yer etkinlikleri yapmayayım ki dedim ve her hafta 1-2 film izleme kararı aldım. Hepsine sinemada gitmemiş olsam da olsun oldukça eğlenceli vakit geçirdim evde de. Hangi filmleri izlediğime gelecek olursam eğer beğendiklerimden bir kaçını şurada aşağıya bırakıyorum.

1. Yesterday

Film Jack Malik adında kendi kendine müzik ve söz yazarlığı yapıp ünlü olma hayalleri kuran bir adımın hikayesini anlatıyor. Aslında sesi ve müzik yeteneği fena olmasa da söz yazarlığından patlıyor ana karakterimiz. Bir gün tam da müziği bırakmaya karar verdiğinde bütün dünyada aynı anda elektriğin gitmesi yüzünden bir kaza geçiriyor ve birkaç gün sonra gözlerini hastanede açtığında aslında onun var olduğunu bildiği ama başkalarına göre hiç var olmamış şeyler olduğunu fark ediyor ki bunların başında herkesin bildiği Beatles grubu var. Jack gözlerini açtığı yeni dünyada ünlü olma hayalleri ve arkasında bırakmak zorunda kaldığı aşkı arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor. Film bence çok hoş tam böyle yağmurlu havalarda kahveyle battaniye altında izlemelik bir film. Tamam şuan battaniye biraz çok olur belki ama oldukça şirin, izlenesi bir film.
-asla var olmayan şeyler arasında komik detaylar da var-

2. Tolkien

Tolkien aslında bildiğimiz Tolkien. Yani Yüzüklerin Efendisi üçlemesi, Hobbit, Silmarillion vb. efsane denebilecek fantastik serilerin yazarı. Film de tam olarak onun hayatını konu almış durumda. İlginizi şimdiye kadar çekmiş midir bilmiyorum tabi ama elf dili dahil o bildiğimiz karakterlerin oluşumu, Tolkien'in hayatında geçmiş olayların hayal gücündeki etkisi ve eserlerinin çıkışını anlatıyor film. Bana sorarsanız film çok güzeldi. 2 hatta 3.tura dönebilirim kendisiyle çünkü Nicholas Hoult'un oyunculuğu Tokien'in yakın arkadaşlarına can veren Anthony Boyle, Patrick Gibson ve Tom Glynn Carney'le cuk oturmuş. Lise yıllarında sanatın her türüne gönül vermiş bu dört çocuk ve onların birbirine verdikleri umut ve dostluk kesinlikle izleme değerdi. 

3. Annabelle

Annabelle birilerinin öyle ya da böyle duyduğunu düşündüğüm pediofobiler için ölüm sebebi olabilecek bir korku unsuru. Biraz başa saracak olursak eğer yönetmenliğini James Wan'ın yaptığı The Conjuring serisinin yan hikayesidir. Annabelle geçmişi 1900'lü yıllara uzanan, zamanında kendisine kötü bir ruhun musallat olduğu düşünülen bir bebek ve aynı zamanda gerçek olduğu da iddialar arasında. James Wan'ın birbiriyle biraz biraz bağlantılı tuttuğu ana ve yan hikayeler düşünülünce aslında seri çok güzel diyebilirim. Oyunculuklar, korku unsurları, jump scare olsun ben fazlasıyla bu korku serisini beğeniyorum. Annabelle'in bu 3.filmi olduğu için kendi içimde "acaba artık sıkmadı mı bu konu?" dediğim halde ben filmi beğendim. İzlemediyseniz eğer The Conjuring 1-2, Nun, Annabelle 1-2-3, La Llorona filmlerini de ayrı ayrı tavsiye ederim. 

4. I am mother

Dünyada insan nüfusu tamamen sıfırlandığında başlatılar bir programla en "doğru" ve "başarılı" insanı eğitmek için bir robot görevlendirilir. Duyguları olmayan bir robotun eğitip ergen bir birey haline getirdiği genç kızın aslında ondan saklanan dış dünya ve onu büyüten "mother"arasında doğru ya da yanlış kararlar alması filmin konusu. Tarafsız olarak sadece programlanan görev doğrultusunda eğitim veren bir robot mu daha iyidir? Duygu iniş çıkışları olan bir canlı mı? Film içerisinde birçok iniş çıkış ve ters köşe bulunmakta. Çok anlamam belki ama bana sorarsanız bilim kurgu alanında oldukça başarılı bir yeri var I am mother'ın. İlgilisine şiddetle tavsiye edilir.

