31 Ekim 2015 Cumartesi

Çok yanlış işler peşindeyim

Çocuklarla iyi anlaştığımı kesinlikle iddia etmiyorum çünkü bazı çocuklarla aram iyi olur sadece. Bu çocuklar da genel de büyümüş de küçülmüş tipler olurlar, yani karşına alıp sohbet edebildiklerinden. Çocuk bakıcılığım da hep bu tip çocuklar arasında dönüp durduğu için pek fazla sorun yaşadığım söylenemez ama yine de bana şımarıklık yapmaya çalışıldığında kafalarına bir tekme geçirmek istediğim bir gerçek. Şimdi bu bakıcılık konusuna nereden geldin cha? diye sorarsanız, bir teklif aldım. Teklif tabi bir şirketten böyle parttime ceoluk bir şey değil, bildiğiniz kısa süreli bakıcılık. Çocuğun ödevlerine, ev içerisindeki etkinliklerine falan bakacağım annesinin olmadığı dönemde ki yalnız da değilim, çocuğun babaannesi varmış ama o ödevlerinde yarım edemiyormuş. Babası da pek takmıyor çocuğu ki annesi yokken bakıcı tutuyorlar. Para bol sanırım da neyse o kısım beni ilgilendirmez ben parama bakarım. Çocukla zamanım nasıl geçer bilmiyorum ama pazartesiden itibaren iki hafta bakacağım nasıl olacağına. Kariyerimi bu yönde çevirmem muhtemelen -hayır, kesinlikle çevirmem- ama yine de belli olmaz. İlk günden "ben ödev yapmıcam" diyerek beni kendine boğdurmazsa geçinebileceğimizi düşünüyorum aslında... Yapmaz umarım öyle bir şey.

Bugün yeni anne olan küçük yengemle bebeğin kontrolüne birlikte gittik. O arabayı kullanırken beni puset olarak kullandı aslında. Bir de kendisi tuvalete gidince çocuğu tuttum o kadar. Anlatacağım olay da tam yengem tuvalete gidince, ben ve minik doktorun kapısının önünde adımızın söylenmesini beklerken bir kadın geldi yanıma oturdu. Kaç günlük, cinsiyeti, neden doktora geldiğimiz gibi sorular sorduktan sonra "maşallah zayıf mı geçti hamileliğin? Bebek de çok ufak" dedi ve o an içimden "ya hayır ama ya" diye isyan ettim. Bebeğin annesi olmadığımı tam söyleyecekken bir de çok genç olduğum ve neden yalnız beklediğim konulu sorular sorduğu için garip bir konuma sokuldum. Çok mu kitap okuyor ne babasız doğurduğumu ya da çocuk kaçırdığımı falan düşünmüş gibi bir tipi vardı. Hayır bir de bana genç diyor ama kendisinin de 6-7 yaşlarında oğlu vardı ve o tip en fazla 28 falandı, ben gencim de o çocuğunu doğururken çok mu yaşlıydı yani? Neyse zaten hemen sonra yengem geldi onu oturttum bebeği de kucağına verip her şeyi açıklığa kavuşturdum ama kadının yaklaşımı rahatsız etmedi desem yalan olur. 

30 Ekim 2015 Cuma

Kovmak gibi olmasın ama gitsene ya

Çocuklarına karşı aşırı bir koruma ve kontrol altında tutma dürtüsü olan bir annem var. Tabi her annede vardır bu dürtü de benimki bir süre önceye kadar hepimizi kaçırtacak düzeydeydi ki kaçtık da. Şimdi birkaç yıldır evde tek başına kalarak kendini tedavi eden annem bu sürece baya bi alışmış olacak ki ayağımın iyileşmesinin 3.günü "ee planın falan yok mu? Bugün de mi evdesin?" diye sordu. Kimseyle konuşmayıp bir plana aranarak dahil edilmediğim için evde olduğumu söyleyince "sıkılmadın mı evde" diye sordu bu seferde. Tabi ben mesajı aldım o ayrı mesele. Kadın resmen üstü kapalı bir şekilde "kovmak gibi olmasın ama gitsene sen biraz" dedi bana. Tabi ki de ben annesinin sözünden çıkmayan biri olduğum için soluğu ablamın evinde aldım. Zaten çağırıyordu diye de kendimi avuttum. Hoş tabi arada Mine'ye de gittim ama tek gececik kaldım orada, malum kız ailesiyle yaşıyor. Anne evimdeki asalak hayatımın yanında bir de ablamın evinde ondan çok zaman geçirdiğimi söylemem lazım. Kadın bütün gün evde değil hatta kocası bile kendisinden önce eve geliyor ama hala bana "cha, ablacım sen neden hiç bize gelmiyorsun? Evlenmeden önce çıkmazdın evimizden" diyor. O zamanlar okuduğu için daha çok ilgilenebilirdi benimle ama şimdi yüzünü gören cennetlik. Bütün gün evi toparlayıp gelmesini bekliyorum yetmiyor eniştem geliyor onunla yemek hazırlayıp sohbet ediyoruz sonra ablam geliyor. Eve gelir gelmez zaten makaleleriyle ya da çevirileriyle ilgileniyor derken ben yine yalnız kalıyorum. Hal böyle olunca daha az gidiyorum tabi. Hayır enişteme üzülüyorum, adam sevgililik döneminde katlandı bunlara yetmedi evlendi hala katlanıyor. Hem ideal çiftim hem de olmaktan korktuğum çift kendileri. En azından onlarla -fırsat bulurlarsa- zaman geçirmek eğlenceli de anne dırdırından sonra çok güzel deşarj olmamı sağlıyorlar. 

