28 Şubat 2015 Cumartesi

Zorlu otobüs yolculuğu

Kocaman bavulum ve ben girdiğimiz her yerde rahat bir 2-3 kişilik yer kaplarken bir tartışmaya şahit oldum bugün. Olayın nasıl başladığını bilmiyorum ama benim için oldukça komik olduğu açıktı. İki kız bir erkeğin olduğu köşede kızların biri ağzını açmıyor diğeri ise çocuğun kolunun altında sessiz sakin duruyordu. Bir anda çocuğun "sen bana dokunamazsın" diye sesini yükseltmesiyle kafamı "nasıl yani?" diyerek o tarafa çevirdim ve kulağımın tekini çıkarıp olaya kulak kabartmaya başladım. Olayın ne olduğunu cidden anlamadım ama sadece çocuğun sesi vardı ki o ses gittikçe yükselerek "o parmağı indir sen bana parmak kaldıramazsın", "sana ne benim ne yaptığımdan karışamazsın sen bana" ve "çocuk değilim 17 yaşındayım!" demeye devam etti. Tartışma nasıl başladı ya da tek taraflı mıydı sanırım oradaki kimse anlamadı çünkü yanındaki kızlardan zerre ses çıkmıyor ve çevrelerinde kimseler de yoktu. O ara amcanın tekiyle bakışıp "sen olayı anladın mı" diye birbirimize sorduk ama sonuç aynı, o da hiçbir şey anlamamış. Çocuk bir süre daha kendi kendine bağırdı etti derken sonra sustu kızları aldı gitti.

Burada anlatmayı unuttuğum bir konuya tam şu anda girsem sanırım harika olur. Bir süredir Ali'nin kankası dediğim çocukla konuşuyorum. He ama yanlış anlaşılmasın öyle bir konuşma değil ki o çocuk öyle biri de değil -bence gizli gay kendisi ve Ali'den hoşlanıyor- . En son Ali'nin yanındayken yazdığını söylemiştim ya hani ben baya yanlış anlamışım Ali baya baya kendi şehrinde Mehmet de kendi şehrindeymiş. Neyse biz bununla konuştuk ettik derken Mehmet benim kaçta hangi gün otobüse bineceğimi falan sordu ve sonuç olarak su an aynı otobüsteyiz! Otobüse bindiğimiz yerler aynı olmadığı için bir anda onu karşımda görmek beni şok etse de o an gözümde konuşmamız flashback oldu. Açık açık söylemese de belli etmiş seninle dönmek istediğini ulan kadın sen niye gidip söylüyorsun hangi otobüs olduğunu? Bir de aynı taksiye bineriz önce seni bırakır bavuluna falan yardım ederim oradan da kendi evime geçerim dedi. Tamam iyi çocuk pamuk kalpli falan ama biz ne zaman seninle bu kadar samimi olduk da sen bana böyle tekliflerle geliyorsun? Bunları da yaptıran Ali mi yoksa Mehmet gerçekten yardım amaçlı mı bu teklifle geldi bilmiyorum ama içime kurt düştü bir kere. Öğrenmesinler evimi istemiyorum. Hoş ortak tanıdıklarımızdan herhangi birine sorup öğrenebilir ama olsun öğrenmesin ikisi de. Şu güne kadar ağzına içki sürmediğini söyleyen çocuğun bir anda içip kapıma dayanabilmesi düşüncesi bile tedirgin edici. Her şey bir kenara komşular ne der düşüncesiyle yaşayamam ben. Sanırım önümüzdeki birkaç saati Mehmet'i nasıl ekeceğimle geçirmem gerekiyor.

Bence bu sefer oldu

Aşık oldum arkadaşlar hani hayırlı olsunum? Yani oldum mu ben de tam bilmiyorum ama olmuşumdur bence. Şu yaşıma geldim hala tık olmayınca kestiğim her çocuğa acaba diyorum artık. Ama bence bu sefer oldu! Olmadıysa bile oldu diyelim çünkü o tip kaçmaz, en kötü zamanla severim.

Kim bu çocuk dediğinizi duyar gibiyim, şöyle söyleyeyim çocuk annemin komşusu. Evrenin bana naniği mi dersiniz ne dersiniz bilmiyorum ama bence yukarıda birileri bana kıs kıs gülüyor "al işte sana mis gibi çocuk yolladık daha ne yapalım" falan diyor. E ama canım benim gönderdiniz göndermesine de gidip neden anneme komşu oldu o çocuk? Çocuk ailesiyle falan yaşasa bir nebze annemin gözüne batmaz ama 3 erkek öğrenci olunca imkanı yok annem yollamaz beni onlara tanışalım, konuşalım, kaynaşalım... diye. Çocuk da buldu ben gibi yolluyu bugün bir bakıştık gülümseştik ama fos yani annemin komşusu ne de olsa. Gönül isterdi benim komşum olsun ben bir "hoş geldiniz, var mı bir eksiğiniz, yardıma ihtiyacınız?" ayağına muhabbet kurayım ama işte nanik tam bu noktada yapılıyor bana. Hayır bir de annemin evinin oralar pek öğrencilik yer de değil nasıl buldular da kiraladılar o evi? Sokağı görseniz 60+ yaş ortalamalı. Her sene birileri ölüyor falan öyle bir yer. 4-5 tane genç var onlar da benim çocukluk arkadaşım zaten beraber büyüdük falan ki onların da çoğu benim gibi aileleriyle yaşamıyor artık. 

Neyse işte sonuç olarak 3 erkek çocuğu hemen yan apartmanımda kim bilir ne boklar yiyor bense kendi evime dönmek için bavulumu tekrar kontrol ediyorum. Daha önce görseydim tatilimi biraz daha fazla ev çevresinde geçirirdim ama karşılaşmak son günüme kısmet oldu. Keşke anneme "anne yan apartmanda 3 çocuk güle oynaya içeri girdiler bakkalda da görünce dikkatimi çekti onlar kim biliyor musun?" diye sormasaydım da çocukların daha uzun duracağım bir zamanda konusunu açsaydım. Onlar hakkında muhtemelen bir kere konuşma hakkım vardı ki onu da bugün harcamış oldum. Şimdi elimde kandillerde aşure, helva falan götürme gibi bir şansım varsa eğer ikinci kez onlarla ilgili bir şey sorarsam biter diye susuyorum ve bir sonraki gelişimi sabırsızlıkla bekliyorum ki daha gitmedim. 