5. White Crow

Beyaz karga bana yıllar önce izlediğim Mao'nun Son Dansçısı'nı hatırlattı diyebilirim. Hoş yaşanmışlığı ve kendi dönemlerinin ideolojileri düşünüldüğünde muhtemelen bu ve bunlar gibi bir çok kişi zorluk çekmiştir. Ünlü rus balet Rudolf Nureyev'in Avrupa turnesi için Fransa'ya gitmesiyle işler biraz karışmaya başlıyor. SSCB'nin baskıcı ve sert tutumundan sonra Fransa'ya ilticasını konu alan film Başka Sinema sayesinde beyaz perdeye gelmiş olsa da kesinlikle gerek görsel gerek işitsel her anlamda izleyeni tatmin edecek seviyede. 

18 Mayıs 2019 Cumartesi

Sıktılar yine

Sanırım insanlardan biraz yoruldum. Havaların geçtiğimiz günlerde ısınmasıyla herkesin kanı kaynamaya başlamış olacak ki sürekli bir etkinlik "hadi konsere gidelim", "gece dışarı çıkalım", haftasonu kaçamak yapalım" vb. planlarla telefonum çaldı durdu. Eskiden ben de insanları bu şekilde dürterdim ama sanırım biraz daha kendi başıma zaman geçirmek istiyorum. Aslında bu düşünce zaman zaman bana gelirdi ve uygulardım da ama artık tek bir saçmalığa dahi tahammülüm yok denecek kadar az. Fatih'le en son görüşmemizden bu yana geçen süreyi bile artık hatırlamazken yakın çevrem "hala ayrılık acısı" çektiğimi söylüyor ama bunun aksine insanları inandırmaya bile uğraşmak istemiyorum. Önceden hayatımda biri yoktu ve mutlu olabiliyordum şimdi neden biri olması gerekiyor mutlu olmam için? Buna mecburmuşum gibi davranılmasından da gerçekten sıkıldım. Evet bir ara bana da öyle geliyordu, yani birinin olması gerektiğini hissetmeye başlamıştım ama bunu döndürmek sonrası için o kadar zor olmadı doğrusu. Depresyonda değilim bence, çok çok daha kötü zamanlarım, ayakta kendimi zor tuttuğumu hatırladığım zamanlarım oldu defalarca ve şuan aslında düşündüğüm tek şey nefes almak. Bence çok bir şey istemiyorum biraz rahat bıraksınlar beni benim için yeterli. Tek başıma bir tatil belki iyi gelebilir emin değilim ama kendime bir fırsat yaratmaya çalışacağım kesin.

27 Şubat 2019 Çarşamba

Yine ben ve hasta yatağım...