Bugün eve dönerken liseli bir çocuk durakta arkadaşına "olum bitti diyorum, terk edildim var mı ötesi? Böyle acı olmaz..." diye hem kıza küfürler ettiği hem de ayrılmaktan nasıl canı yandığına dair bir konuşma yapıyordu. Tabi işsiz güçsüz biri olarak durdum onları dinledim. Nasıl katlanılmaz, nasıl dayanılmaz... Ulan ergen herif o da dert mi diye kafasına bir tane vurmak istedim. Daha sonra aklıma Umut Sarıkaya'nın aşağıdaki karikatürü aklıma gelince kendi kendime güldüm. Çocuğa gidip söylediğimde anlayacağını bilsem daha çok eğlenirdim belki ama anlamazdı kesin dediğimi diye kendi kendime içimden güldüm geçtim.

20 Ekim 2015 Salı

Gülme komşuna gelir başına demişler, çok doğru demişler

İki gün önce Lady'nin şu yazısına gülüp onunla birazcık eğlenmiş olabilirim ama küçük bir eğlence, böyle saf, masum birkaç gülücük o kadar...(yalan söyledi) Art niyetsiz yaptığım ironide de ciddi değildim aslında (bu doğru işte!) Bkz."Yoksa sen çok düzgün yürüyen, topukluyla engelli koşu bile yapabilecek kabiliyette birisin düşmek kim sen kim dimi ama ahahaha" Tabi benim bu saf minik eğlence içeren dalgacı halim gitti bir nebze beterini yaşattı. Arkadaşlar, siz hiç evinizden kırk beş dakika uzaklıktayken kamuya açık bir alanda merdivenden düştünüz mü? Hatta önünüzde yürüyen kendi halinde belki de arkadaşlarının yanına giden tanımadığınız bir çocuğun da düşmesine neden oldunuz mu? Ben oldum, tavsiye etmiyorum. Olay tamamen benim telefondan müzik seçerken yürüyen merdivenler çok dolu diye normal merdivene yönelmemle gerçekleşti. Ayakkabımın hafif tabanı merdiven basamağında olan çok az bir ıslaklığı gördüğü gibi kaymama ve öne doğru uçmak suretiyle önümüzdeki çocuğu da itmeme neden oldu. Basamakların bitmesine az kalmış olsa da hasar var mı? Var. Düşerken çocuğun küfür etmesini falan anlık hatırlıyorum ama kendi düşüşümü görmedim, o kadar hızlı oldu ki o an sadece kendimi birazcık daha yana atıp çocuğun üstüne binmememi sağlayabildim ki bir de o rezilliği kaldıramazdım. Çocuğun yerden kalkıp "ne oluyor (küfürlü kısım)" demesiyle yaptığım tek şey acıyla inlemek oldu. Zaten o an yanımıza o kadar çok kişi doluştu ki aklımdan "kafamı vursaydım bir yere de ölüp kalsaydım" demedim desem yalan olur. Yırtılan pantolonum, aşınan diz kapağım, burkulan ayak bileğim ve kendimi yana atarken incittiğim el bileğimle süper bir kombinasyon oluşturdum anlayacağınız. Çocuk mu? O hayvan herifin hiç bir şeyi yoktu. Ben orada acı çekiyorum aynı zamanda mahcubiyetten ölüyorum, özür dileyip duruyorum sürekli ama o kalkmış beceriksizliğimden, sakarlığımdan vb. özelliklerimi vurgulayarak biraz ah uh etti o kadar. İnsan kibarlık olsun diye önemli değil falan der ama yok zaten yerin dibindeydim iyice gömdü beni oraya. Hayvan herif üzerini silkeleyip giderken benim de kalkmama bir amca yardım etti, teyzenin teki rengimin gitmesinden kaynaklı bir yerden su aldı içirdi, yanağıma falan su vurdu ve yaşıtım bir çift de hastaneye gitmem için ısrar edip yardım edebileceklerini teklif ettiler. Normalde arkadaşımın evine gidiyordum ama o durumda aradım o benim yanıma geldi. Zaten buluşma da o an iptal oldu çünkü burkulduğunu bildiğim ayağım ayakkabının içinde şişerken üzerine basmak ölümden beterdi. Buzda bekletmemiz sarmamız ve iş çıkışı yoğunluğu azaldıktan sonra eve dönmemle zaten hala yattığım yerden kalkabilmiş değilim. Elimde bir sıkıntım yok, çok saçma hareketlere girmediğim sürece normal kullanabiliyorum sadece azıcık sızısı var. Dizimin aşınan kısmında da minik bir yanma var ama o da hiçbir şey değil, tek sorunum ayak bileğim ki sıcağı sıcağına üzerine birazcık basmamın acısı hala geçmiş denemez. Evde zaten yatıyordum şimdi gerçek anlamda yatıyorum üstüne biraz da ağrı çekerek.. 