Bakıştığım çocuk baya iyiydi yalnız. Hoş yanındaki ondan daha iyiydi ama ilk o pas verdi yapacak bir şey yok diyerek ona kaydım. Bakalım adını öğrenebilecek kadar aklımı meşgul edecek mi. Ederse annemin gözünün önünde iş çevirmek zor olur ama yapacak bir şey yok kırk yılın başı bir hoşlantım bir şey olmuş peşini bırakmak olmaz...

26 Şubat 2015 Perşembe

... saklıyorum çünkü

Bazen gerçekten kaşınıyorum. Hem anneme hayatımda biri olmadığını söylüyorum hem de elimde ne var ne yok saklıyorum. Sakladığım şeyler; bilgisayarım, telefonum, defterlerim, okuduğum kitaplar ve cüzdanım. E zaten saklanabilir başka bir şey kalmadı siz de fark etmişsinizdir. Saklamakta haklıyım ama bence... Tek tek açıklamak gerekirse şöyle başlayayım;

Bilgisayarımı saklıyorum çünkü, annem beni olduğumdan daha farklı biri olarak tanıyor. Örneğin, sanmıyorum annemin benim alkol tükettiğimi, kız ve erkek arkadaşlarımı eve toplayıp eğlendiğimi ve saçma rezil durumlara girebildiğimizi bilmiyordur. Bilgisayar ise onların milyarlarca kanıtını taşıyor. Aynı zamanda blogum da bilgisayarda falan filan. Bilgisayar gizli bölme bu yüzden!

Telefonumu saklıyorum çünkü, seviyeli seviyesiz o kadar çok konuşma kaydım var ki içinde annemin ya da bir başkasının bunları görmesi durumu pek hoş karşılanmaz. Özellikle ailem hatta sülalemin geri kafalı ve sabit fikirli insanlardan oluştuğunu düşünürsek -ki sonradan gelenlerin dedikoduculukta bir dünya markası olması ayrı bir mesele- telefon da sakıncalı. Hem bloguma buradan da ulaşılabilir ki o da oldukça tehlike arz ediyor.

Defterlerimi saklıyorum çünkü, ben aslında her anını yazan biriyim. Çantamda her zaman defter kalem bulunur sırf bu yüzden. Bu yazdıklarım arasında o anki ruh halimi yansıtan şeyler de olabilir okuduğum kitaptan notlar da olabilir. Kısaca biraz özel oluyor o defterler de. Hal böyle olunca onun da karıştırılması hoşuma gitmiyor.

Kitaplarımı saklıyorum çünkü, annem kızının büyüdüğünün farkında az çok ve her şeyi öğrenmem sonucunda merakımın başıma iş açacağını düşünüyor. Bir de işin içinde "günah" olunca karışırıyor tabi her şeye. Okuduğum kitaplar arasında da erotik edebiyat olması onun için büyük sorun oluşturuyor tabi. Kitaplığımda her edebiyat türü için ayrı bir raf vardır, tabi doğal olarak o dal için de var. Yani görse muhtemelen "sen kitap alıyorum derken bunları mı alıyordun" diyerek beni "ar damarı çatlamış" diyerek odaya kapatabilir. Bilmese daha iyi yani... Onun için tabi...

Cüzdanımı saklıyorum çünkü, yalnız yaşadığım için aylık olarak bana giren çıkan ne olmuş hesaplıyorum. E doğal olarak fişler de bir süre cüzdanımda oluyor yoksa evin içinde kaybediyorum. Ondan sadece ev kirasını aldığım için (bir de ek kartı var ama o zor durumlarım dışında kullanmıyorum) aylık ne kadar harcadığımı bilmiyor. Fişleri görmesi durumunda şu zamana kadar merak etmediği şeyleri merak etmeye başlar ama. Bu yüzden cüzdanımı da saklamakta kendimce haklıyım bence.

25 Şubat 2015 Çarşamba

Kitaplı mim


Blog alemine girişimin daha ilk aylarında hemen mimlenmem hem de kitaplar gibi bayıldığım bir konu hakkında mimlenmem sanırım sokakta dans etmemle sonuçlanacak kadar sevindirdi beni. Bu konuda Lady Witch'e ne kadar teşekkür etsem az hatta. 

1) Kışın okumalık favori kitabın var mı?

O kadar düzenli bir insan olmadığım için kitaplarımı mevsimlere göre ayırmadan okurum ben. Daha doğrusu ortada düzen namına bir şey yok baya baya elime geçtiği gibi okur kitaplıktaki türüne göre ayarladığım rafa koyarım.

2)Kapağı mavi olan bir kitabın var mı? 

Kapağı mavi olan birçok kitabım var. Şuan kendi evimde olmadığımdan kitaplığıma bakamıyorum ama aklıma gelenler; Ada, Aşkın Çincesi, Aynı Yıldızın Altında ve Hiç Olmamış Gibi Yapalım. Turkuaz da sayılırsa 1Q84 de var hatta bu listede.


3)Yılbaşı ağacında yıldız olarak kullanabileceğin bir kitap var mı?

Aslında bu sorunun cevabı Lady'le aynı. Bu soruyu ilk gördüğümden beri aklımda cevabı Küçük Prens ve bence kapağıyla olsun içeriğiyle olsun tam olarak yılbaşı ağacının tepesine yıldız olarak koymalık bir kitap kendisi.


4)Kış tatili için mükemmel bir kurgusal dünya?

