30 Kasım 2015 Pazartesi

Demek ihtiyacım olan böyle bir şeymiş

Son zamanlarda kendime anlam veremediğim kadar hassas bir dönem yaşıyorum. Normalde üzülmeyeceğim hatta kafama takmayacağım şeyler biraz yüzümü düşürmeye başladı gibi bir haller içerisindeyim. "Ne yapıyorum ben?" "Daha ne kadar yatmaya devam edeceğim?" şeklinde düşüncelerden kaynaklı böyle olabilirim neyse, konu bu hassaslığım değil. Bugün pek öyle önemi olmayan ama peş peşe geldiği için yine yüzümü düşüren iki hoş olmayan mesaj aldım arkadaşlarımdan. Bütün suratsızlığımla vapurun kalkmasını beklerken karşımdaki koltuğa iki kadın ve üç yaşında bir çocuk oturup kendi hallerinde hareket etmeye başladılar. En başta çocuğun sürekli hareket etmesi, vapura binmesinden kaynaklı heyecanı biraz dikkatimi çekti daha sonra da başkalarını izlemek hoş bir şey olmadığı için kendi içime kapanık halime geri döndüm. Vapurun kalkmasına yakın karşımdaki çocuk annesinden güç bela aldığı çikolatayı yerken bana baktı ve "abla senin adın nedir?" diye sordu. En başta bana demediğini düşünerek bakmasam da ısrarlı bir şekilde ayaklarını sallarken soruyu tekrar sorunca cevap verdim ve sonra ben de onunkini sordum. Bu şekilde bir sohbete başladık ikimiz de. Çocuk bir annesinin yanında bir benim yanımda oturup sürekli konuştu durdu ve benim içimde ne dert kaldı ne de tasa, pamuk gibi bir şey oldum. Küçücük çocuğun rol kesmeleri, dışarıda başka motor ve vapurları görüp kendi hayal aleminde bir şeyler anlatması kafa dağıtmam için birebir oldu diyebilirim. Vapurdan inip o iş çıkışının saçma trafiğinde bile gülümsemeye devam ettim hatta. O çocuğun beni neredeyse hiç konuşturmayacak kadar büyük olan heyecanı gibi bir şeye ihtiyacım varmış sanırım.

28 Kasım 2015 Cumartesi

-"Sen sevmezsin" +Kim demiş?

Son zamanlarda hep duyduğum laflardan biri "ne o dudağındaki?" olmaya başladı. Aslında ne olduğu belliyken sorulması da beni fazlaca sinirlendiriyor desem yeri çünkü kapıdan ne zaman çıkacak olsam beni gören herhangi biri soruyor. Hatırlıyorum lisedeyken dershaneye ya da arkadaşlarımla buluşmaya çıkarken de göz kalemime takardı bu kişiler -bir de vişneli niveama takarlardı tabi-. Şimdi de tutturmuşlar bir "kızım neden sürüyorsun onu dudağına insanlar bakınca utanmıyor musun hiç" demeye. Hayır yani rujumun nesinden utanacağım? Makyaj yapmam neden kötü? Dikkat çekecekse çeksin yani banane. Ben kendimi güzel hissetmek istiyorum, o an varsa kusurum onu kapatmak istiyorum ya da yüzümdeki solukluğu böyle renklerle saklamak istiyorum diye ayıp bir şey mi yapıyorum? İşin kötüsü ne yapıyorlarsa annemi de dolduruyor bu kadınlar/teyzeler annem artık sormaya başladı "kızım sen sevmezsin böyle şeyleri neden sürdün şimdi" demeye. Yalnız "sevmezdin" değil "sevmezsin", sanki beni benden iyi biliyormuş gibi. Hayır bir de, ruj bir sebep olmadan sürülemezmiş gibi bir kafa var ki o kafayı hiç anlamıyorum. Şimdi merak ediyorum arkadaştan sipariş ettiğim rujlar geldiğinde ne tepkiler gelecek diye çünkü nude ve ona yakın sürdüklerimle laf yerken kırmızılar, pembeler, bordolar yolda. 