18 Ekim 2015 Pazar

Yetişkin bir Cha nasıl korkutulur?

Bugün sanki çevremdeki herkes konuşup anlaşmış gibi beni kalpten götürmeyi planlamışlar. İlk önce abimin sabahın 6'sında daha gün aydınlanmadan araması üzerine telefonu korkuyla "bir şey mi oldu? İyi misin?" diyerek açtım. Tabi onun gayet rahat bir şekilde "yoo, onu da nerden çıkardın" diyip sonrasında "benim Yelda'nın yanına gitmem gerekti de otobüse biniyorum şimdi blabla abinin numarasını bulamadım onu yazsana bana ortada kalmayayım" demesiyle önce bir oh çektim sonra meşhur kısık sesli bağırmamla "bu saatte mi!" diye isyanımı dile getirdim. Numarayı verdim ama kalbim ağzımda atıyor sanırım hatırlamadığım kötü bir rüyanın üzerine geldi bu arama. Zaten sonrasında uyuyamadım. -Biliyorum geçenki mimden sonra hepinizin nazarı değdi-

Güne sabahın köründe başlayınca biraz işe yarıyım bari diyerek mutfağı falan toparladım, salonu düzenledim derken bir de kahvaltı hazırladım o arada Mine arayıp  "Cha ben bir şey yaptım" diye açtı telefonu. Tabi zaten güne korkuyla başlamamın etkisiyle "ne oldu? Ne yaptın? İyi misin?" derken olayı anlattı o da müdürüyle işe girer girmez kavga etmiş onu anlatıyor! Yahu telefon açılır açılmaz hafif kırık sesle "ben bir şey yaptım" denir mi? Bence denmez ki denmemeli de zaten. Hayır bir de bunu en son söylediğinde gerçekten bir şey yapmıştı ve ortalığı toparlamakta baya zorlanmıştık. Niye şimdi gerilim yaratıyor ki? Sanki her hafta kavga etmiyorlar. Bari işten çıktım dese ama yok onu da yapmamış sadece tartışmışlar adam biraz ağır konuşmuş ama Mine'nin de karakter belli altta kalmamıştır benim kızım.

Öğleden sonra hem hava alayım hem de abur cubur bir şeyler alayım diye evden çıkmıştım onda da günün son olayı oldu zaten. Tam kasadayım kartın şifresini giriyorum annemin aradığını gördüm. İşim bitti zaten diye açtım telefonu bu sefer de annem "Cha ben hastaneye gidiyorum hadi ev sana emanet" dedi demedi kapattı. Tabi muhtemelen dokunmatiği kullanamadığı için kapattı telefonu çünkü benim şok anım sırasında o bir daha aradı ama benden ses soluk çıkmıyor birine bir şey oldu bu kadın bu yüzden böyle panik hareket ediyor diye geçiriyorum aklımdan. Derken küçük yengemin sancılarının başladığını ve doğuma alındığını söyledi. Günün üçüncü derin nefesini de verdim bu söylediğiyle. Başta anlamadım neden bu kadar acele ediyor ki diye ama öğrendim ki doğum odasına dayım giremediği için yengem tekmiş annem de o sancılar sırasında tek olmasın diye hızlıca hareket ediyormuş. 
-Bu arada bu olay yaşanıp ben bu posta başlayana kadar doğum gerçekleşti ve 2015 model cimcimemiz dünyaya geldi.-

Hala neden her telefona panikle bakıyorum emin değilim ama birine bir şey olacakmış gibi tepki bir hal içerisindeyim. Kısaca yetişkin bir Cha'yı korkutmak için yapmak gereken tek şey saçma bir saatte aramak ya da "Cha! ..." şeklinde telefonu açmak. Üzgün ya da kırgın ses de olur tabi orası ayrı mesele.