Kış tatili zaten soğuk havaların etkisiyle biraz kasvetliyken bence biraz fantastik biraz romantik biraz da komik bir kurgusal dünya hoş olabilir. Buna örnek olarak da Marc Levy'nin Keşke Gerçek Olsa'sını önerebilirim sanırım.


5)Birlikte kış tatiline gideceğin bir kitap karakteri?

Oldukça zor bir soru oldu sanırım bu soru benim için. Her okuduğu kitapla yeni bir karaktere aşık olurken kış tatili için sadece 1 kişiyi seçebiliyor olmak üzücü oldu. Sanırım Gabriel'ın Cehennemi üçlemesindeki Gabriel'i alıyorum ama yanıma.

6)Bu sene için listende olan bir kitap?

Bu sene için? Yalnız ben 3 ayda bir kitap alan biriyim herhangi bir online kitap satışı yapan bir sayfaya girer en son neler çıkmış bir bakar konularına seçerim. Daha sonra yakınımdaki bir kitapçıda o kitapları inceler duruma göre listeye kitap ekler ya da çıkarır öyle alırım. Hayatımın en düzenli kısmı bu diyebilirim hatta.

7)Favori tatil içeceğin, atıştırmalığın ve filmin?

Yaz kış hiç fark etmez benim favori içeceğim kahvedir. Her türlüsü olur yazın sıcağında da filtre kahve içerim kışın soğuğunda da. Atıştırma olarak bilmiyorum ama sanırım mısır benim favorim ve film olarak daha 2 gün önce izlediğim imitation game olabilir. Kitap ve filmlerde kendime bir şeyi favori seçmekte çok zorlanıyorum. Hani elimde hali hazırda yeni çok sevdiğim bir şey varsa hemen onu söylemek daha kolay geliyor.


Henüz buralarda fazla kimseyi tanımadığım için bu mimi gören, isteyen, üzerine alınan herkesi mimliyorum. Umarım siz de bu mimle oldukça eğlenirsiniz.

23 Şubat 2015 Pazartesi

Ada -Tracey Garvis Graves-

Aslında elimde yazacak onlarca kitap varken en taze bitirdiğimle başlamak daha doğru olur sanırım. Kitabımız Tracey Garvis Graves'in Türkiye'de çevrilmiş tek kitabı olan Ada. Okuduğum hikayeler olsun kitaplar olsun öğretmen-öğrenci ilişkilerine -gerçekte hiç etik bulmasam da- sardığım söylenebilir ki eğer 3 kitaptan aynı anda bahsetmeyi başarabilirsem Gabriel'in Cehennemi üçlemesini ve Cora Carmack'ın İlk Defa adlı kitabı hakkında da yazmayı düşünüyorum. Ada'nın tam anlamıyla öğretmen-öğrenci ilişkisi olduğunu düşünmenin bana pek doğru gelmediğini söylemem lazım aslında çünkü 3,5 yıl birbirlerinden başka kimseyi görmeyen bir çiftin arasında -ki bunlardan biri ergen- bir şeyler geçmemesi imkansız. Aynı zamanda adaya düşmüşler artık öğretmen-öğrenci mi kalır aralarında? Aralarında bir şey geçmese ya Anna'nın lezbiyen ya da T.J.'in gay olduğunu düşünmeye başlayacaktım ve bence bu düşüncemde oldukça haklıyım. Neyse, tanıtım bültenine gelecek olursak;


Otuzlu yaşlardaki İngilizce Öğretmeni Anna Emerson, Maldivlerdeki bir yazlıkta T.J. Callahan'a özel ders vermesi teklif edildiğinde bir an bile tereddüt etmeden bu yaz işini kabul eder. Kütüphanenin yerine tropik bir adada çalışmayı kim istemez ki? 

Kimse onun fikrini almış olmasa da, T.J.'in şehri terk etmeye hiç niyeti yoktur. On yedi yaşında olan T.J, kanseri daha yeni alt etmiştir. Bu dertlerden kurtulduktan sonra ilk yazını ailesiyle değil, arkadaşlarıyla beraber geçirmek ister. 

Anna ve T.J. Maldivler'deki yazlık eve doğru yola çıkmışken, bindikleri deniz uçağının pilotu kalp krizi geçirir ve uçak köpekbalıklarıyla dolu Hint Okyanusu'na çakılır. Zorlukla kıyısına vardıkları ıssız adada, ilk düşünceleri hayatta kalmaktır. Su, yiyecek, ateş ve barınak bulmak için beraber çalışmak zorunda kalırlar. Günler, haftalara, aylar yıllara dönerken, kazazedeler şiddetli tropik fırtınalar, denizin içindeki tehlikeli canlılar ve T.J.'in kanserinin tekrarlama ihtimali de dâhil birçok sıkıntıyla karşılaşırlar. Ancak en büyük tehlike adada herkesten çok uzakta, iki kişi yaşamaktır. T.J. adada bir doğum günü daha kutlarken, Anna da, yavaşça yetişkinliğe adım atan bu genç adamla yaşamanın eskisi kadar kolay olamayacağını anlamaya başlar. 

~~

Tanıtım bülteninde yazdığı gibi aslında her şey basit bir özel ders ve tatilden başka bir şey değildi. Pilotun kalp krizi geçirmesi, suya çakılma ve karaya çıkma kısımlarını ilk olarak ele almak gerekirse aslında sinyaller oldukça açıktı. Yaşlı ve aşırı kilolu pilot elinden asla bırakmadığı hamburgeriyle karşımıza çıkınca tanıtım bülteni olmadan da anlıyor insan "bu kadar kalpten gider" diye. En başta uçağı suya indirebileceğini sanması ve ana karakterlerimize uyarılar yaptırıp sonrasında kendisinin bile ümidi kesmesi kitabın ilk başlarına hafif bir gerilim vermedi değil hani. Suya çakılma kısmında ise her şey cidden olması gereken gibiydi ve hissettirdi o kısmı diyebilirim. T.J.'in yaşadığı korku, Anna'yı kaybedeceği düşüncesi olması gereken şekildeydi. O kısımda belki en saçma bulacağım daha doğrusu bulduğum yer, okyanusun ortasında akıntıyla ilerleyen iki kişi ki bu insanlar ciddi anlamda yaralı ve kan kaybediyorlar -az ya da çok bu önemli değil- ama köpek balığı yok. Yani aslında var köpek balığı onlar da biliyor ve korkuyor ama onların yanında görünmüyorlar. İşte o noktada biraz saçma buldum ama onun dışında karaya çıkışları ve orada yaşamları olması gereken şekildeydi. 