25 Kasım 2015 Çarşamba

Herkes sıkılır bir süre sonra

Mine'yle günümü gün ettiğim herhangi bir günün akşamında oturup kahvemizi içerken bir anda Defne'nin aramasıyla laylaylom halimiz uçtu gitti. Defne erkek arkadaşının ona "beni boğuyorsun, seni seviyorum ve ayrılmak istemiyorum ama sıkıldım" demesi üzerine kızımız biraz depresyona girmiş durumda ona moral vermeye çalıştık ettik derken telefonu kapattığım gibi Mine "o ne demek ya? Benim sevgilim bunu söylese ben mümkün değil devam etmem onunla görüşmeye, tamam şimdi morali çok bozuk diye bir şey demedim ama birkaç gün geçsin sakinleşsin Defne'ye asıl fikrimi söylicem. Ne demek sıkıldım? Gitsin o zaman başka birine..." diye sıralamaya başladı. Durup biraz düşündükten sonra "aslında çocuk biraz haklı, ben de o kadar dayanamıyorum" dedim ve Mine'yle resmen tartışmaya başladık. Ben çocuğun gerçekten sıkılabileceğini, Defne'nin günün her saati çocuğun burnun dibinde dolaştığını söylediğimde Mine çıldırdı. "Abartıyorsun bu o kadar büyük bir mesele değil, sen de fazla ilgiden sıkılıyorsun ve bir süre karşındakine cevap vermiyorsun bazen" dedim ama o kendini savunmaya geçip hemen "ben kimsenin suratına senden sıkıldım demiyorum ama" dedi. "Haftanın her günü seninle buluştuğumuz zamanlarda ben senin suratına söylüyorum 'yeter yarın da buluşmayalım sıkıldım seni görmekten' diye. O zaman sorun olmuyor da bu mu sorun oluyor?" diye cevap versem de benim söylememle bir başkasının söylemesinin bir olmadığını, beni bildiğini söyledi. Tartışma anlamsız bir şekilde bitmeyince "çıkar yol bulamıyoruz bende susalım" dememizle sonlandırdık ama ben hala kendimi haklı görüyorum. Her kim olursa olsun bir insan sürekli dip dibe olmaktan bıkmaz mı? Bu sevmekle alakalı bir şey gibi görünmüyor bana, bu daha çok nefes almakla alakalı ya da kendinle baş başa kalmak falan işte. Arkadaş, sevgili, aile fark etmez herkes bir süre sonra sürekli gördüğü kişiden biraz uzaklaşmak isteyebilir bence ki burada bahsedilen süre haftalar, aylar, yıllar değil sadece bir gün. Defne kendini tutup o çocuğa sadece 24 saat boyunca kafa dinleyebileceği zamanı tanısa o çocuk zaten onu "aşkım neyin var? Sen bana alındın mı?" demek için arar. Mesaj bile atmaz direkt arar çünkü Defne'den 3 saat mesaj gelmezse öldüğünden şüphelenebilecek yapıda bir çocuk kendisi. Tamam belki durum herkeste aynı değildir ama karşındakini bildiğin sürece sorun edilmemeli gibi geliyor bana. Ben mi çok rahatım yoksa başkaları mı bu konularda çok sıkı bilmiyorum ama bazı durumlarda sıkılmamak elde değil.

21 Kasım 2015 Cumartesi

Doğum sancısı gibi resmen

Genetikten kaynaklı bir migren sorunum var. Aslında pek migren denmez ama en son doktor bile ara ara gelen baş ağrılarımdan bıktığı için migren tanısını koydu çünkü aile migrenli insan dolu. Benimkinden emin olunamama sebebi de saçım ıslak yattığım için ya da başımdan soğuk yediğim için değil de canı isteyince çıkıyor olması. Bir saat önceye kadar kafamı kesip atmak istiyordum diye de şu lanet olası hakkında sinirimi üstümden atayım istedim ama işin komik yanı bir saat önce kafamdan geçen hiçbir şeyi şuan hatırlamıyorum. Evet korkunç bir ağrıydı ama resmen arkasında hiçbir iz bırakmadı. Ağrı sonrası annemin beni gördüğündeki hali biraz komikti ama çünkü kadın bilmem nereden bulduğu etkili bir ağrı kesiciyle yanıma geldiğinde ben hiçbir şey yokmuş gibi suratına bakıp "ne oldu?" diyince kadın şok oldu kaldı. "E başın ağrıyordu hani, ilaç getirmiştim" dedi bir de canım annem. Geçtiğini, bir şeyim olmadığını bu yüzden ilaç almama gerek kalmadığını söyleyince de annem ağzının içinden "doğum sancısı gibi resmen" dedi çıktı odamdan. Benzetme ne kadar doğru tabi ben bilemem ama sonrasında acının gücünü hatırlamadığım için annem baş ağrımı doğum sancısına benzetti. Bu olay ne kadar mantıklı gelmese de daha önce annemle olan sohbetlerimizin birinde "sence o sancının boyutunu hatırlasam ablandan sonra iki çocuk daha doğurur muydum?" demişti ben de "sanırım cidden hatırlamıyor" diyerek kafamda bu konuyu bitirmiştim. Şimdi düşününce ağrı boyutunu hatırlamıyor olmak çok iyi bir şey sanırım. Kafamı koparmak istediğim bir anı hiç çabasız unutuyor olmak büyük şans sanırım. 