Kendi bünyesiz yapımdan artık gına geldiğini düşünüyor olsam da hasta olmalara doyamadığım da bir gerçek. Hani ortalarda bir salgın var diyip duruyorlar ya, aman diyorlar dikkatli olun çok kötü falan filan, işte yeni nesil domuz gribi neymiş ben de anlamış oldum. 5 gün oldu sanırım kendimde değildim. Ayağa kalkmaya çalışıyorum sürekli dünyam dönüyor, nefes almak istiyorum ciğerlerim izin vermiyor, ateşimi kesinlikle sağlıklı seviyelere indiremiyoruz derken bugün normal bir hastalık seviyesine gelebildim. Günler sonra yatağımdan çıkıp salondaki koltuğa uzandım ve günlerdir kendi odam dışında bir yer görmediğim için mutluluktan dört köşe oldum diyebilirim. Annemin dönmüş olması gerçekten şansım oldu diyebilirim çünkü "bir şeyim yok bir parol alsam geçer" diyerek ilk ateşim çıkmaya başladığında önemsemedim. Sonraki 2-3 günüm neredeyse yok abim işe gidemedi o süre içerisinde annem beni hastaneye tek başına taşıyamayacağı için. Geçti tabi o ayrı mesele. Dikkatli olduğum sürece tekrarı bu kadar sert olmaz dedi doktorum ama tekrarlamayacağına dair bir garanti de veremedi. Vücut bir kere alışınca bırakamıyor demek...
Bu hastalık derdine düşmeden önce kuzenimin nişanıyla alakalı yaşadığım rahatsız edici anlardan biri ya da birkaçını yazmayı planlamıştım ama bugün Spotty'nin son yazısında da benzer şeylerden bahsettiğini görünce bir gerilemek istedim. Kısaca özetlemek gerekirse herkes evlenmek ve çocuk sahibi olmak zorunda olduğumdan bahsedip durdu. Hatta hayatıma iyi kötü birini alıp bir an önce çocuk yapmamı söyleyen dahi oldu ki bu duyduğum en saçma önermeydi doğrusu. İyi ya da kötü ne demektir ya? Hadi bir delilik yaptım çocuk doğurmaya karar verip biriyle birliktelik yaşamaya başladım diyelim bu kişi kesinlikle baba olmak nedir bilmeyen, sorumsuz, kendini beğenmiş ya da bencil, ben merkezci biri çıkarsa ne olacak? Her erkek çocuk sever dedi biri de. Ben de çocuk severim aslında ama uzaktan, birkaç saat pışpış yapıp bir problem olduğu an annesine verebileceğim durumlarda özellikle. Bu kafaya sahip insanların çocuk yapmak kadar büyütmenin de kolay olduğunu düşünüyor ya, deli oluyorum! Çok çocuk yaparsın yapmazsın bu beni alakadar etmez ama sen yaptığın her çocuğa aynı şartları sağlayamayacaksan, hepsiyle aynı derecede ilgilenip düzgün birer birey olmalarını sağlamayacaksan bir tane bile yapma. Çocuğu veren Allah rızkını da verir mantığı nasıl bir kumardır ben gerçekten anlayamıyorum. Evlilik fikrine zaten kapalı bir insandım Fatih'ten sonra da bir süre hayatıma birini almak istemediğimi biliyorum ama insanlar kalkmış bana "Cha yaşın daha geçmeden bir çocuk yapmalısın" diyor. Sandalyeyi alıp kafalarına fırlatmak istiyorum başka bir şey değil.

17 Şubat 2019 Pazar

Ayağa kalkıyorum!

Son birkaç yazımda sürekli olarak Fatih'ten bahsedip onu aklımdan çıkarmama ne derece engel olduğumu fark etmeye başladım. Hala sürekli onun hakkında konuşmak, insanları darlamak istiyorum, evet bu bir gerçek ama bu şekilde hiçbir şekilde ilerleyemeyeceğim de açık. Daha fazla gülmeli, daha fazla kendimle ve arkadaşlarımla ilgilenmeliyim düşüncesindeyim. Birçoğu içimden gelmiyor ama ne zaman istediklerimiz %100 oldu ki? Zaten olabiliyor olsa şuan bu şekilde olmazdım değil mi? Bu da açıkça demek oluyor ki "Cha kendine bir çeki düzen ver". Bir de şöyle bir durum oldu ki annem eve döndü... Yani temelli mi döndü bilinmez ama oldukça eşyayla sanki tam anlamıyla yerleşmiş gibi bir havayla geldi geçen gece. Abimle onu bir anda karşımızda görünce biraz şaşırdık doğrusu çünkü biz söylemeden ya da ikimizden biri hasta olmadan çok uğramazdı yanımıza ama baya kendi istek ve iradesiyle gelmiş. Hal böyle olunca benim modumdaki düşüklük onun dikkatini oldukça çekiyor ve rahatsız edici yüzlerce soru sıralanmaya başlıyor. Annem yaşadığım şeyi anlamayacak katılıkta bir insan olmasa da fazla endişelenen biri ve sırf şuan böyle olduğum için bile kendime bir şey yapabileceğimi düşünebilir. Kadın gerçek anlamda uçlarda düşünüp ona göre yaşıyor anlayacağınız. Bu yüzden artık bir çeki düzen vermem gerekiyor kendime. Sadece eve kapanıp kitap okuma, temizlik ve yemek yapma devri kapandı. Lazım olmadığı sürece eve girmemeye karar verdim bakalım bir de bu şekilde nasıl oluyor. 