16 Ekim 2015 Cuma

Mim: Güne başlama mimi

1 Delinin günlükleri beni mimlemiş! Onun yazısını okuduktan sonra kendimi iyice bir vasıfsız hissetsem de ben de uyanış(lar)ım ve güne başlayışımı yazayım dedim. Ortalama bir işsiz olarak normal karşılanabilecek bir düzensizliğim var ne de olsa. Evet, başlıyorum;

7:45 İlk uyanış

Kendisi okul zamanımdan kalmış bir alarm. O zamanlar dersim olsun olmasın pazar günleri dışında hep 7:45'de uyanırdım. Şimdi de o alarmı kapatmadığım için gözlerimi ilk bu saatte açıp maillere, bloga ya da haberlere biraz bakarak yataktan hiç kalkmadan günü açıyorum. Tabi daha sonra güzel yastığım ve sıcak yorganım sayesinde tekrar bir uyku duruma geçiş yapıyorum.

9:00 Kalkmadan önce ön hazırlık

Bir önceki alarmıma nazaran işim gücüm olmasa dahi kalkıp güne başlamaya niyet ettiğim ama evde ya da dışarıda bir işim olmadığı takdirde yatmaya devam ettiğim saat. Eğer evden dışarı çıkacaksam ya da uykumu almış ve kalkmak istemişsem (ki bu çok nadir olur)  saat 9 güne başlama saatim kabul edilebilir. Bu durumda duşunu almış, kahvaltısını etmiş ve hazırlanmış olarak güne tam anlamıyla hazırlanmış oluyorum ve çıkmam gereken saati beklemeye başlıyorum. Ama herhangi bir gezenti durumum yoksa tekrar telefonumla takılmaya devam edip uyku moduna girmeyi bekliyorum.

(Sağlıklı olmadığını ve bu durumun beni biraz depresyona sürüklediğinin farkındayım ama idare ediyorum işte)

11-11:30  Zorunlu kalkış

Annemin bütün gücüyle bana odamın kapısının arkasından seslenmesi ve uykum olsun ya da olmasın yataktan kesin olarak kalktığım saat aralığı. Bıraksa muhtemelen 2'ye hatta 3'e kadar uyumaya devam ederim ama ona izin verilmiyor işte.

Kalkma saatimden kaynaklı günü hemen bitirip kendime birkaç etkinlik bulduğum söylenebilir. Örneğin kitap okuma en sık etkinliklerimden biri. Eğer havanın iyi olduğunu düşünürsem öğleden sonra herhangi bir zaman aralığında dışarıda sakin, ucuz oturabildiğim bir yere gidip zaman geçiriyorum ama şu sıralar bu etlinliğimi evde geçireceğim gibi görünüyor çünkü çok soğuk...

Mimleme konusuna gelirse kim isterse yapabilir ama Lily nereden gördüğümden emin olamıyorum ama istemişti bu mimi gibi geliyor bu yüzden ondan özellikle bekliyorum.

14 Ekim 2015 Çarşamba

Tatlı Yalan -Jamie McGuire-

Maddox'ların gizemli ilk çocuklarının kitabını daha Tatlı Bela'yı okurken bile merak ediyordum. Trentondan sonra da bu yüzden hiç zaman kaybetmeden Tatlı Yalan'a başladım.

Bu yazı serinin ilk kitabı olan Tatlı Sır hakkında oldukça fazla spoiler içermektedir.

Tanıtım bülteni;

Tatlı Bela ve Ayaklı Bela kitaplarının #1 New York Times Çoksatan Yazarından. Bir Maddox erkeği severse, bu sonsuza kadardır. Ama ya ilk aşkı siz değilseniz?

Kendini beğenmiş, katı ve acımasız Thomas Maddox, istihbarat bürosunun sahip olduğu en iyi ajandı. Ne kadar hayat kurtarmış olursa olsun, bir tanesi için eli kolu bağlıydı: Küçük kardeşi Travis hapis cezasıyla karşı karşıyaydı. Travis'in tek kurtuluş şansı mafyayla olan sıra dışı bağıydı. Thomas, kardeşi Travis'i kurtarabilmek için FBI ile bir anlaşma yapmıştı.