17 Kasım 2015 Salı

Sen evde böyleyken sokaktakiler ne yapsın

Senelerce ne soğuk havalara dayanan küçük -aslında baya büyük- kedim ciğerlerini üşüttü! Ona ne kadar "kedisin sen hadsiz! Bizim hastalıklarımızın sende ne işi var" diye kızsam da veteriner baya ağır grip geçirdiğini, daha geç fark etseydik zatürreye dönebileceğini söyledi. Hayır dışarı çıksa gam yemeyeceğim ama sıcacık evin içinde nasıl hasta oldu bu çocuk aklım almıyor. Bir de beyimiz bir nazlı oldu ki sormayın. Kedime baktıkça abimin hastalığını hatırlıyorum desem yeri! Sürekli yanımda yatmak, kucağımda olmak istemesini anlayabilirim ama çok sesli horluyor, benim uykum kaçıyor. O ufacık burundan o ses nasıl çıkıyor anlamasam da 80lik nine horması resmen. 

Veteriner bir hafta için hergün gelip iğne olmamızı söylediği için gidiyoruz iğne olmaya ama işin komik kısmı düzenli bir şekilde yenilediğimiz için sıcak olan sıcak su torbasının üzerinde mayışmış yatan yavrum, kutusunun sesini duyduğu an "ya ben çok iyiyim, hiç gitmeye gerek yok" modunda enerjikmiş gibi davranıyor. Tabi üç beş koşturup sonra bir yerlere boylu boyunca serilmesinden anlıyoruz nasıl yorgun olduğunu o ayrı mesele. O kadar şapşal ki o hallerini izlemek çok eğlenceli oluyor.

Aslında ilk gün nasıl korktuğumu anlatamam çünkü evin sıcaklığından kaynaklı vücudunun çok sıcak olduğunu düşünürken bir anda peş peşe gelen öksürükleri, nefes almakta çektiği zorluğu fark edince nasıl hazırlanıp evden çıktım bilmiyorum. Veteriner ateşine bakmak için o minik poposuna termometreyi soktuğunda bile sesi çıkmadı garibimin, oysa o an dünyayı yıkması gerekiyordu. İlk iğnelerini yapıp kendine gelmesini bekleyene kadar öldüm öldüm dirildim küçücük veteriner kliniğinde. 

Çocuğumun durumu önceki günlere göre çok çok iyi, sadece "hastayken benimle daha çok ilgileniyorlar, o zaman hasta taklidi yapayım" diyor olmalı çünkü bir öyle bir böyle halleri. Kucağa çıkıp kafasını omzum ve boynum arasına koyup uyuyan bir kediye dönüştürdü bu hastalık. Resmen naz yapıyor her konuda.

15 Kasım 2015 Pazar

Oohh yalanlar yalanlar

Eve geri döndüğümden beri aklımda bir bahane bulup tekrar okuduğum şehre geri dönmek var. Ne kadar diploma bahanesinden sonra daha bahane bulamam diye üzülsem de geçenlerde aklıma "neden arkadaşlarımdan biri evlendirmiyorum?" şeklinde bir soru geldi ve evet, anneme aslında evlilikle alakası olmayan arkadaşlarımdan birinin evleneceği yalanını sıktım. Önümüzdeki hafta nişan, şubat gibi de düğünü olacağını söyledim hatta ve tabi ikisine de davetliyim. Aslında en başta önümüzdeki hafta evleniyor kesin gitmem lazım diyecektim ama sonradan aklıma kalacak yer sıkıntım olacağı için yarıyıl tatilinde gitmenin daha iyi olacağı geldi. Öyle ki çocuklarla da konuştuğumda aynısını söyleyip zekamı(?) öptüklerini söylediler. Vizelerden sonra fazlalık ev arkadaşları evlerine gider mi ya da hepsi gider mi bilemeyeceğimiz için şubatın daha iyi olacağı kanaatine vardık. Şimdi sıra beklemeye geldi. Tabi bu arada cebime giren üç beş kuruşla acaba hafta sonu için gitsem mi diye düşünmüyor da değilim. Defne'yi bir aramam lazım bunun için ama annemin hiç sorunsuz "gidersin kızım, arkadaşın o, mutlu gününde yanında ol tabi" demesiyle düşünme yetimi biraz kaybettim denebilir. Belki yine bir hafta kalamam bilmiyorum o kısmı ama minicik minicik birkaç yalan daha bulup belki kalabilirim. Çok uzatamayacağımı biliyorum ama çocuklar bütün yaz eve dönmemişken yarıyılda kesin giderler çünkü. Neyse, işin o kısmını şimdiden düşünmenin hiçbir mantığı yok. Şuan bir işim olmadığı için çok mutlu olduğumu söylesem yeri, çünkü eğer bir işim olsaydı hiçbir yere gidemez işten eve evden işe giden, arada arkadaşlarıyla çıkıp asıl aklımın ve kalbimin olduğu arkadaşlarımı görmeye gidemezdim. 