Karaya çıktıktan sonra asıl hikaye başlamış oldu ve ciddi bir yaşam mücadelesi verdiler. Hani adada bir şeyler bulup yeme çalışmaları, sığınak aramaları, yardım çağrıları hepsi dozundaydı. En başta tedirgin oldum hastalıktan yeni çıkmış T.J. bir anda nasıl adanın efendisi gibi her işe koşabilen bir "adam" olacak şimdi diye ama hepsi zamanla oldu. Ateş yakamadılar, durağan bir gölden su içip zehirlendiler, besinsizlikten hasta oldular ve daha birçok şey. Aslında bir yerde sanki onlara yardım eden biri varmış gibi akıntının onlara getirdiği bazı eşyaları (T.J.'in sırt çantası ve Anna'nın bavulu) onlara oldukça yardımcı oldu. 

Kitapta en hoşuma giden şeylerden biri adada buldukları ve yemedikleri tavuğu sahiplenip aynı bir ev hayvanıymış gibi ona bakmaları oldu. T.J.'in hastalığında ya da normal günlerde Anna'ya gerçekten arkadaş oldu ve bu gerçekten çok şirindi. Anlayacağınız tavuk diyip geçmemek gerek ıssız bir adada en yakın arkadaşınız olabilecek bir hayvan kendisi.

Adadan kurtuluşları -ki bunun nasıl olduğunu söylemek pek doğru gelmedi bana- ve sonrasında halkın tepkisi, yaşanılan olaylar hem sinir bozucu hem de haklı geldi. Yani 30larında bir kadın ve 17sinde bir ergen var ortada sonuçta ki aralarında cinsel bir şeyler olduğu açık. Halkın bu durumu yadırgaması bence oldukça doğal çünkü kimse onlar için empati kurmuyor ve onların gördüğü tek şey "öğretmen genç öğrencisini ayartıp onu istismar etmiş" gibi sinir bozucu şeyler. Kimsenin düşünmediği ise 3,5 yıl sadece birbirlerine sahip olan bir çift ve onlar için yaş artık önemli değil. T.J. bile yaşam şartlarından kaynaklı olgun bir çocuktu ama buna kimse aldırış etmedi tabi.

Karakterler, mekanlar ve olay anlatımları bence oldukça başarılı bir kitaptı Ada. Diliyle ilgili belki bazılarınızın sorun yapacağı şey her bölüm başka birinin ağzından anlatılması olabilir. Başta beni de rahatsız etmiş olsa da özellikle adada var olan iki karakterin de beyninde olmak oldukça iyi göründü bana. Tabi ilahi bakış açısıyla bu iş çözülebilirdi ama yazarımız kahraman anlatıcıyı sevmiş ve istemişse bize laf düşmez.

Ben kitabı beğendim ki zaman ayırıp şöyle bir yazı yazmamdan da anlamışsınızdır zaten. Oldukça hoş zaman geçirmeli, şu soğuk havalarda tropikal sıcaklarla içinizi ısınmaya zorlayan denizi güneşi bol bir kitap.


22 Şubat 2015 Pazar

Dinlenmek buydu işte

En son aile büyükleri ve annemle kavga ettikten sonra biraz uzaklaşmak iyi olacak diye düşünerek sanırım hayatımın en doğru kararını verdim. Öyle ki birkaç gündür evde değilim. Ya arkadaşımda ya da kafamı dinleyebildiğim kişilerle birlikte kalıyorum. Biten tatilimin son günleri gerçekten güzel geçti bu sayede. Koltuklarda yatmak ya da gece yatacak giysi istemek bir süre sonra sıksa da olsun kafam rahatladı en azından. 

Şu an kaldığım evin salonunda benim için hazırlanmış koltukta keyif yaparken yan daireden pepee müzikleri çalmaya başlamasa çok daha iyi olabilirdi ama neyse dedim olsun o kadar kusur. 

Telefondan blog yazmak hala çok zor geliyor bana. Keşke bilgisayarımı da yanıma alsaydım desem de şu göçebe halimle onu taşımak zor olurdu. 

Annemle de kavga edip evde 1-2 gün birbirimize surat yapmalar, kesişen kızgın bakışlar ve konuşmama evresi bende "iyi peki o zaman ben gidiyorum" dedirtti. Kadın tabi biliyor benim sinirli olduğumda kaçtığım yerleri ondan ses çıkarmadı. Beni suçlu bulduğuna eminim ama umrumda değil onun düşünce yapısına göre değişmeyeceğimi okulu ilk kazanıp evden ayrılmam sırasında anlamış olmalıydı. Küçüklüğümden beri diyorum ona "ben senin gibi olmayacağım!" o başka bir alternatif görmediği için çevresinde inanmıyor tabi ama biraz bir baksa kızı kendisi gibi susup kabul etmiyor, hiçbir lafa sorgulamadan inanmıyor. Hala zamanı var demek diyorum geçiyorum onu da. Zaten günlerde sinirli stresli gezdim şimdi bir daha hatırlamaya gerek yok. Aslında su an bana annemi hatırlatan şey pepee. Annesine çiçek mi topluyormuş neymiş saçma sapan bir şarkı çalıyor. Duvar yalıtımı olmayan şu dairede yaşanmazmış onu gördüm. Kıkırdasam duyacaklar düşüncesiyle eve arkadaş bile çağırmazdım ben.