Liis Lindy işiyle evli, inatçı ve cüretkâr bir FBI ajanıydı ve her nasıl oluyorsa Thomas'ı yumuşatabilen tek kişiydi. Bu da onu Thomas'a eşlik edecek ideal kişi haline getiriyordu. Bir çift gibi görünerek Travis ve Abby'nin bir plajda yapılacak yemin tazeleme törenine katılacak ve Travis'e artık FBI için çalışması gerektiği haberini vereceklerdi. Fakat görevleri sona erip de artık rol yapmalarına gerek kalmadığında ne olacaktı?

Maddox Kardeşler serisinin bu ikinci kitabında, gizemli Thomas Maddox'un dünyasını tanıyacak ve bu anlaşılması güç adamın ilk aşkı olmasa bile son aşkı olmanın ne kadar güzel olabileceğini göreceğiz.

~~

Bir önceki kitapta öğrendiğimiz büyük sırdan sonra Thomas'ın neden kendini ailesinden bir sır gibi sakladığını açık açık bütün sebepleriyle öğreniyoruz ve yine her zamanki gibi çok geçerli bir sebep var ortada! Tabi bir de Thomas'ın büyük sırrını ilk serideki yangından kaynaklı Travis'in öğrenmesi kitabın çıkış noktası. Aslında tanıtım bülteni ve diğer her şey için çıkış noktası desek daha doğru olur çünkü asıl çıkış noktası benim gözümde orası değil de,  Thomas'ın belki de bir defaya mahsus yaptığı kaçamağın onu şok eden bir şekilde karşısında bitmesi oldu. Tabi bu benim fikrim olsa da... Yok ya bariz bir şekilde öyleydi!

Jamie McGuire ne kadar kadın karakterin dilinden yazmayı seviyor olsa da en azından bu kitabın Thomas'ın dilinden yazılmasını çok isterdim. Tamam Liis de geçmişinde kendi çapında olaylar yaşamış, bir nişan atlatmış falan ama Thomas'ınkiler yanında hiçbir şey değildi onlar. Yani doğal olarak Liis'in değil Thomas'ın iç hesaplaşmaları okurun çok daha ilgisini çekebilirdi.

Kendi serisinin ikinci ve Maddox'larla alakalı kitapların beşincisi olmasından kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir durum olarak söyleyebilirim ki yazar kendini geliştirmeye başlamış. Öyle ki önceki kitaplarda söylenip durduğum "şu konuyu atladı" "üstünde durması gereken yerin üzerinde durmadı yine..." şeklinde bir durum görmedim. Sadece Thomas ve Liis'in durumundaki karmaşa tek kitaba sığmamalıydı bence. Ne de olsa ortada söz konusu olan şey Thomas'ın ilk aşkı olan Cami ve kardeşi Trenton'ın kabul edilmesi gereken büyük aşkı var. Aslında açık konuşmak gerekirse Thomas kesinlikle kardeşleri gibi aşkından kul köpek olan bir karakter değil. Evet büyük aşık, aşırı değer veren korumacı bir tip ama sorumlulukları ve ailesi söz konusu olduğu zaman aşkını içine gömmeye çalışabiliyor. Diğerlerinin fevriliği yanında oldukça zeki ve oturaklı olması da cabası tabi. Yazarın sürekli aynı kişileri farklı(ama birbirine benzeyen) isimlerle karşımıza getirmemiş olması beni oldukça sevindirdi diyebilirim.

Liis'in hakkında konuşacak olursam tek söyleyeceğim şey onun bir korkak olduğu. "Üzülürüm" korkusuyla kendini ve başkalarını üzmesi kadar bencilce bir hareket olamaz diye düşünüyorum, kaldı ki seni sevdiğini söyleyen bir adam söz konusu olduğunda. Aslında bu konuda yazarken az da olsa çekiniyorum çünkü Thomas'ın bir tartışma sırasında Liis'e Cami demişliği var ki... Benim başıma gelse hangi ortamda olursam olayım kalkar giderim. Ama bu bir kitap ve bu yüzden Liis bu kadar duygusal düşünmemeli!

Yabancı yayınlarında bir süredir göremediğim sayfa düzenini görmüş olmam kitabı ayrı sevdirdi diyebilirim! Zırt pırt sayfa içinde hata bulunca insan ister istemez yayın evinden de seriden de soğuyor ama Maddox'lar kendilerini bıraktırmıyor da. Neyse, Tatlı Yalan için kısaca bir şeyler söyleyecek olursam; önceki kitaplardaki gibi Maddox erkeğinin salt aşkının yanında Thomas'ın ailesine de aslında çok güçlü bir bağla bağlı olduğunu görüyoruz. Hem en büyük çocuk olmanın verdiği ağırlık hem de düşünceleri onu diğer kardeşlerinden fazlasıyla ayırıyor ki bu durumu oldukça sevdiğimi söyleyebilirim.