Aileye yalan söylemek kötü biliyorum ama anneme gidip "Batu ve Emre'yi görmeye gidiyorum ama yalnız değilim, Defne de gelecek (yani sanırım)" desem sanırım pek iyi bir geri dönüş alamam. Gittiğim yeri de yalan söylemiyorum hem, sadece sebebim birazcık yalan.

11 Kasım 2015 Çarşamba

Karısının yokluğunu fırsat bilen koca bu da

Çalıştığım haftanın son birkaç gününü geçiriyorum. Bu eve bir daha dönmeyeceğim diye üzülüyor muyum? Hayır kesinlikle üzülmüyorum çünkü çok sıkıcı bir iş! O ödevler, saçma sorular,  babaanne falan hepsinden kurtulduğum için seviniyorum. Hayır yani haksız sayılmam bence bu konuda çünkü ev basıyor resmen bana. Çocukların babası ayrı bir basıyor hatta. Kadınla konuştuğumuzda kocasının en geç 8e doğru geldiğini söylemişti benim de o geldikten sonra istediğim gibi çıkabileceğini falan. Neyse ben de geçtiğimiz süre boyunca buna dikkat etmek istedim ama yok adamın sabit bir saati olmadığı için adeta süründüm. Bütün bu zaman boyunca sanki bütün arkadaşlarım anlaşmışlar gibi işten sonra çıkalım edelim falan dediler ama yok yani adam gelmedi ki bir türlü evden çıkayım. Arada bir 7 gibi geldi tamam ona lafım yok ama 9-10 gibi geldiği de oldu ama bana bundan kimse bahsetmemişti. Adam karısının yokluğundan mı yararlanıyor bu sürede anlamış değilim ama öğleden sonra 1de geldiğim şu evden 10da çıkmak sinirlendiriyor ister istemez. Bugün de artık adam yine baktım gelmiyor, saatte normaldekinden ilerledi hatta çocuklarla da yatağa girecek birazdan ama adam yok evin annesini arayıp ne yapmam gerektiğini sorayım dedim. Aslında bunu daha önce yapmam gerekirdi ama bir aile dramı benim yüzünden yaşansın istemediğim için sustum bekledim bir süre adamın düzelmesini, o düzelmedi. Kadını aradım sakin bir sesle "nasılsın chacım nasıl gidiyor çocuklarla" diye şirin bir sesle hal hatır sordu, ben de nasıl olduğunu sorup o asıl konudan önceki boş konuşmayı gerçekleştirdik sonra "eşiniz geç gelecek sanırım ben çıkayım mı geç oluyor" dedim kadın şok. Adamın numarası olsa bende onu arardım aslında ama yok, kimse vermedi numarasını hatta adam da benimkini istemedi. Neyse, kadın önce bir şaşırdı alla alla dedi başına bir iş mi geldi böyle gecikmezdi hiç falan dedi sonra benim çıkabileceğimi söyledi. Nasıl bir şanssa da ben evden çıkmadan adam eve geldi. Kızmış bana belli bir tiple benimle konuşmak istediğini söyledi, ben de kabul ettim geçtik salonda karşılıklı oturuyoruz. Adam lönk diye benim onu karısına şikayet ettiğimi ve bunun yanlış bir hareket olduğunu, ileride iş hayatına girdiğimde bunun gibi sabırsız hareketlerin sorun olacağını falan söyledi. Laflarını bitirmesini bekledim durdum ama beni şımarık kız çocuğu, ispiyoncu gibi bir konuma sokması da ayrı sinirlendirdi o kısım ayrı. Lafları bittikten sonra da ben başladım bu sefer telefon numarası olmadığından, düzensiz saatlerinin benim günlük hayatımı olumsuz etkilediğinden ve ailemin hesap sorduğundan bahsettim. Annemin geliş saatlerimin düzensizliğine takılmışlığı yok, o kısımda biraz abartmış olabilirim ama söz verdiğim arkadaşlarımı ekip durmam sosyal çevremde sıkıntıya neden oldu ne de olsa. Adam başta kabahatini kabul eder gibi oldu yarım ağızla ama sonra yine yaptığımın yanlış olduğunu söyleyip konuşmayı bitirdi. Ben de içimden kime laf anlatmaya çalışıyorum falan dedim çıktım evden. Anası bir dert oğlu bir dert resmen ailecek sorunlular diye söylene söylene eve gittim. Hayır yani evi arayıp geç geleceğini, benim de çıkabileceğimi söylese gam yemeyeceğim ama o gelmeden çıkamayacağımı bildiği halde rahat rahat takılıyor adam!