Geçtiğimiz haftalarda Ali'den bahsetmiştim. Ona cevap vermediğim için  yine kızmıştı falan diye. Ona hala cevap vermedim davranışlarının rahatsız ettiğini anlasın diye ama beyefendi taktik değiştirip sınıfta en yakın arkadaşı  olan Mehmet'i üzerime saldı. Okul açılıyor ya ipleri tekrar eline alabileceğini düşündü sanırım. Sabah gözümü acar açmaz Mehmet'in "ooo chadaqiel tatil başladı bitti sen hiç hal hatır bile sormadın" mesajını gördüm. Hani uyanıksam tamam da yeni uyanmışsam çok saçma tepkiler verebilen bir insan olduğum için gidip "aa olur mu öyle şey..."li cümleler kurarak cevap verdim ve öğrendim ki Mehmet Ali'nin yanında, Ali onu takmadığım için bana sinirli. Hala hangi yüzle bana sinirlenebiliyor bilmiyorum ama bu saçmalık artık beni sıktı yakındır ona resti çekmem. 

Geri dönmeden önce saçımı boyama kararı verdim. Zaten 3 yıldır boyuyorum o ayrı mesele tabi de normalde cesaret edemediğim kızıla geçebilirim sanırım. Ten rengi sıkıntım olmasa da patlatacak renkler yerine hep bir koyulaştırma çabam vardı. Sarışın olmasam da kumralım fena bir tonda değildi özünde ama dip boyası çok sıkıntı oluyordu. Açık bir rengin üzerine koyu bir renk koyunca haliyle gelen dip sarı gibi oluyordu bu da bana sıkıntı oluyordu ancak. Ama su an kızıl istediğim bir renk nasıl uğraşırım bilmiyorum ama umarım salıp gitmem.

Pepeeden sonra elektrikli süpürge tam oldu. Sanırım hala biraz uykum var ki önemli de değil zaten henüz kimse uyanmadı. Ben de biraz daha gözlerimi dinlendirsem fena olmaz gibi...

17 Şubat 2015 Salı

Büyüyen konular

Geçtiğimiz akşamların birinde bir aile yemeğine katıldım. Aslında bu tür ortamları sevmesem de sevdiğim insanların da olduğu yerde bulunmazsam kırılacakları büyük bir gerçekti. Neyse, zaten tek akşam sıkarım dişimi dayanırım tek gece dedim. Ama sanki kendi ailemi tanımıyormuşum gibi böyle bir fikre kapılmam büyük bir aptallık oldu. Ortam çoğunlukla erkeklerden ve o erkeklerin vur enseye al şekeri yapısındaki eşlerinden oluşuyor. Onlar dışında da ben ve benden küçük 3 kuzenim daha var. Konu nasıl olduysa anneme bir şekilde dokunacak şekilde sinir bozucu bir yapı aldı ama annem de hem artık duymaya alıştığından hem de konunun uzamasını istemediğinden bir şey söylemedi. Annemin bu susmaları bir süre sonra benim kanıma dokunmaya başlayınca lafa ben atladım ve erkekmiş, aile büyüğüymüş hiç dinlemeden sesimi yükselttim. Daha sonra olay öyle bir noktaya geldi ki ben 4 erkekten daha yüksek ses çıkarıp onları bastırabildiğim için sözde büyüklerden biri ayağa kalktı. O kalkınca ben de benimle birlikte annem de derken ortamdan çıt çıkmayan bir sessizlik oldu. Ben tam bir şey söyleyecekken "büyük"lerden biri anneme "senin bu kızın haddini bilmezse ileride bildirirler farkındasın dimi" dedi ama annem yine sustu! Ağzından çıkan herhangi bir kelimeyi bekledim ama sustu bir şey demedi. Bir de yaş olarak ortamdaki en büyük kişi annem o kısmı unutmamak gerek. Ortada bir saygısızlık varsa onu sadece ben yapmıyorum yani! İşte baktım annem hiçbir şey söylemiyor ben o sinirle kurabildiğim en mantıklı cümleyi kurmaya çalışıp -ki bu "ben kimsenin eline ağzına bakmıyorum merak etme başımın çaresine bakarım" gibi bir şey- ortamdan ayrılıp eve geldim. Benim peşimden de annem tabi. Sonrasını zaten tahmin etmek zor değildir herhalde. Bir posta da annemle kavga edip duymadığım laf kalmadı. Peki ben lafları neden yedim? Annemi korumak için. Annemden lafları niye yedim? Ona laf edenlerden onu savunduğum için. Kısaca kararımı verdim sanırım evime erken döneceğim.

14 Şubat 2015 Cumartesi

Suç zaten hep bizde!

Akşam saati dışarıya çıktığımızda, açık ya da dikkat çekici giyinirken ya da yüksek sesle gülerken evet, aslında o zamanlarda gelsin biri bize zorla sahip olsun istiyoruz. Sırf bu yüzden yolda gördükleri her kıza, hayvana hatta objeye hallenebilir erkekler!