Serinin her kitabında bir sonraki kitapta kimin işleneceği ve az çok neler olacağıyla ilgili ipuçları veriyor ki bu kitapta Taylor Maddox ve Falyn'ın gelecek kitabın ana karakterleri olduğunu öğreniyoruz. Aslında kitapta Taylor'ı görünce ilk işim goodreadsa bakmak oldu ve onun kitabı da hemen karşımda belirdi. -şurada- Türkiye'de ne zaman çıkar bilmiyorum ama içimden bir his Taylor'ın Travis'den çok daha çocuk olacağını söylüyor. Eh artık onu da bekleyip göreceğiz.

12 Ekim 2015 Pazartesi

İçine prenses kaçmış senin

Hayatıma ne kadar erkek girmişse (bu dayı olur abi olur arkadaş, sevgili vs.) hepsi grip bile olsa sanki dünyanın en kötü hastalığına yakalanmış gibi tepki veriyor. Abim bu prenseslik konusunda bir numara diyebilirim ama. Adamın pazartesi akşam annemi arayıp "anne ben iyi değilim, hiçbir şey yapacak halim yok" demesi üzerine annem tarafından abimin okul diye geldiği ama bir türlü mezun olamadığı şu karadeniz şehrine geldim. Nasıl sevmiyorum burayı belli değil tabi o kısmı geçiyorum.

Arkadaşlar abime dayanamıyorum ben. Normal bir insan şimdiye kadar düzelirdi ama o düzelmiyor! Hatta bence daha kötü oldu çünkü prensesliği yanına bir de huysuzluk geldi. Ne isteği bitiyor ne saçmalaması! Yelda'yı aradım gelsin o baksın sevgilisine diye ama o da okulunu bahane etti diye gelmedi. Yani kaldım bir başıma abimin yanında. Yemeği, bulaşığı, çamaşırı falan olsa sadece keşke ama huysuz bir abi... Düşman başına resmen. Sabah tarhana çorbası istedi ben de annemden tarif alıp yaptım mesela ama sonra vazgeçmiş beyfendi keşke tarif aldıktan sonra başlarken ona söyleseymişim de başka bir şey istediğini söyleseymiş. Nereden öğreniyor bu tür nazları bir anlasam gam yemeyeceğim ama bizde tripli, nazlı insan da yoktur ki ona benzesin.

Bir de ipe sapa gelmez arkadaş grubu var tabi abimin. Normalde kesinlikle benimle tanıştırmadığı ama şimdi onun evine gidip geldikleri için mecbur tanıştığım kişiler... Geçtiğimiz senelerde birlikte bir kaza geçirmiş ve abim kırık bir kolla gezmek zorunda kalmıştı ama arkadaşlığı devam ediyor. Ayaklı kül tablası gibi hepsi. Bir de gerzekler ki sormayın kovuyorum anlamıyorlar falan çok sinir bozucular! Abim bir an önce iyileşse de şu nazlardan ve triplerden kurtulsam keşke.

5 Ekim 2015 Pazartesi

Tatlı Sır -Jamie McGuire-

Kitabın iyi kalitede Türkçe kapağını bulamadım...



Hızımı kesmeden Jamie McGuire kitaplarıma devam ediyorum. Zaten daha önce Tatlı Bela serisinden de şurada bahsetmiştim. Şimdi sıra tavırlarına aşık olunacak Travis'in abilerinden Trenton'ın aşkını ele almaya.

Tanıtım bülteni;

Çocukluk yılları gereğinden fazla erken sona eren, özgür ruhlu Camille "Cami" Camlin, üniversitenin ilk yılından sonra kendi evine çıkmıştı ve hayatını istediği gibi yaşayabilmek için çabalıyordu. Red Door'da çalışmak ve okula gitmek dışında başka bir şeye ayıracak vakti yoktu. Ta ki erkek arkadaşını görmek için çıkacağı seyahat iptal olana kadar... Şimdi önünde, yıllardır ilk defa ne yapacağını bilmediği bomboş bir hafta sonu vardı.

Trenton Maddox, Eastern State Üniversitesi'nin kralıydı. Arkadaşları onun gibi, kadınlarsa ona sahip olmak istiyorlardı ama trajik bir kazadan sonra hayatı altüst olmuş, okulu yarım bırakmıştı.

Kazadan on sekiz ay sonra Trenton, dul babasıyla aynı evde yaşayıp yerel bir dövmecide çalışıyor, babasına faturaları ödemesinde yardımcı oluyordu. Tam hayatının normale dönmeye başladığını hissettiği günlerin birinde, Red'de yalnız başına oturan Cami'ye rastladı.