Bu arada ufaklıkla sürekli hareket halinde olmak, eve geldiğim düzensiz saatler ve yorgunluğuma rağmen inatla akşam dışarı çıkmalarım yüzünden mucizevi bir şekilde kafamı yastığa koyduğum an uyur bir hal almaya başladım. Sabah alarmım çalana kadar hiç kıpırdamıyor muyum ne yattığım gibi kalkıyorum. En son bu şekilde staj yaparken o kasa kasa süs bitkilerini, torfları falan taşırken yoruluyordum düşünün artık çocuktaki enerjinin boyutunu. Böyle çocuk olmaz, bu çocuğun annesi nasıl dayanıyor buna aklım almıyor.

10 Kasım 2015 Salı

Bir de bana çocukla konuşmasını bilmiyor diyorlar

Geçtiğimiz hafta boyunca suyum çıktı. Evin küçük oğlu Kerem biraz zor bir çocuk olsa da en sonunda cumartesi oyun oynayarak falan -erkek kuzenlerden taktik aldım- aramızı iyi bir düzelttim. Abisi zaten uyumlu bir çocuk olduğu için sıkıntımız olmuyordu ama Kerem'le ilgili sadece iki seçeneğim vardı ki biri ufaklığın kafasından tutup duvara sürtmek öteki de iyi geçinmeye başlamak. Şiddet göstermeden sorunu halletmem çok iyi oldu denebilir aslında. Bugün abisinin özel dersi olduğu için eve geç gelecek olmasıyla başladı Kerem'le sohbetimiz. İlk önce "Cha sen kaç yaşındasın?" diye lafa girdi. Şirin şirin "22 yaşıma girdim bu sene" dedim aynı zamanda o bir şeylerle uğraşırken ben de kitabıma falan bakıyordum arada ona geri döndüm. Daha sonra asıl soru geldi tabi, "Cha senin de çocuğun var mı?". Tabi bu soruyla Cha iptal, mavi ekran verdim diyebilirim. "Yok tatlım ben evli değilim" dedim aynı zamanda gelebilecek başka bir absürt sorunun tedirginliğiyle ortamdan sıvışma isteğiyle doldum taştım. "Benim blabla abim var o da seninle aynı yaşta ama çocuğu var" dedi. İyi bok yemiş dedim içimden, o yaşta iş güç, askerlik, evlilik gibi ağır sorumluluk gerektiren işlere girmiş yetmemiş bir de çocuk yapmış diye saydırdım içimden. "Olabilir Keremcim herkes blabla abin gibi erken yaşta evlenip aile olacak diye bir şey yok ya" dedim. Önce bir düşündü daha sonra "bence sen evlenemediğin için böyle diyorsun" dedi. İçimden senin ağzına gömerim bir tane çocuk diye diye güldüm cevap vermedim. Daha sonra o malum eski kafa müzelik babaannenin yanına gittik, daha doğrusu gitmeye zorlandık. Çocuklara bakmakla yükümlü olsam da kadın bana geliniymişim gibi "Cha, kızım gel şu masayı kuralım da bir şeyler yiyelim" -sadece ben kurdum-, "Cha kızım, şu yemekleri yapmama yardım eder misin" -yemeği de ben yaptım-, "yavrum çocuklar dağıtmış ortalığı ben yaşlı kadınım eğilip kalkarken zor oluyor bir yardım et sana zahmet" vb. cümlelerle baya baya bütün hafta çalıştırdı beni. Neyse, yine bir yemek faslı yüzünden Kerem'le kalktık gittik mutfağa, ben bir şeyler yapıyorum, Kerem babaannesiyle konuşuyor ama kadın pek duymuyor derken "Babaanne, Cha evli değilmiş" dedi. Hayır yani ona ne oluyorsa dert oldu ufacık çocuğa bekar olmam. Babaanne de "vardır onun kocaları" dedi Kerem şok, ben şok. "Kocalar derken ne demek istediğinizi anlamadım ben yalnız" dedim oysa anladım ne demek istediğini gayet tabi. "Konuştukların işte, çocuğa ne diyim başka? Bilmesin öyle şeyler" dedi. Hayır yani 2015 bitiyor, çocuklar artık ergenliğe girmeden cinselliği biliyor ama sevgililik kavramını mı anlamıyor, bilmiyor sanıyor o kadın? Durduk yere sinirlendirdi anlayacağınız. "Kocalar" nedir ama ya? Her şey bir kenara "koca" tabiri burada "sevgili"yle eş tutuluyorsa o çoğul eki ne oluyor? Kerem orada koptu gitti zaten "evli değildin hani" falan dedi. Babaannesinin beni bilmediğini, yanlış düşündüğünü falan söyledim. Zaten üstünde de çok durmadı ama yine de çocuğa "kocalar" demenin daha doğru olduğunu düşünen bir zihniyet sahibini aklım almıyor resmen.