13 Şubat 2019 Çarşamba

"Asla vazgeçme! Sen bunu yapabilirsin"

Bugün şans kurabiyemden tam da başlıktaki yazı çıktı. Özellikle son zamanlarda kendime kesinlikle güvenim yokken nasıl olacak da bir şeyler başaracağım ben de çok merak ediyorum. Bir de resmen her şeyden vazgeçmiş olmam da cabası. Cuma akşamı bir arkadaşın doğum günü için birkaç arkadaş buluştuk. Aslında gitmemem benim için çok daha iyi olabilirdi Fatih'i göreceğim için ama kendime sürekli "o var diye ortamlardan uzaklaşamam, bu yaptığım beni güçsüz gösterir" dediğim için olduğumdan çok daha "güçlü" bir görüntüyle gittim buluşma yerine. Dışarıdan gerçekten o şekilde mi görünüyordum emin de değilim aslında ama içerideki harabeden bahsetmek dahi istemiyorum. Herkesle sohbet muhabbet derken aslında kafa dağıtma konusunda oldukça iyi bir fikir olabilirdi o da orada olmasaydı. Bütün gece öyle ya da böyle ondan kaçmış olsam da gecenin ilerleyen saatlerinde hiç huyum olmasa da hatta sevmiyor olsam da elimde sigara kapıda bizim çocukların dışında bir yerde duruyordum. Aslında bir şey düşünmüyordum o gün yorgunluğum dışında ama yanımda bir anda belirip elinde bir kadehle "nasılsın" diye sormasıyla beynimde cızırtılar oluşmaya başladı. Onunla ayrıldığımız geceki alkolü bırakma kararımdan haberi olmadığı için kadehi bana uzattı önce sonra kendisi de bir sigara yaktı. Ağzımı açıp tek kelime etmediğim halde konuşmaya başladı. Önce "böyle olmasını ben de istemezdim ama olmayacaktı, sen bana güvenmeyi seçmedin ki hiç" dedi daha sonra "imkanım olsa o lanet gece söylediğim her şeyi unutmanı sağlardım ama unutmazsın işte! Keşke o gün o masaya hiç oturmasaydın ya da hemen sonrasında gitmeseydin, daha erken konuşup senin kafanda kurmana izin vermeden silseydim hepsini" dedi. Başta her şey için beni suçlayacağını düşünsem de kendinde de hata görmüş olması beni az çok tatmin etti diyebilirim. Tabi konu bu değil... Fatih konuşmaya devam ettikçe ben sustum ben sustukça o daha çok konuştu. Beni yanında görmeyi özlediğinden de bahsetti, eskiden olan o uzun sohbetleri şimdi yapamıyor olmamızdan duyduğu hüzünden de. Bir ara iki yanağımdan tutup bütün yüzümü bile inceledi ve verdiğim tepkilere baktı ama tarifi olmayan anlar vardır ya ben de sanırım onlardan birini yaşadım. O an gözlerimin bile dolmamasını sağlamak nasıl zordu anlatmam mümkün değil. O son hareketi benim için geceyi bitirdi o an içeriye girip yalandan gülümseyip doğum günü olan arkadaşa kocaman sarılıp eve döndüm. Hızlı kalktığım için Fatih'in mesaj atacağını da biliyordum ondan telefonu uçak moduna alıp sadece kaçtım. Aslında hem mesaj atmasından korktum hem de atmamasından çünkü ikisi de ayrı ayrı kötü hissetmeme neden olacak şeyler. Şimdi sana sorarım şans kurabiyesi, hala bir şeyler yapabileceğime inanıyor musun? Şahsen ben kendime kesinlikle inanmıyorum...