Dünden beri sinirlerimi bozmaktan başka bir işe yaramıyor haberlere bakmak. Evet, Özgecan Aslan olayından bahsediyorum. Bir minibüse bindi diye 3 kişi tarafından tecavüze uğrayan sonra da yakılan genç kız. Daha üniversite 1. sınıf öğrencisi olup önünde uzun yıllar olan genç kız! Bulunduğumuz ülkede artık duymaya alıştığımız için normal geliyor insanlara bu haberler ama bunlar normal değil, olamaz da öyle bir şey. Her sene defalarca gördüğümüz kadın cinayetleri, tecavüzler, istismarlar nasıl normal karşılanabilir biri bana bunu açıklayabilir mi? Evden çıkarken karşımdaki tanımadığım adam hakkımda ne düşünür diye mi hareket etmeli ya da görünmeliyim? Hem de o bunu kesinlikle yapmazken! Ben daha geçtiğimiz yaz stajımın son günü okulların da açıldığı gün otobüste sabahın 7.30unda tacize uğradım! Çevremde bir sürü ilkokul ve lise öğrencisi çocuk varken, orta yaşlı bir adam tarfından hem de. Onların bu ahlaksızlığına hiçbir şey denmezken neden ben dizimin biraz üzerinde etek giyiyorum ya da pantolonum dar diye suçlu oluyorum? Beyinleri uçkurlarında çalışan o adamlar değil de neden ben suçluyum? Özgecan'ın olayında da öyle! Öyle yorumlar gördüm ki toplumumuzdan tiksinmeden duramadım. İşin en acınası durumu da "kesin o tahrik etmiştir", "orospu işte", "ne işi vardı orada" şeklindeki yorumların tamamına yakını yine hem cinslerimizden gelmiş olması. Sen de kadınsın yarın bir gün aynı şey senin de başına gelebilir nasıl böyle düşünebiliyorlar anlamıyorum ve asla anlamayacağım. Tayt da giyerim minicik etek de hatta istersem uzun etek giyer götüme kadar yırtmaç açtırırım ve bu hiçbir erkeğe mesaj vermek istediğim için değil öyle giyinmek istediğim, kendime o şekilde güvendiğim içindir. Tahrik oluyorsan, ayıp diyorsan ya da rahatsızsan bakma! Her dışarıya çıktığımızda, eve dönerken, herhangi bir yerde oturup bir şeyler içerken ya da sohbet ederken bir tedirginlik yaşamak zorunda değiliz!

change.orgda zanlıların en ağır cezayı almaları için bir imza kampanyası başlamış link burada. Aslında böyle bir kampanyaya gerek duyulmadan verilmesi gereken bir ceza için binlerce insanın çabalaması hem çok üzücü hem de ülkemizde hala insan olduğunu gösterdiği için çok güzel bir şey. Umuyorum dava olması gerektiği gibi sonuçlanır ve bundan sonra bu şekilde ilerler.  Cinayet, tecavüz ve istismarın söz konusu olduğu yerlerde verilen hafif cezalar teşvik değil de nedir ki zaten?

13 Şubat 2015 Cuma

Bazı erkekler biraz garip

Ben, 22 yaşında bir terazi burcu kadınıyım ve şu zamana kadar genel olarak çok normal bir hayat yaşadım. Sevgilim oldu (evet, biliyorsunuz), kız ve erkek arkadaşlarım oldu, kendimden 5-6 yaş küçük/büyük arkadaşlarım da oldu, çoğunluğu aile içinden de olsa kendimden 10-15-20 yaş büyük insanlarla ciddi ya da gayriciddi sohbet ortamlarım da oldu ve hepsiyle sorunsuz bir şekilde bu işi yürüttüm ama tek bir kişiyle bunu bir türlü yapamıyorum! Bölümümde bir çocuk, atıyorum adı Ali olsun. Ali bütün okul dönemimiz boyunca sessiz, sakin, sen bir şey sormazsan gelip seninle konuşmayan kendi halinde bir çocuktu. Bir gün -ki bu bahsettiğim zaman dilimi geçtiğim vize dönemine denk geliyor- Ali bana durup dururken whatsapptan yazdı ve pazartesi günkü sınavımızda hocanın altını çizerek söylediği şeylerin notlarda nerelerde olduğunu sordu. Çok ders dinleyen ya da inek gibi hocanın her dediğini not alan bir öğrenci olmasam da o hocayı sevdiğim için notları bende tam, Ali de bu yüzden bana sordu diye düşündüm sorgulamadım. Pazartesi günü bitti ben evime daha ilk günden yorgunluktan bitmiş bir şekilde döndüm ve tak! Ali'den bir mesaj daha ama bu sefer o bana Salı günü olacak sınavın kendi çıkardığı ders notlarını atmış. Attığı not da not ama yani 20 sayfaya yakın, inci gibi temize çekilmiş, mis gibi ders notu! Ben de üşeniyordum zaten yeni not çıkarmaya derken Ali'ye çok teşekkür ettiğimi ve hayatımı kurtardığını falan yazdım yolladım. İşlerimi halledip telefondan ben de temize geçirdim notları onları çalışıp sınava girdim ki oldukça da güzel geçti o sınav. 

Vize dönemi muhabbetlerimiz hep ders notları üzerine olduğu için bunun karşılıklı bir çıkar ilişkisi olduğunu düşünüp hiç sesimi çıkarmadım. O bana nasıl yardım ediyorsa ben de ona ediyordum ne de olsa. Vize dönemi bitti, tekrar eski düzenimize dönmeye başlıyoruz derken ben bir gece 2-3 civarı wattpadde hikaye okuduğum için uyanıktım ve ara sıra da whatsappa girip birileriyle konuşuyordum. Neyse, Ali bir anda "aa sen de mi uyanıksın? Vizelerden sonra uyku düzenin bozuldu tabi :)" şeklinde bir mesaj attı. Vizeler bittiği halde mesaj gelince ben yine bir şaşırdım tabi "çıkar ilişkisi değil miydi bu ya?" şeklinde. Neyse dedim demek vicdanını rahatlatmak istiyor diye düşünüp sorgulamadan konuşmaya devam ettim.  Bizim konuşmalarımız hep "sen daha yatmadın mı?"yla başlayıp "yat hadi günlerdir hasta görünüyorsun, bak tek başınasın kendine iyi bakmaya çalış sakın hasta olma" şeklinde benim gözümde anne nasihatleriyle bitiyordu ama bitme saatleri böyle 5 falan, ezan duymadan yatmıyoruz ikimiz de. Hatta 3-4 kere o yatalım artık dediği halde ben çevrimiçi göründüğüm için bana kızmışlığı bile var. 