4 Kasım 2015 Çarşamba

İlk günden yoran meslek mi olurmuş

Kendimi birazcık kandırılmış gibi hissediyorum. Bakıcılık kariyerimin ilk gününde öğrendim ki ben bir değil iki çocuğa bakacakmışım. Tamam, çocukların biri büyük, 11 yaşında ama diğeri 7 yaşında ve utanmasa kedi gibi vitrinin tepesine çıkıp oradan kafama atlayacak kadar hareketli. Dün okullar tatil olduğu için salı günü gidersin dediler ben de sorgusuz kabul ettim evde biraz daha pinekledim ki iyi ki dinlenmişim çünkü çocuk peşinde koşmak tam bir zulüm! Büyük olan çok şirin, ne dersem yapıyor hatta kardeşinin ödevlerinde onun yardımı daha çok oldu çünkü küçük beni zerre kadar takmıyor. Zaten ilk günden kaçıp gitmeme sebebim de o büyüğü. Bizim zamanımızda yapılmayan araştırma ve kompozisyon gibi ödevleri olması da babaannenin neden yardım edemediğini açıkça göstermiş oldu. Bu arada babaanne beni beğenmedi hatta bunu da baya belli etti. Kapalı görüşü olan bir ailenin çocuklarına baktığımı o babaanneyi gördüğüm an anlamıştım zaten. Kadın tırnağımdaki ojeden, saçımın rengine hatta eyelinerıma bile laf etti. Bizim "zamanımızda..." gibi cümleler kurdu hatta neredeyse. En azından sürekli değilim ve o kadınla bir alakam yok diye boş verdim. Yalnız o ufaklığın abisine olan tutkusu gözlerimi yaşarttı. Normalde kız çocuklarında gördüğüm o abiye olan hayranlık erkek çocuğu olmasına rağmen onda da vardı. Çocuk beni hayattan bezdirirken "kerem, ablaya öyle yapmamalısın. Şimdi benim ödevime yardım edecek o" dedi ufaklık gitti öteki odaya arada "abi bitmedi mi ödevin" demek için sadece geldi rahatsız etti. Resmen şok oldum o çocuk abisinin yanında süt dökmüş kedi oldu diye. En azından onun sayesinde iki haftam kolay geçecek diye düşünüyorum. Yalnız ufaklığın ve büyüğün okuldan gelmeleri arasında yaklaşık bir üç saatlik ara var ve ben o arada ölüyorum! Yapmasın kimse çocuk falan, hiç gerek yokmuş ben bunu anladım bugün bir kez daha. Eve girer girmez kendimi salondaki koltuğa bıraktım ve orada biraz sızmışım. Annemin "Cha yemedin bir şey, aç mısın yemek ısıtayım mı?" sorusuna "aç değilim" diye mırıltı çıkardıktan sonra "kalk git yerine yat o zaman burada iki büklüm... Gören de hamallık yaptı sanacak" diye lafını etmeden duramadı. Bir bilse hamallık yapmakla çocuk bakmak benim için neredeyse aynı...