26 Ocak 2019 Cumartesi

Bu nasıl bir evre ben çözemedim

Nasıl evrelerle baş etmeye çalıştığımı şu ara pek kestiremiyorum doğrusu. Son yazımdan sonra kindleıma Gurur ve Önyargıyı yüklememden aslında bir terslik olduğunu anlamam gerekiyordu çünkü peşinden hemen Akıl ve Tutku geldi. Bitti mi sandınız peki? Hayır bir de üstüne Jane Eyre geldi ki ben bu kitapları en son 8.sınıfta okumuştum diye hatırlıyorum. Tamam evet çok seviyorum hala ama ben bir okuduğum kitabı bir daha okumam ki... Yani okumazdım. Güçlü ve kararlı kadın profiline mi ihtiyaç duyuyorum acaba son zamanlarda? Hoş hepsinin sonunda bir yan çizme var ama gerçekten kendime anlam veremiyorum doğrusu. Az önce Jane Eyre bitti ve şuan üçünün de filmini bilmem kaçıncı kez izlemeyi düşünüyorum ama neden kendimi bir anda tarihi İngiliz romanlarında buldum? Terk edilmenin böyle bir evresi de mi var? Yemek yapmak, dizi izlemek ne bileyim anılara dönüp ağlamam gerekmiyor muydu benim? Yani kabul ediyorum ilk saydığım ikisini yapıyorum ama durup dururken Fatih'i düşünüp üzmüyorum kendimi. Aslında onu düşündüğümde üzülmüyorum bile çünkü bana yaşattığı hiçbir anı kötü değil. Terk edildim diyorum mesela ama o bile gerçek anlamda bir terk ediliş değildi. O gayet tabi benim yanımda olmak istediğini söylüyordu ama o önceki kızı bende açıklığa kavuşturamayacağını söylediği için bitti. O artık bende öyle biri yok dediğinde ben buna istesem de inanmayacağım için içimde hep bir şüphe kırıntısı kalacağı içindi. Benim inadım ve güven problemim olmasa bir sorun yoktu anlayacağınız. Zorlamıyorum ama dediğim gibi bir şeyin olmayacağı varsa zorlamanın bir anlamı yok. İnatla, zorlayarak bir güvensizlikle ilerlesek şuan güzel anılardan çok kötü anılarla boğuşuyor olabilirdim ne de olsa. Neyse sanırım bünyem güçlü kadın karakter arıyor ve bunu yaparken biraz sapıtmış durumda yoksa 12 yıl sonra tekrar bu kitaplara dönmüş olmamı hiçbir şekilde kendime açıklayamam. İşin komik kısmı bu türde okuduğum kitap sadece bu saydığım üçü. Kitap okumaya çocuk polisiyeyle başlayıp uzun yıllar o türde gidip araya bu üçünü attıktan sonra fantastik ve bilim kurgu dünyasına oradan distopyaya ve diğer türlere atmıştım kendimi. Yani anlayacağınız sorsanız size bu üçünden başka tarihi romantik bir şey söyleyemem. Tabi şu moddayken önerilere açığım onu da söyleyebilirim tabi.

21 Ocak 2019 Pazartesi

Yeni şeyler denemek gerek bazen

Eskiden ne kadar gamsız ama mutlu bir insandım ben ya. Böyle bir olay yaşadığımda aklıma takılmadan rahatça yaşamımı sürdürebiliyordum. Biri beni terk edince bile aynı umursamazlıkla havalı havalı gezerdim en azından. Çok mu lazımdı bana Fatih gibi biri? Komşu çocuğuna takılı kalmıştım evet de Fatih de vardı o ara ve sanki Komşu çocuğu aklımda gibi davranıp sürekli Fatih'le birlikte gezdim durdum 9-10 ay kadar. O süre içerinde Komşu çocuğu aklıma bile gelmiyordu hem de. Nasıl ayran gönüllüysem artık... Tabi sütten ağzım yandı bir kere kesinlikle bir süre yeni birini hayatıma sokmak gibi bir planım yok kaldı ki çivi çiviyi sökmüyor arkadaşlar, baya bildiğiniz delik deşik ediyor böyle saçma sapan bir şeye dönüyor insan. Kendime evde terapi çeşitleri buluyorum kendi kendime. Önceki yazımda söylemiştim ya hani puzzle olsun kitaplar olsun bir şeyler buluyorum günümü dolduruyorum diye en ama en çok mutfakta zaman geçirir oldum. Fırında pişirilen şeylerde pek iyi değilim onu öğrendim şu süreçte. Yani aslında yapamadığım bir yiyecek yok ama abimin performans değerlendirmelerine göre bazı sonuçlara vardım. Mesela çok güzel bıçak kullanıyorum böyle ince ince bir şeyleri doğrama konusunda kendimle övünmeye bile başladım. Yaptıkça insanın eli açılıyormuş bir de. Pratik yapmanın önemi de burada çıkmış oldu ortaya. Şu süreçte abim neler yedi tahmin bile edemezsiniz aslında. Vegan köftelerden tutun Japon Kore sokak lezzetlerine neler neler işine girdim ben bile kestiremiyorum. Hangi blogda bir yemek tarifi görsem -ki bu Türk olsun yabancı olsun fark etmiyor- o akşam menümüz o oluyor. Bu akşam normalde yapmadığım bir şeyi yapıp bir de tatlı yaptım hatta tarifi de şuradan aldım hatta. İşin kötü kısmı üniversite zamanında başlayan son birkaç yıldır azalan kendi pişirdiğini yiyememe sorunum tekrar ortaya çıktı. Örneğin 2 saat 3 saat bir şeyler hazırlamak için uğraşıyorum diyelim yaptığım tek şey abimle aynı masaya oturmak. Belki biraz salata tırtıklamak belki bir şeyler içmek ama kesinlikle hiçbir şey yiyemiyorum.  Ya da daha basiti ekmeğe bir şey sürüp bile yiyemiyorum. O ekmeği hazırladığım gibi masada bir tabakta kalıyor öylece. Neyse ki iş yerinde öğlen arasında doğru düzgün yemek yiyorum da bir sorunla karşılaşmıyorum. İyiyim yani tek sorunum kendi yaptıklarımda... Mutfak güzel yer ya annemin neden kimseyi sokmadığını artık daha iyi anlıyorum diyebilirim.