İşte bir bu şekilde günlerce konuştuk ettik falan ben artık dışarıya arkadaşlarımla çıktığımda da onunla konuşuyorum çünkü gün içinde o bana yazdığında ve ben saatlerce cevap yazmadığımda "beni merak ediyormuş" Ali bey. Bu merak etme olayını da bana üstü kapalı olarak başka bir konu içinde söyledi. Merak ettiğini ima ettiği konuşma da şuna benzer bir şeydi;
...
Ali: Birine yazıyorsun o kadar 5-6 tane peş peşe cevap vermiyor, çok sinirleniyorum.
Ben: E olabilir işi vardır, görmemiştir.
Ali: Merak ediyorum ama başına bir şey mi geldi ya da bir şey mi oldu ki benimle konuşmak istemiyor.
Ben: Paranoyak olma abi olur bazen ben de yapıyorum ama geri dönüyorum illa sana dimi ama.
Ali: Evet sen de çok sık yapmaya başladın fark ettim ama insan merak ediyor işte
...
Konuşma ana hat olarak bu şekilde. Ben de safım biraz da ilgisi mi hoşuma gitti nedir gün içinde de cevap veriyorum işte. Bir süre sonra bizim kızlar benim elimde telefon sürekli mesajlaşma olayımdan işkillenmeye başladılar ve sonrası da zaten malum, çapraz sorguya alındım. Ağzımdan Ali ismi çıktığı anda da "oha! Nasıl ya? Hala yazmaya devam mı ediyor? Vizeler için değil miymiş?" şeklinde tepkiler. Biri konuşma içeriğimizi okumak istediğinde ve telefonu eline aldığında resmen bağırarak "ay siz gizli gizli ne yapıyorsunuz böyle? Kızım bu konuşmalar ne? Niye bizim haberimiz yok?" dedi ve sonrasında konuşma konumuz zaten Ali ve ben olduk. İşte Ali'nin bana sevgilimmiş gibi hesap sorması, sürekli benimle konuşması o bu derken kızlar bir süre sonra "neden olmasın ya?" diyerek beni Ali'yle çıkmaya ikna etmeye çalışmaya başladılar. O günden sonra da zaten benim Ali'yle konuşasım falan kalmadı hiç. Çünkü ikimizi aynı kareye bir türlü oturtamadım. Aklıma yatmadı işte istemedim. Konuşmalarımızı daha arkadaşça ve pek kullanmasam da argo içeriklilere kaydırarak ona "arkadaşım" mesajını vermeye başladım. Bu da inat gibi benim kullandığım kelimeleri şirin bulduğunu söyledi falan ben ne yapacağımı şaşırdım. Bir gün konuşmayı benimle çat diye kesti. Sınıf içinde zaten benimle konuştuğu görülmüş şey değil ne zaman kafamı ona çevirsem elindeki telefona işaret ediyor. Yani cidden gizli bir şeyler çeviriyormuşuz gibi bir hava vardı aslında. 

O benimle konuşmayı kesince ben de aramıza biraz soğukluk girsin, hem onun kafasında da benimle birlikte olmak gibi bir şey varsa unutsun düşüncesiyle yazmadım ona. Aradan 4-5 gün geçtikten sonra ben yine kızlarla bir yerde oturmuş bir şeyler içiyorum, gülüyorum, eğleniyorum falan Ali geldi. İşin ilginci yanında bir kız vardı ve kız bunlar liseli ergenler gibi iş pişirecek köşe arıyorlardı. Daha doğrusu kendilerince hareketleri bunu belli ediyordu. Biz de geçtik o çağlardan bir kızın gülüş şekli, elleri ve bir erkeğin hal hareketlerinden ne istediklerini anlayabiliyoruz az çok. Neyse, Ali bu kolunu omzuna attığı kızla kendilerine uygun yer ararken bir anda biz göz göze geldik ve Ali'nin kol kızın omzundan düştü. Komik bir görüntüydü ve o anki şaşkınlığı egomu biraz okşadı tabi ama o kısım önemli değil. Benim arkadaşlar Ali'yi görünce durmadılar yerlerinde ellerini kollarını sallayarak onları da yanımıza çağırdılar. Ali'nin yanındaki kız da merak etmiş olacak ki Ali'yi çekiştire çekiştire yanımıza gelip oturdular. İşte sohbet muhabbet güzel güzel giderken ben kızı çok sevdim. Sanırım dünyanın en şirin kızı kendisi dedim içimden hep falan sonra kız cümle arasında Ali'yle 3 haftadır çıktığını söyledi. Tabi hepimiz şok olduk o an. Ben anında sinirlendim ama kıza belli etmemeye çalışıyorum çünkü ben es kaza kızların gazına gelip Ali'ye biraz yakın davransam resmen o dünya tatlısı kızı benimle aldatacaktı! O gün ben Ali'yle olan bütün ilişkimi kestim. Finaller başladı, ilk haftası bitti, Ali bana yine yazdı. Bu sefer tamamen kendi pisliğime konuşup o güzel ders notlarına sulanıyorum çocuğun. Bu da ondan güç almış olacak yine sabahlara kadar konuşmaya çalışıyor, arada kızıyor kendi çapında falan saldım gitti ama ne hali varsa görsün diyorum kendime. Finallerin bitmesine yakın bu sefer konuyu hep kız arkadaşına getirmeye başladı Ali. Ben de kızı final haftasında terk etmesin diye kendimce aralarını düzeltmeye çalıştım ettim falan cidden finaller bittikten sonra bunlar düzeldi, Ali benimle belirli sınırlar çerçevesinde konuşmaya başladı falan her şey olması gerektiği düzene girdi ve sonrasında annemin yanına geldim.

Bu postun sebebi de Ali beyimiz biraz önce bana trip dolu bir mesaj yolladı. Onunla artık eskisi gibi konuşmadığımı, tatile girdiğimden beri ona hiç yazmadığımı ve eski konuşmalarımızı özlediğini yazıp yollamış. Mesaj akşam 10 civarlarında geldi ama ben kendisinin tribini çekmek istemediğim için mesajımı bildirim kısmından okuyup açmadım. 1 saat önce de yine "mesajlarıma cevap vermemen beni sinirlendiriyor. Bu saatte nerede ne yapıyorsun ki hala cevap vermedin" diye başka bir mesaj daha attı ve artık düşünüyorum sorun Ali'de mi? Yoksa bende mi?