Gürültücü kardeşleriyle başa çıkmaya alışkın olan Cami, Trenton Maddox'la başlayan yeni arkadaşlığını da idare edebileceğini düşünmüştü. Ama bir Maddox erkeği, âşık olduğunda bu sonsuza dek sürerdi; âşık olduğu kız, altüst olmuş dünyasını tamamen yıkabilecek kişi olsa bile...

~~


Tanıtım bülteni zaten her şeyi açıklıyor aslında. Kitap Cami'nin T.J. adında uzak mesafe ilişki yaşadığı sevgilisine olan bağlılığıyla başlayıp daha sonra Trenton'un cazibesine yavaş yavaş kapılmaya başlamasıyla devam ediyor. Ama ortada oldukça büyük bir sır var ve bu sır kitabın son sayfasına kadar okura söylenmiyor. En başta "kesin abartılacak saçma sapan bir şeydir bu da ya" desem de kitabın bitimindeki o üç kelime küçük dilimi yutmama neden oldu. Sürekli üstü kapalı bir şekilde "biz birlikte olamayız, bilmediğin şeyler var" diye gezinen Cami kitap boyunca "bir sus be kadın, ne büyük derdin varmış! Söyle artık sen de kurtul biz de" dememe sebep olsa da Abby'nin hareketleri kadar beni sıktı diyemem. Onda da saklanan bir sır vardı ama Cami'nin sırrı Abby'nin sırrını döver geçer. Aynı zamanda Maddox erkeklerini yazarın tek bir tipe dayalı anlatması neden bilmiyorum ama hoşuma gitti. Baba Jim Maddox nasıl aşık bir adamsa onun çocukları da aynı şekilde aşk adamları. Travis'e zaten hayran kalmışken bir de Trenton çıktı başıma. Hatta inanıyorum Thomas da yolda geliyor.

Yazar ilk kitapta sır olarak saklanılan konu açısından beni pek tatmin etmeyip bu kitapta tatmin etmesinin yanında yine anlatması gereken bir konuyu üstün körü geçti ki o da Trenton'ın okul hayatını neden bıraktığı? Bu konu hakkında minicik bir sebep ortaya sunmuş olsalar da olayı tam olarak anlatmamaları pek iyi olmamış bence. Hoş, bu durumun Trenton üzerindeki etkilerinin hala sürdüğünü yazar bize göstermiş olsa da olayı anlatmayınca bunun da pek bir değeri kalmıyor.

Kitapla ilgili fark ettiğim şeylerden biri yazarın kardeş olan karakterlere birbirine uygun isimler vermesi ki örneğin Maddox kardeşler Thomas, Tyler, Taylor, Trenton ve Travis'di yani hepsi T harfiyle başlıyordu. Tatlı Sır'da ise Cami'nin kardeşleri Chase, Coby, ve Clark olarak C harfiyle başlıyor. Yazarın ne amaçla böyle bir şey yaptığını bilmiyorum ama bütün isimler mi birbirine uygun olur ya? Kardeşleri kardeş olduğu için her anlamda uyumlu yapmayı seviyor anlaşılan. Bizim için tek artısı bu durumun karakterlerin kim olduğunu kolay hatırlamamızı sağlıyor. Hoş, Cami'nin kuzeni olan Colin'i de kardeşlerden sandım bir ara ama bu benim dikkatsizliğimden kaynaklı bir şey, kesinlikle yazarla alakalı değil. Kitapta bir de Tatlı Bela serisinde Abby'nin en yakın arkadaşı olan America ve Tatlı Sır'da Cami'nin en yakın arkadaşı olan Raegan'ın karakter olarak birbirilerine fazlasıyla benzemeleri. Bahsettiğim burada ikisinin de baskın karakterde olmaları değil tabi, okuyunca neredeyse aynılarmış hissi veriyor kitap.

Yabancı yayınlarının özellikle Tatlı Bela serisinde de karşıma çıkan yazım ve noktalama hataları Tatlı Sır'da da vardı. Bunun hiç şaşırtmamış olduğunu söylemem gerekiyor ki artık alıştım o şekilde okumaya... Yazı dili de önceki seriyle aynı olduğu için o konuda bir şey söylemek anlamsız ama çok komik bir çeviri hatası vardı kitapta. O hata da, Cami'nin sürekli "ağabeyler" diye bahsettiği kişilerin aslında kendisinden küçük erkek kardeşleri olan Clark, Chase ve Choby olması. Birçok yerde aynı anda bahsedilmediği için Cami'nin bir ya da birkaç ağabeyi olduğunu düşünmüşsem de Clark'ın bir bölümde "sen en büyüğümüzsün" demesi aslında o kısmın bir çeviri hatası olduğunu yüzüme çarpmış oldu. Tabi bir de yine aynı bölüm içerisinde geçen bir cümlede kardeşlerinden ağabeylerim diye bahsetmesi de bunu kanıtlar nitelikteydi tabi. Hala anlamıyorum Yabancı yayınları çok güzel, sevdiğim bir yayın eviyken nasıl böyle anlamsız hatalarla kitap çıkarabiliyor?