Ekler tarifi için teşekkürler Sibel Özer 

18 Ocak 2019 Cuma

Vur patlasın çal oynasın

Ne güzel olurdu dimi hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam ediyor olsam Fatih'in gidişi beni hiç etkilememiş olsa falan. Güzel olurdu doğrusu ama ben bunun yerine her zamanki Cha gibi davranıp "beni öldürmeyen şey güçlendirir" mottosuyla hareket edip "arkadaş ortamımız bizim yüzümüzden bozulmasın" diyerek öyle ya da böyle bir şekilde ortak yerlerde Fatih'le görüşüyorum. Bunu yaparken de her şey gayet yolunda izlenimi veriyorum. Ölüyorum arkadaşlar mallığıma söyleyecek laf yok ama kendimi bitiriyorum böyle ufak ufak. İşten sonra ve gelip kendimi mutfağa falan atıyorum kafamı dağıtmak için. Atkı örüyorum, puzzle yapıyorum, kitap okuyorum, çelloya sarılıyorum kısaca işten çıktıntan sonra yatacağım zamana kadarki süreye binlerce şey sığdırmaya çalışıyorum. Normalde hiçbir moral bozukluğumda kendimi yemek yapmaya falan vermediğim için abim durumumdaki vahametin farkında değil ki onun işine geliyor yaptığım şeyler. Hem işten sonra hemen eve geliyorum, evde sürekli iş yapıp en son kendimi mutfağa atıyorum ki o gelene kadar bir sürü şey yapmış oluyorum. Adam daha ne istesin... Yılbaşında kendimi eve kapatıp "o saate ben uyurum" dediğim halde abimin arkadaşlarıyla gelmesi ve içlerinde Fatih'in de olmasıyla yılbaşına sahte gülücüklerle girdim onun yanında ama aynı zamanda ona çok uzak bir şekilde girdim. Yahu abimin densiz arkadaşlarından biri çıkıp "sen şimdi yenge değil yine Cha oldun dimi? Ayrılmanız kötü oldu ama şu adamı toparlıyordun" gibi konuşmalara girmeye başladı ki abim orada öğrendi ayrıldığımızı. Yılın ilk şoku olmuştu onda çünkü kabullenmişti artık bizi. Birlikteliğimizi cümle aleme yaymadığımız gibi ayrılığımızı da yaymamıştık normalde ama o densiz kişilik sayesinde herkes orada öğrendi. Bir de o noktadan sonra ortamda garip bir gerginlik oluştu abim, Fatih ve benim aramızda. Ben Fatih'e yakın davranıyorum "dostça ayrıldık iyiyiz" izlenimi veriyorum Fatih "e ben artık gideyim" modunda sürekli kapı gözlüyor, abim durup bizi izliyor gerçekten durum nedir diye falan. Kısaca yeni yıl pek iç açıcı başlamadı. Dışarıdan gayet iyi görünüyor olmam herkese karşı "normal" davranıyor olmam da Fatih'in içine birkez daha su serpmiş gibi hissettirdi bana ama gelip de "ikimiz için de en iyisinin bu olduğunu söylemiştim" gibi bir cümle henüz kurmadı. Kurarsa muhtemelen tokadı yer suratına çünkü benim içimde yaşadığım yetiyor bana.