11 Şubat 2015 Çarşamba

Yataktan kalkmadan yazılan yazı

Havalar fazla soğudu. Hatta gerektiğinden fazla soğudu çünkü ben annemin evinde uzun zamandır böylesine üşüdüğümü hatırlamıyorum. Tam şu anda hem çekirdekten çektirdiğim kahvelerimi hem de kedimi deli gibi özlemiş bulunmaktayım. Benim gerzek oğlum muhtemelen ben eve gidince beni her zamanki gibi unutmuş olacak ama olsun ben yine de çok özledim ve gördüğüm yerde kucağıma alıp o minik kemiklerini kırana kadar sarılmak istiyorum.

Annemin yanında kitap okuyamıyor olmak çok sinir bozucu. Kadın, ben kitap okumaya başladığımda "kitap okuyorsa işi yoktur, o zaman iş vereyim ben şu kıza" şeklinde bir düşünceyle oturtmuyor beni yerimde. Aslında evime yakın çok hoş bir kafe buldum kitap okumak için ama hava o kadar soğuk ki evden çıkmak pek akıl karı değil. Tamam, yaşadığım şehir buradan kat ve kat daha soğuk ama burada psikolojik olarak soğuğa hazır değilim.

Aşkın Çincesi çok hoş bir kitap. Annemden fırsat bulduğum an okumak istiyorum ama soğuk falan demeden evden çıkmam gerek sanırım yoksa asla bitmeyecek. 

Aslında bugün sabahın köründe kalktım ama şuan bu postu yatakta tek gözüm kapalı yazıyorum. Keşke akşam istediği saatte uyuyan ve sabah erken uyanınca tekrar uyuyabilen biri olsaydım o zaman her şey biraz daha kolay olabilirdi sanırım.

Bir daha bu şekilde bir yayın yapar mıyım pek emin olamıyorum telefonda yazım hatalarını kontrol etmek biraz zor. Kaldı ki ben başkasının yazılarında yazı ve imla kurallarına deli gibi dikkat ederken kendi yazdığım yazıda asla hatalarımı göremiyorum. Bu nasıl bir şey emin değilim ama yapım bu ne yapayım. 

10 Şubat 2015 Salı

Sevgili sorunu part 2

Yazı 2 parttan oluşunca çok çalkantılı bir aşk hayatım varmış gibi hissettim he. Tabi öyle olmadığının farkındayım o ayrı mesele, fakir avuntusu işte...


3. yani sonuncu sevgilim de bir önceki olaydan 4 ay kadar sonra oldu bu sefer de aynı okuldan olduğum bir çocukla ama bir üst sınıfta yani beyimiz üniversite sınavına hazırlanıyor (kendi çapında). Benim bir önceki sevgilimden sonraki aşırı normal hareketlerim arkadaşlarıma batmış olacak ki ortamlar ayarlandı edildi derken ben çocuğun tekiyle çıkmaya başladım. Tamam şimdi yalan yok, ben bu çocuğu 2.sınıfın ortalarından beri beğeniyorum ama ayran gönüllü olmasam da ben boyu benden 5-8cm uzun olan, omuzları geniş ya da köprücük kemikleri belirgin ve yüzünde sempatik-sıcak bir hava olan her erkeği beğeniyorum. Kabul biraz yüzeysel biriyim. E bu çocuk da 3/3 her şeyi bünyesinde barındırıyordu derken neden olmasın dedim kendime.

Sevgili sorunu part 1


Ben hiçbir zaman "ay yeni bir ortama gireyim", "yeni insanlarla tanışayım" ve "sevgilim olmadan yapamam" şeklinde biri olmadım. Hatta bazı arkadaşlarımın dediğine göre aseksüel bir insanmışım falan filan işin aslı öyle değil tabi... Rahat 4-5 yıldır sevgilim olmayınca sanki bu çok imkansız bir şeymiş gibi öyle olduğum iddia edildi. Neyse, size daha önceki postta minicik bahsettiğim peş peşe terk edilme olaylarını anlatacağım sonrasında artık siz tartar karar verirsiniz.

İlk olarak ilk sevgilimden bahsetmek istiyorum. Kendisi bir süre benim travmam oldu desem yeri çünkü ben bu olayı yaşadığımda ortaokul öğrencisiydim. Aslında sevgilim de değildi ama öyleydi çocukça ergence bir şey işte neyse, ben 8.sınıfın başında o ise lise 2'ye gidiyordu. O zamanlar tabi kendinden büyük sevgilin olması oldukça havalı bir şey ki ben de bunun meyvesini çok güzel yiyorum. Safım, temizim el tutmaktan bile utandığım anlar oluyor, zaten çok fazla görüşemiyoruz çünkü benim okulum ve lise için de hazırlanmam gereken bir sınav var ortada.

9 Şubat 2015 Pazartesi

Tatil mi? O da nedir?


Ben tatile girmiştim değil mi 2 hafta önce? Hani bir sınavdan kalmıştım onu verip annemin dizinin dibine gidecektim, değil mi? Yıllarca yanında kaldığım kadını ben nasıl tanıyamadım da öyle hayaller kurdum acaba? Eve akşam geldim ve sabahında "hadi kızım şu gör", "bak geçen geldiğinde şuna gitmemiştin ona da git", "ay bak şuna da gitmemişsin ayıp oluyor", "unuttun sen aileni iyice" diye diye nınısının nınısına bile gittim ve gitmeye devam ediyorum. Bu geceyle birlikte tatilim tam 2.haftasını sonlandırdı ve sanırım bu süre içerisinde sadece 4 gece falan evde kalmışımdır. Hadi arkadaşlarımla olsam o gecelerde ya da kendi seçtiğim kişilerle kalsam neyse de kasıntı ortamlar, sıkıntılı sorular vs. vs. Şu süre boyunca dinlenmiş olmam gerekirken her yerde duyduğum muhabbetler hayattan bezdirdi beni diyebilirim. Geçen diyaloglara örnek verecek olursam;