Tatlı Sır Maddox kardeşler serisinin ilk kitabıydı ki ben oldukça beğendim kedisini. Belalı Düğün'de "Trenton neden böyle bir şey yapıyor ki?" dediğim bir olayın bile cevabını alıyoruz bu kitapta ki sırf o olay yüzünden serinin ikinci kitabı olan Tatlı Yalan'ı iple çekiyorum.

2 Ekim 2015 Cuma

Demek isteyince oluyormuş

Daha önce Ece ve alkol probleminin beni ne kadar bezdirdiğini şurada yazıp gerekirse artık onunla arkadaşlığımı sonlandıracağımdan bahsetmiştim. Hatta o yazıyı yazdıktan kısa bir süre sonra onun ayık olduğu bir an yakalayıp (henüz ayık demek daha doğru çünkü ben konuştuğum halde o hiçbir şey söylememişim gibi içmeye devam etmişti) onunla ciddi ciddi konuşup böyle devam edersen ben yokum demiştim. O günkü o halinden sonra da beni ciddiye almadığını düşünüp son kez arkasını topladıktan sonra da bir daha ne yazdım ne de ona cevap verdim, hayatımdan çıkardım yani. Dün de artık dayanamamış olacak ki aradı ve çıkalım mı dedi. İstemiyorum dedim doğal olarak çünkü kendim yeterince iyi bir psikolojide değilken bir de onun o kendini kaybetmiş hallerini ve konuşmalarını çekemezdim. Önce tamam dedi başka zaman görüşürüz o zaman diye sonra da aradan birkaç saat geçtikten sonra yazdı lütfen çıkalım diye. Yine lanet olası vicdanım yüzünden kabul ettim ve akşam buluştuk her zaman gittiğimiz yerde. Onunla zaten başka bir yere gidemiyorum çünkü git gel çalışanlarla iyi muhabbeti kurduk ve çalışanlar Ece'yi toplamamda hep yardımları dokunuyor. İki ayın ardından gidince çalışanlar bir şaşırdı "vaayyy cha sen artık buraya gelmezsin sanıyorduk" falan laf atmaya başladılar ben de "o nerden çıktı ki" diyip güldüm ettim onlarla Ece gelene kadar. Öğrendim ki Ece ben onunla orada o konuşmayı yaptığımdan beri gitse de alkol almıyormuş. Daha doğrusu bir kere almış ağlamış ağlamış içini dökmüş ondan sonra daha içmemiş. Şaşırdım doğrusu ben onunla o konuşmayı yaparken bile içmeye devam ederken daha sonra bir şeyler kafasına dank etti demek. Çalışan arkadaşlar bunu söyledikten sonra deneme amaçlı bütün gece oturduğumuz yerde ben içsem de o hiçbir şekilde alkol tüketmedi. Aslında "canım çekti" diyerek benimkinden alır diye düşünmüştüm ama onu bile yapmadı. Sadece karşılıklı eski günlerdeki gibi sohbet ettik ve hala içinde tuttuğu sorunlardan onun kafası ayıkken bahsettik. Eski bencilliğini yapıp sadece ondan bile bahsetmedik hem de. Artık kullanmayacağını söyledi, zaten benimki bağımlılık değildi sorunları düşünmememi sağladığı için içiyordum diye anlattı daha önce defalarca anlattığı gibi. Çevresindeki insanları kaybetmekten bıktığı için benim de gitmemi istemediğinden bahsetti ve bir daha onun arkasını toplamam gerekmeyeceğine garanti verdi. Hemen inanmak gibi bir şey yapmayacak olsam da şans vereceğimi söyledim. Bakalım gerçekten ne kadar gidecek bu kararı. Eskiyi düşünüyorum da ne güzel söylediği söze inanabiliyordum. Bir de şimdi sözüne güvenmiyorum o ayrı bir mesele bir de test ediyorum, inanmak için süresi belli olmayan bir zaman dilimi araya koyuyorum. Ne iyi arkadaş olduk biz böyle ya hayranım şuan ikimize.